Ne kadar da dikkatsizmişim…
Cuma namazlarını kılmaktan en keyif aldığım camilerden biri olan
İstanbul’un
Sultanahmet semtindeki o güzelim Firuzağa
Camii’nin minaresi meğer tersmiş…
Geçtiğimiz günlerde Geleceğin Sektörleri konusunda bir sunum yapmak üzere
Kandilli’de bulunan Hünkâr Köşkü’nde MÜSiAD Yayın Komisyonu toplantısına katıldım. Toplantıdan önce Rumeli Hisarı’nı karşıdan gören boğazın o nefis manzarasına nazır oldukça keyifli bir ortamda dostlarla sohbet ederken, bir işadamımız bana döndü ve “Değerli Hocam, Firuzağa Camii’nin minaresi neden ters?” diye sordu.
İstanbul’da iki ayrı yerde Firuzağa isminde cami olduğundan, “Şu bizim Sultanahmet Meydanı’ndaki Firuzağa Camii’nin mi?” dedim. “Evet, hocam dedi, biliyorsunuz o caminin minaresi arkada solda… Neden acaba?” dedi. Ben bunun üzerine şaşkınlıkla, “Nasıl olur dedim, ben 30 yıldır İstanbul’dayım, belki de en çok cuma namazı kıldığım yer orası. Hiç dikkatimi çekmedi…”
İnsan bilim insanı olunca, her şeyi bilmekle yükümlü biri gibi algılanıyor maalesef. Konu hakkında hiçbir bilgim olmadığını söyledimse de, orada bulunanların tamamı sorudaki orijinalliğe kilitlenince, üzerime odaklanan bakışlar nedeniyle, uzun yıllarını
Osmanlı arşivlerine vermiş, Osmanlı’daki sosyal hayatın nasıl olduğuna dair binlerce belgeye göz atmış biri olarak bir iki kelime etme zarureti hâsıl oldu...
Bunun üzerine, sizlerden öncelikle şunu rica ediyorum; Söyleyeceklerimi soruya bir
cevap gibi algılamayınız, sadece ben biraz yüksek sesli düşünürken işittiğiniz şeyler olarak kabul ediniz dedim. “Tamam” dediler…
Komşular rahatsız olmasın…
Bildiğim kadarıyla bu cami İstanbul’un fethinden sonra yapılan ilk camilerden. O tarihte İstanbul’un yaklaşık yüzde 80’i Rum’du. Cami şehrin en merkezi yerinde… Etrafında büyük ihtimalle Rum yerleşim yerleri vardı. Bana kalırsa, oraya cami yapılmasına karar verildiğinde, caminin hemen sağında ve oldukça da yakınında oturan Rum vatandaşlar ezan sesinden rahatsız olmamak için yetkililerden rica etmişlerdir ve minarenin yeri değiştirilmiştir dedim. Bir de, özellikle Ege bölgesinde Rumlardan geriye kalan evlerde de dikkati çektiği gibi, bir binanın diğerinin güneş ışığını kesmemesi konusunda büyük hassasiyetleri var. Bunun da gerekçelerden biri olabileceğini ifade ettim.
Bir Rum’un ricasıyla cami minaresinin yerinin değiştirilmesi dinleyenlere ilk planda çok da makul gelmedi haliyle… E, gerçi ben de peşin olarak, sadece tecrübelerimden yola çıkarak yüksek sesle düşünüyorum demiştim.
Bunun üzerine gazeteci dostumuz Hüseyin
Öztürk hemen telefona sarıldı ve
ülkemizin kıymetli kültür ve
medeniyet tarihçilerinden Dursun Gürlek Bey’i aradı. Dursun Bey telefonda, benzer şeyleri ifade etmiş. Rum vatandaşların ricası üzerine daha inşa safhasında iken minarenin yerinin değiştirildiğini söylemiş.
Nerden nereye geldik?/
Bu yazı içinde hem caminin bir resmine yer verebilmek için fotoğraf çekmek, hem de konu hakkında biraz daha araştırmada bulunmak için cuma günü Firuzağa Camii’ne gittim. Hakikaten doğruymuş. Baktım caminin minaresi arka solda… Hatta arka sol bile sayılmaz. Caminin arka kısmında sol duvara yandan bitişik vaziyette. Nerden baksanız bu haliyle bile minare birkaç metre daha sağdaki yerleşim yerlerinden uzak tutulmuş oluyor.
Osmanlı Devleti hakikaten sadece dini, milliyeti ayrı insanların değil, kurdun kuşun bile huzur içinde yaşadığı
rüya gibi bir
toplum yapısı inşa etmişti.
Bursa’daki Ulu Cami’nin içinde yer alan şadırvan da zaten, cami için istimlâk yapılırken bir Rum’un yerini gönülsüz vermesi üzerine, gönülsüz verilen yerde huşu ile
ibadet nasıl yapılır ki düşüncesinden hareketle inşa edilmemiş mi?
Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlara ulaştığı dönemde Türklerin nüfusu toplamın ancak onda birini oluşturuyordu ve problem yoktu. Şimdilerde sayıları 1–2 bini bulmayan Rum nüfustan tedirgin olan bir özgüven eksikliği içinde bocalayıp duruyor ülke… Üstelik, hoparlörleri karşı apartmana çevirip bebekler uyuyor mu,
hasta -
yaşlı var mı diye düşünmeden sesi sonuna kadar açmak maharet sayılıyor şimdi...
Özellikleri…
Cami hakkında kısa bir iki anekdot aktararak yazımızı sonlandıralım.
Divanyolu’nda, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında, Sultanahmet
tramvay durağının hemen yanında bulunan Firuz Ağa Camii, Fatih’in oğlu Sultan 2. Bayezid’in hazinedarbaşısı Firuz Ağa tarafından 1491 yaptırılmış. Divanyolu’nun genişletilmesinden önce daha büyük bir avlusu olan cami, kapısını üstündeki Şeyh Hamdullah Efendi’nin kaleme aldığı kitabeden de anlaşılacağı gibi 1491 yılında, yani fetihten sadece 38 yıl sonra inşa edilmiş. Bu cami inşa edildiğinde Sultanahmet'in yapımına daha 120 yıl vardı.
Firuzağa Camii'nin bir özelliği de, uzun yıllardır İkindi ezanlarının
Sultanahmet Camii ile karşılıklı olarak okunmasıdır... Önce Sultanahmet Camii müezzini ezana başlar, ardından Firuzağa'nın müezzini buna cevap verir şekilde ezanın aynı bölümünü tekrarlar. Her iki cami arasında karşılıklı olarak başından sonuna kadar ezan yankılı olarak okunur. Her iki caminin müezzini de seçme ve güzel sesli olduklarından, 5 dakika süreyle iç titreten bir ahenk yaşanır minareler arasında...
Alman Çeşmesi ile Atmeydanı, bu iki ibadethanenin tam ortasında kaldığından, ezan sesleri en iyi bu bölgede dinlenir.
Ayasofya'nın cami olduğu dönemlerde bu karşılıklı
okuma faslı, Sultanahmet ile Ayasofya arasında yaşanırmış...
HABER7.COM