[ KÜRSÜ ]
Fahr-i Kainat
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir şahısla beraberken yanlarından başka bir zat geçer.
Allah Resûlü'nün yanında bulunan sahabî, Habib-i Ekrem Efendimiz'e, "Ey Allah'ın Resûlü ben şu genci seviyorum" der. Bunun üzerine Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, "Peki bunu kendisine haber verdin mi?" diye sorar.
Hayır cevabını alınca, o sahabîye, arkadaşına gidip ona olan sevgisini bildirmesini
tavsiye buyurur. (Ebû Dâvud, Edep 122)
Efendimiz, burada kardeşine sevgi duyan bir mü'minin, bu sevgisini o kişiye söylemesini veya bir yolunu bulup bunu ona ihsas etmesini umumî mânâda tavsiye buyurmaktadır. Zaten inananlar arasındaki kardeşlik ve tesanüdün tesisi açısından meseleye bakıldığında, Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifade buyurduğu bu hususun, mü'minlerin birbiriyle kaynaşmaları, birbirine sıcak bir nazarla bakıp güven duymaları, gönüllerin birbirine ısınması ve sui zanna gidecek yolların tâ baştan kapanması adına ne kadar önem arzettiği anlaşılacaktır.
Asr-ı Saadet'e bakıldığında, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu ışıktan düsturunun
sahabe-i kiram efendilerimizin hayatlarında çok önemli bir yer teşkil ettiğini ve bu lâl u güher söz istikametinde nice hâdisenin vukû bulduğunu görebiliriz. Mesela
Hazreti Ömer (radiyallahu anh), Yermük Savaşı'nda Hazreti Halid'i azledip huzuruna çağırdığında şu ifadeyle sözüne başlayamıştı: "Ey Halid! Allah şahid seni çok seviyorum." Hazreti Ömer'in diğer insanların yanında, bir topluluk içinde Seyyidinâ Hazreti Halid'e bu şekilde bir hitapla sözüne başlaması, daha sonra söyleyeceklerinin hüsn-ü kabul görmesi adına çok önemli bir referans olacaktır. Ayrıca azledilişi dolayısıyla Hazreti Halid'in içinde oluşabilecek muhtemel ukdeleri de tâ baştan silip süpürecektir. O büyük halife sözlerine şöyle devam eder: "Ancak ey Halid! Halk elde edilen zaferleri senin şahsında buluyor. Ben biliyorum ki, bu zaferleri bize ihsan eden Allah'tır. Bu sebeple seni görevinden azlediyorum." Zaten Hazreti Halid'in akidesi de bu sözlere ters değildir ki, onlara karşı herhangi bir itirazda bulunsun. Hazreti Ömer bu sözleriyle şirke karşı ilan-ı harp ettiğini ortaya koyuyor; bunun üzerine Hazreti Halid de hemen onun yanında yerini alıyordu. İşte Hazreti Ömer'in Hazreti Halid'e olan sevgisini bu şekilde dile getirmesi ve sözüne böyle bir ifadeyle başlaması daha sonra söylenecek sözlerin teveccüh görüp hüsn-ü kabulle karşılanması ve vahdet-i ruhiyenin teessüsü adına çok önemli bir vesile olmuştur.
Mübalağa ve Natürel Sevgi
Şimdi bir mü'minin, sevgisini kardeşine duyurması, bildirmesi ne kadar ehemmiyetli ise, bu güzel amel yerine getirilirken samimi ve içten olunması, sunîliklere girilmemesi, zımnî yalan olan mübalağalara başvurulmaması da o ölçüde ehemmiyet arz eder. Her hususta olduğu gibi bu mevzûda da yanılmaz ve yanıltmaz
rehberimiz Rehber-i Ekmel Efendimiz'dir (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm). Çünkü O, duyguda, düşüncede,
ibadet ü taatta, insanların birbirlerine karşı davranışlarında vs. bütün bir hayatı talim etmek için gönderilmiştir. İşte biz, bir kardeşimiz hakkında müsbet duygularımızı nasıl ifade edeceğiz, onun meziyet ve faziletlerini dillendirirken nasıl dillendireceğiz bütün bunları da yine Efendiler Efendisi'nin o lâl u güher söz ve beyanlarından öğrenmemiz gerekir. Bu açıdan hadis-i şeriflere bakıldığında sahih kaynaklarda yer alan şu meşhur vak'ayı hatırlayabiliriz: Bir sahabî efendimiz Resûl-i Ekrem Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) huzurunda, yüzüne karşı bir arkadaşını medh u sena etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) o şahsa, "Arkadaşının boynunu kırdın." buyurup bu sözünü üç kez tekrar etti ve ardından da, "Bir kimse kardeşini illa övecekse bari, 'Falancayı ben öyle zannediyorum, ancak işin iç yüzünü Allah bilir. Ben hiç kimseyi Allah'a karşı tezkiye edemem.' desin, buyurdu". (Buhârî, Şehadat 16).
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bu ikaz ve tenbihini doğru anlayıp doğru yorumlamak için bir hususu müsaadenizle bir kez daha dile getirmek istiyorum. O da şudur: İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), muhataplarını âdeta avucunun içi gibi çok iyi bilir, çok iyi okur, çok iyi tanırdı. Bu hususu yani muhatabı tanıma mevzûunu kanaatimce bir sabite gibi kabul edip Efendimiz'in beyanlarına hep bu nazarla bakılması gerekir. Çünkü böyle bir bakış açısı bize, o nurefşân beyanlar hakkında sağlam ve sıhhatli hükümlere ulaşmada ciddi fayda sağlayacaktır. İşte meseleye bu perspektiften bakıldığında şunu söyleyebiliriz: Demek ki yüzüne karşı medh u senada bulunulan zat, henüz böyle bir medhi kaldırabilecek ruhî seviyeye ulaşmamıştı, böyle bir övgüyü taşıyabilecek tahammülü yoktu. Bu sebeple bilinmesi gerekir ki, sevme, sevdiğini duyurup hissettirme başka bir meseledir; meddahların yaptığı gibi mübalağalara girme, ortalığı Kırkpınar'a çevirecek şekilde etrafa yağ döküp gezme; "onun eşi-menendi yok..", "bir sengine yekpâre acem mülki fedâdır" türünden laflar etme tamamen farklı bir meseledir. İkincisi, kardeşinin boynunu kırmaya matuf ifadelerdir ki
yasak olan budur. Hem bu tür ifadeler medh u sena edilen zatı baştan çıkardığı/çıkaracağı ve onun uhrevî hayatının mahvına sebep olacağı gibi, başkalarının gıpta damarını da
tahrike vesile olur. Gıpta mahzursuz görülse de, unutulmaması gerekir ki, gıpta ile hased hemhuduttur. Bu sebeple gıpta duygusunun tahrik edilmesi tehlikeli bir sahaya kardeşini sürükleme demektir. Evet, siz birini övdükçe başkalarının içinde ona karşı çekememezlik ve hased hislerini tetiklemiş ve onun aleyhine pek çok sun'i düşman icad etmiş olursunuz.
ÖZETLE
1- Efendimiz, kardeşine sevgi duyan bir mü'minin, bu sevgisini o kişiye söylemesini veya bir yolunu bulup bunu ona hissettirmesini tavsiye buyurmaktadır.
2- Böyle bir sevgi izharıyla söze başlanması, daha sonra söyleneceklerin hüsn-ü kabul görmesi adına çok önemli bir referans olacaktır.
3- İnsanın, sevgisini kardeşine duyururken samimi ve içten olması, sunîliklere girmemesi ve zımnî yalan olan mübalağalara başvurmaması gerekir.