ULAK FİLMİNİN YÖNETMENİ ÇAĞAN IRMAK’TAN ÇARPICI AÇIKLAMALAR
Babam ve Oğlum’la büyük çıkış yakalayan Çağan Irmak son filmi Ulak’ı geçtiğimiz hafta seyirciyle buluşturdu. Birçok platformda Ulak’la ilgili
tartışma ve yorumlar sürerken Çağan Irmak’ın konuyla ilgili
Sanat Kafe mikrofonuna yaptığı açıklamaları yorumsuz olarak yayınlıyoruz…
-Bu film nasıl ve neden ortaya çıktı? Nasıl başladınız?
Bu film bir anda ortaya çıkmadı tabi. Kendimi bildim bileli çocukluğumdan bu yana dinlediğim bütün hikayelerin, okuduğum bütün kitapların, bize verilen bütün öğretilerin böyle bir potada eridiği benim tarafımdan baktığı bir filmdi. O yüzden konu bir anda biraz farklı gelse de aslında hepimizin çok iyi bildiği ve tanıdık gelen bir kavmin, bir ulusun hikayesi bu. Bir anlamda çok tanıdık bir konu bu.
---Bilgi birikimi gerektiren bir film, yararlandığınız kaynaklar neler?
Bilgi ile ilgili farklı düşüncelerim var. Bilginin bize öğretilenlerin yanı sıra genlerle diğer kaynaklara geçtiğine inanıyorum. Bunun adı da bilgi aktarımı bence. Örneğin Binbir Gece
masallarını okudum. Bu bir bilgiydi benim için. Ama okumasaydım masalın nasıl olduğunu bilemeyecektim. Çünkü atalarım masal anlattı. Hayatımda bütün öğrendiklerimin ve darcığımdakinin size sunumu bu.
---Eleştiriler ve polemikler için söyleyeceğiniz bir şey var mı?
Bence iyi bir film insanları konuşmaya ve düşünmeye sevk etmeli. Bir filmden çıktıktan sonra çok güzeldi deyip sinemada bırakıyorsanız çok kötü bir filmdir.
---Çok fazla alt metni olan bir film? Bu sizi fazla zorlamadı mı?
Hayır zorlamadı. Bütün alt metinlere bir masalcı gözüyle baktım. Masalda
mesaj kaygısı var mıdır? Kıssadan hisse. Derler ki sonunda ben size bunu anlattım, kulağınıza küpe olsun. Sadece sunu yaparlar: İyiler vardır. Kötüler vardır. Ama onlar filmdeki Adem gibi kötülerdir. Adem olmasının da bir alt metni var. İlk insan. Hamurunda var olan kötülüğü bir sınava tabi tutmalı. Kötülüğün insanın hamurunda var olduğuna inanıyorum. Ama bu bir sınav ve biz bu sınavı geçmeliyiz. Böyle alt metinler var. Böyle bir hikaye anlatmak isterseniz böyle alt metinler istemediğiniz kadar çoğalıyor. Bence ne göreceğiz, ne anlayacağız demeden önce sakin kafayla ben bir masal dinleyeceğim bir kıssadan hisse, kendi dünyamda gezineceğim dersiniz.
Filmi okuyabilirsiniz.
---Mesih olarak adlandırılan ama adı olmayan biri var, havariler var, son yemek var, Yaradan’ın adıyla başlıyorsunuz ama Mehmet’in kitabı ibaresini kullanıyorsunuz. Burada anlatılan bir din mi var?
