Bu ikramların arasında en özeli ve en güzeli şüphesiz ki namazdır.
Namaz bu gece bize emredilmiş ve Nebiler Sultanı’nın beyanıyla “müminin miracı” kılınmıştır. İmanla namaz, birlikte
ikiz kardeş gibidirler. Birini diğerinden ayırmak mümkün değildir.
Bediüzzaman hazretlerinin ifadeleriyle “Hayatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namaz gelir.” Namaz müminin miracı,
miraç yolunda ışığı-burağı olduğu gibi kendini hak yoluna adamış mümin gönüllerin sefinesi-peyki ve uçağıdır.
Kıyamet gününde, ak alınlı, aydın bakışlı; secde ve
abdest uzuvlarındaki emarelerle öndekilerden de önde; elleri, yüzleri ter
temiz, vicdanları göktekilerin iç âlemleri kadar pak ve nezih olmanın yolu da yine namaz ve namaz öncesi amellerden geçer.
Abdest, namaz yolunda ilk tembih ve en birinci
hazırlık; ezan ise ikinci uyarı ve önemli bir “metafizik gerilimi” yoludur. Abdestle, bedeni temiz olmayan şeylerden ve farkında olduğu ya da olamadığı menfiliklerden arınan insan, ezanla vicdanını ve ondaki lahuti nağmeleri dinler.. İlk kılacağı namazla da özündeki sesi-soluğu bulmaya çalışır.. Ve ancak cemaatle gerçekleştirilebilecek büyük hareketin startını beklemeye koyulur.
İnsanı, arşiyeler gibi döndüre döndüre sonsuzluğun semâlarında dolaştıran ve götürüp tâ melekler âlemine ulaştıran mirac enginlikli bu
mübarek ibadet, günde beş defa kendimizi içine salıp yıkanacağımız bir çay gibidir. Bu mübarek çaya her dalışımızda hatalarımızdan bir kere daha arınırız.
Namaza alışmış ve onunla beslenen insanlar, ona hiçbir zaman doymazlar. Doymak şöyle dursun, her namaz bitiminde “Daha yok mu?” der, nafileden nafileye koşar; duhâ ile güneş gibi yükselir, evvâbinle gidip yakınlığın tokmağına dokunur, teheccüdle berzah karanlıklarına ışıklar gönderir ve kat'iyen içinde yaşadığı nurlardan, ruhunu saran mânâlardan ayrılmak istemezler.
İnsan, fıtratı itibarıyla günah işlemeye meyyal bir varlıktır. Her günah işleyen insan, sevaptan yüzünü çevirip küfre doğru bir adım atmış sayılır. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadeleriyle, “Her günah içinde küfre giden bir yol vardır.” Tevbe ise günahtan ve kulluk yolunda sürçmelerden kurtulmak ve Rahmeti Sonsuz'dan af dilemek için verilen dilekçenin adıdır. Tevbe ile insan, “Eyledim hadsiz günah, nihayet tasmalı boynumla döndüm sana İlâhî!” diyerek, tekrar
Allah'a dönmüş olur. Namazda da bu durum söz konusudur. Zira namaz, insanda gerçek mânâda bir
tevbe şuuru meydana getirir. Her ne kadar insan, günde beş defa sözlü olarak tevbe etmese bile, onun kılmış olduğu namazlar, fiilî bir tevbe yerine geçmektedir.
Namaz kılan ve Rabbisinin huzurunda ibadetle dolan bir insan, atılacağı ticarî hayatında haramlardan, mekruhlardan olabildiğine kaçınır. Özellikle gün ortasında kıldığı öğle, ikindi namazları, insanın murakabe ve muhasebe hislerini coşturur. O mekânizmayı harekete geçirir ve insanı yanlışlar içine düşmekten kurtarır. Akşam, yatsı, teheccüd ve sabah namazları ise;
“Nâçar kalınan yerde
Nâgah açılır ol perde
Derman olur her derde.”
dizeleriyle anlatılmak istenen sırların tecelli merkezleridir.
Ve namaz Müslümanın günlük hayatını düzen ve nizam altına alan cebrî bir faktördür. Günde 5 defa Rabbin huzuruna çıkan insan, ister-istemez, hayatını bir düzen içine sokar.
