Uzandığı her yere
adalet, barış, huzur ve mutluluk taşımıştı.
Balkanlar, Dersaadetten İtalya’ya uzanan bir sevdaydı 5 asır boyunca. Sarı Saltuklar’ın
tahta kılıçlarla fethettikleri bu topraklara İslâm mührünü vurmuştu. Derebeylerin elinde inim inim inleyen halklar
Osmanlı ile huzura ermiş, camileri, medreseleri, türbeleri, köprüleri, erenleri ve evliyalarıyla bir gönül medeniyetine şahit olmuştu. Tuna bizim nehrimiz, Üsküp bizim şehrimizdi.
Islahat kasırgası her şeyi birden yok edivermişti. Büyük
ittifak, balkanlardaki ulusları kışkırtarak Osmanlı’yı Avrupa’dan çıkarmak istiyordu. Biraz talep, biraz nifak, biraz
isyan ve bolca işgaldi yapılan. Bir yandan Bulgar,
Sırp ve
Yunanlılar ayaklandırılıyor, diğer yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti kullanılarak yetkileri sınırlandırılan
Abdülhamit Han zor durumda bırakılmaya çalışılıyordu. Osmanlı ordusu çirkin bir siyasetin aleti haline gelmiş, balkanlardaki ayaklanmalara dahi göz yumuyordu. Böyle bir ortamda her şey bir oldu-bittiye getirildi. Osmanlı’nın 5 asırlık vatanı Rumeli, 5 ayda büyük kayıplar ve acı hatıralarla kaybedildi.
Halide Alptekin’in Yitik
Hazine Yayınlarından çıkan romanı AĞLAMA TUNA, Balkan Savaşları’nın 100. yılında dönemin gerçeklerini iki ailenin hüzün dolu hikâyesinden yola çıkarak anlatıyor. Geçmişin unutulamayacak kadar büyük bozgunundan bugüne ibretlik dersler çıkarıyor.
Yazar, akıcı ve sade dili ile dönemin şartlarını ve dönüm noktalarını ustaca işlemiş romanında.
Balkanlar’dan İstanbul’a uzanan yolda Âli Osman’ın düşürüldüğü durumu tarihi gerçekler ve olayların ışığında ele almış. Hadiselerin merkezinde bulunan ailelerin yaşadıkları acıya şahitlik etmiş.
Vatan bilinen topraklardan kovulmanın, saldırılara, tehditlere, gözü dönmüşlüklere karşı devletsiz, ordusuz kalmanın ne demek olduğu anlatmış bizlere.
Tarih daha önce böyle bir isyana şahit olmamıştı belki de.
Müslüman ailelere ‘Defolun gidin buralardan!’ deniyordu. Okullar, düğünler, sünnetler sabote ediliyor, ırzlara, namuslara, çocuklara, gelinlere, canlara kastediliyordu. Müslüman ahali için göç vakti gelmişti. Gitmekten başka çare kalmamıştı. Kızları ve kızanlarını İstanbul’a sağ salim ulaştırmaktı hayalleri. Çıkılan yol hiç bitmeyecek gibiydi. Onlar gittikçe düşman arkalarından geliyor, önlerine çıkacak Bulgar askerlerinden nasıl kaçacaklarını dahi bilemiyorlardı. Abdullah Efendi ve ailesi kendilerinin peşine düşen Tantalus’a yakalanmadan varabilecekler miydi İstanbul’a?
Umut bağladıkları Yüce Hakan
Abdülhamit Han da
sürgün edilmişti artık. Yaşadıkları Rumeli’nin kaderine ne kadar da benziyordu. Kendileri gibi, Rumeli gibi, Devlet-i Âli Osman’da son demlerini mi yaşıyordu yoksa?
AĞLAMA TUNA, Tuna’nın kan ağladığı yıllardan Balkan dağları kadar ağır bir hüzün ve heyecanı taşıyor okuruna.