Mehmet’in kitabı diye başlamasının sebebi şu; herhangi bir kutsal kitabı alıp işte bundan deseydik o zaman çok yanlış bir şey olurdu. Bir yerlere saldırmak olurdu bu. Dikkat ederseniz film özünde hiçbir inanca saldırmıyor sadece ona ne kadar inandığınızı
sorguluyor. Durum budur ve bunu onu ne kadar kendi çıkarlarınıza, ne kadar başkalarının iyiliğine kullandığınızı sorguluyor. İşte bu çok önemli. En büyük sorgusu bu filmin bence. Bir şeylere inanıyoruz, ya da inanmıyoruz ama bu
inanç. Sen onu başkasına karşı düşmanca mı kullanıyorsun, yoksa senin için bu bir mukaddes emanet mi? İşte sorgu bunda başlıyor. Ben bu anlamda maalesef insanların savaşı kaybettiğini düşünüyorum. Çünkü kimi inancı, politik çıkarları doğrultusunda kullandı, kimi düşmanlık için kullandı biz ona bir kavram, bir kardeşlik öğretisi olarak yaklaşmayı unuttuk. Gerçekten unuttuk. Bu çok acı bir şey. Dikkat edin filmin sonunda bütün çocuklar arkalarına bakmadan o çürümüş sistemi terk ederler, ama bir ülkeyi terk etmezler, sistemi terk ederler sadece. Bir tanesi kalır, kırmızı pelerinli olan. Geriye bakar işte o unutmayacak olandır. Ha belki siz bu filmin neresindesiniz diyecek olurlarsa o son kapı eşiğindeki çocuk olabilirim belki.
-----Babam ve oğlum gibi gişe hasılatı yapmış bir film yönetmenisiniz. Bu kadar başarıdan sonra üç tane daha Babam ve Oğlum yapmak varken neden ulak gibi zor ve polemiklere gebe olabilecek bir film yaptınız?
Bir Babam ve Oğlum daha yapsaydım seyircime ve kendime de yalan söylemiş olurdum. Ben bu sahtekarlığı kimseye yapmam, kendime de yapmam. Çünkü bu formülü tutturulmuş bir iş olurdu ve sadece gişeye para kazanmaya yönelik bir film olurdu. Üç gün sonra da unutulurdu. Benim derdim ne seyirciye ne de kendime yalan söylemek. Babam ve oğlum daha güzeldi demek yanlış. Şöyle yanlış ben bu filmde seyirciye bu kadar çok değer verdiğim için Ulak gibi bir film yaptım. Seyirciyi aptal yerine koymadım. Babam ve Oğlum gibi bir film yapacak ve cebinizdeki paraya göz dikecekken ben sadece size kıymet verdiğim için ‘Ulak’ı yaptım.
----Yönetmen olarak bu kadar çok eleştiri sizi nasıl etkiliyor?
Birincisi hiç öyle kendimi zora koşmuyorum. Açıkçası mutlu ediyor. Film konuşuluyor. Olumsuz eleştiri ilk defa hayatta canımı acıtmıyor. Çünkü benim bu filmde yapmak istediğim tamda buydu işte. Yüzde yüz filmimin arkasında duruyorum. Şöyle bir şey, eleştiriler şöyle olsaydı, böyle olsa mıydı noktasında… Olsaydı zaten insanlar size armutun filmini yapmışken elmanın filmi yapma durumu ile yaklaşırlar. Bu zaten masallarla olmaz masal anlatıcısının masalına müdahale edemezsiniz. Onu kabul edersiniz. Dinlersiniz, ya da dinlemezsiniz. Burada bir anlatıcı var. O yüzden onun anlattıklarını acaba şöyle mi olsaydı gibi bir durumda yaklaşmanın anlamı yok. O yüzden bu filmdeki eleştiriler ilk defaki gibi canımı acıtmıyor.
---Şu anda sinemanın sektör olup olmadığı tartışılırken siz platolar kurup yüksek bütçeli bir filme imza attınız.
Yapımcımız Şükrü Bey’le sete gelen
oyuncunun, oyuncu olduğunu hissetmesini istedik. Tabii böyle yavaş yavaş bu çıtayı yükselten setler var. İsim de verebilirim isterseniz
Yılmaz Erdoğan’ın setleri de bunlardan. Sette yirmi dört saat
ambulans vardı.
Çocukların uyku çadırları vardı. Birle dört arası uyuyorlardı. Setin arkası da masal diyarını aratmıyordu. Çocuk çadırları, büyük çadırları, yemek çadırları bunlar çok keyifliydi. Bu çıtanın biraz yükselmesi gerekiyordu.
Haberin devamını Pazar 19.30’da Samanyolu Haber TV'de yayınlanan Sanat Kafe programında izleyebilirsiniz.