Sabah namazından sonra işine başlar. 6-7 saatlik yoğun bir
mesai ile yorulunca, öğle namazı ile yeniden zindelik kazanır. Döner ikindiye kadar tekrar çalışır. İkindi namazı ile yeniden zihnî ve bedenî dinlenme faslı yaşar. Zaten böyle bir mesaî tanzimi olmasa, o iş yerinden netice almak, âdeta imkânsız denecek ölçüde azalır. Namazdaki bu esasları bilemeyen, sezemeyen insanlar huzursuzluk girdabına kapılır ve bunalımdan bunalıma sürüklenir giderler.
Namaz, insan ruhunu başına gelmesi muhtemel bütün sıkıntılara karşı dinlendirir ve kalbi kanatlandırır.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), dünyevî işlerinden sıkılınca, “Erihnâ ya Bilal! Bizi bir ferahlandırıver ey Bilal!” diyerek ondan namaza çağrıda bulunmasını isterdi. Namaz tembel ve uyuşuk insanın yapabileceği bir şey değildir. O, daima hüşyar bir gönlün, uyanık kalb ve duyguların, Rabbin karşısında edâ edeceği bir vazifedir.
Kulluğu zirvelerde yaşayan Hak dostları, namaz rükünleri arasında yer alan secdeyi, “insanın ulaşabileceği en son zirve” olarak kabul eder ve, “Diğer rükünler, secdeye ulaşabilmek için birer basamak hükmündedir.” derler.
İnsan abdest ile başlayan, Rabbin huzuruna çıkma ameliyesinde çeşitli safhalardan geçer ve Allah Resûlü'nün ifadesiyle “kulun Rabbisine en yakın olduğu” mekâna, yani secde hâline ulaşır. Yalnız burada önemli olan, secdedeki insanın, Rabbisi ile olan kalbî münasebeti ve duyduğu, hissettiği şeylerdir. Meselâ bir insan, kıyamda dururken, “Rabbim, şayet Sen öğretmeseydin, Sana karşı nasıl kulluk yapılır ben bilemezdim; Sana sonsuz hamd u senalar olsun.”; rükûda, “Bu hâlim benim sana olan kulluğumu ifade etmemde yeterli mi değil mi bilemiyorum ama Efendimizi örnek alarak yapabildiğim kadar yapmaya çalışıyorum, Sen kabul eyle.” ve secdede; “Eğer yapabilseydim Allah'ım, başımı ayaklarımdan da aşağıya koyardım.” gibi düşüncelerle namazın her bir rüknünü duya duya edâ etmelidir.
Evet, namaz, miracın gölgesinde öteler ötesine yapılan bir
seyahat ise, secde de o namazda en âzâm bir rükün olduğuna göre, insan secdede nihaî kurbeti hissetmeye ve kalbinde onu yakalamaya çalışmalıdır.
Secde, Mevlâna'nın tabiriyle “şeb-i arus” misali insana değerlendirmesi için verilmiş bir fırsattır. Herkesin mârifet ufku ve kâmet-i kıymeti ölçüsünde “âsâr-ı feyz”e mazhar olabileceği bir zemindir. Secde Allah'ın haricinde her şeyin ve herkesin unutulup “illallah-sadece Sen Allah'ım!” deneceği mekândır ve kulun Rabbisiyle olan kurbetini yudumlayacağı bir yerdir.. Evet Cenâb-ı Hakk'ın şanına yakışan en güzel ve içi dolu kulluğun adıdır secde. Öyleyse burada ne, nasıl, ne şekilde ve niçin yapılması gerekiyorsa, bunlar nazara alınarak yapılmalıdır.
Öyleyse gelin, bu kutlu geceyi fırsat bilerek miracımızı yaşayalım. Başımızı ayaklarımızla aynı hizaya koyarak, sadece O'nu düşünelim ve içimizi dökelim. “En yakın olduğumuz anı” değerlendirerek akan gözyaşlarının dinmesini, solmaya başlayan ümitlerin yeniden yeşermesini, mazlumların iniltilerinin sona ermesini dileyelim. Miracımızın secdesine varalım.
SÜLEYMAN SARGIN / ZAMAN