MEHMET ALİ ŞENGÜL
Şûrâ’nın Allah rızâsı ve raiyyetin yararına yapılması gerekir. Meşverette her zaman icmâ olmayabilir. Ekseriyetin düşünce ve kanaatine göre amel edilir. Sâhib-i Şeriate göre, ekseriyet icmâ hükmündedir, muhâlefet edilmez.
“Allah’ın eli (inâyeti) cemaat iledir.” (Tirmizi)
“Ümmetim sapıklıkta birleşmez.” (İbni Mâce)
“Allah’dan ümmetimin sapıklıkta ictimâ etmemesini istedim, O(cc)’da bu istediğimi kabul buyurdu.” (Müsned)
Şûrâ, usûlüne göre tahakkuk etmiş ise, muhâlefet etmek caiz değildir. Alternatif fikirler ileri sürülemez. Şûrâ, mevcut problemleri çözmekle meşgul olur. Şurâyı teşkil eden heyet, ihtiyaç hâsıl olunca biraraya gelir. Şûrâ meclisi; ilim, mümârese, ihtisas ve tecrübe gerektirdiğinden, bu mevzûda temâyüz etmiş, ‘Ehlü’l-hal ve’l-akd’ her meseleyi çözebilecek başyüceler heyeti olabilir.
Globalleşen dünyâda, hâdiselerin dünyâ problemi haline geldiğinde, İslâmî ruh ve İslâmî ilimlerin yanında, müslümanlar için maslahat sayılan, fen ve teknikle alakalı konuları bilenlerin de, bu başyüceler içinde bulunması şarttır.
Şûrâ’nın heyet mozayiği değişse de, vasıfları; ilim, adâlet, görüş ve tecrübe sahibi olmak, hikmet ve firâset erbâbı olmaları değişmez.
İlim; dînî, idârî, siyâsî ve fennî uzmanlıklar demektir.
Adâlet; farzları yerine getirip haramlardan sakınmak ve insanî değerlere ters işler yapmamak demektir.
Hikmet; ilim, hilim, mânây-ı nübüvvet anlamlarına geldiği gibi, eşyânın perde arkasına ıttıla, firâset nuruyla görüp sezme, ferdî ve içtimâî problemleri çözebilme istidât, kâbiliyet ve fetâneti olan erbabı az, değeri yüksek bir vasıftır.
Efendimiz’in (sav), bütün hayât-ı Seniyyeleri’nde şûrâya ve hususiyle kollektif şuura fevklâde önem verdiğini görüyoruz. Fevkalâde önemli olan İfk hâdisesinde, Hz.Ali, Hz.Ömer, Zeyneb bint-i Cahş ve Berire (r.anhüm ecmâin) gibi pekçok Sahâbeyle istişâre etmiştir.
Bedire çıkarken hem Muhâcir hem Ensâr’la istişâre etmiştir. Muhacirler adına Mikdad (ra), Ensar adına da Saad bin Muaz(ra) çoşkun konuşmalar yapmışlardır.
Ahzab vak’asında, düşmanın sızma noktalarına hendekler kazılması mevzuunda, Ashâbıyla istişâre etmiş, Selman-ı farisî’nin (ra) fikirlerine iktibâ etmiştir.
Hudeybiye’de birçok Sahâbe’nin fikrini aldıktan sonra, Ümmü Seleme vâlidemizin (r.anha) tekliflerine önem vermişlerdir.
Velhâsıl; Efendimiz’in (sav) vahyin sınırları dışında her meseleyi, Şûrâdan geçirdiği, mâşerî vicdâna arz ettiği, sonra icrâya koyduğu görülmektedir. İnsanlığın iftihar Tablosu (sav), dünya diyor ukbâyı gösteriyor, beden diyor ruhu hatırlatıyor, mülkü melekût yönlü ele alıyor, fizik diyor fizikötesine işâret buyuruyorlardı. Herşeyi, ifrat ve tefritten uzak, yerli yerince değerlendiriyordu.
Bugün mü’minler, dinamiklerini iyi kullanırlarsa aydınlığa yürüyebilirler. Zamanı günahlarla kirletirler, dünyânın ölümle sona erecek hâdiselerine takılıp kalırlar, Hak’ta ittifak yerine ihtilâf edip hissî harekette bulunurlarsa, karanlıklarda kalıp yollarını şaşırabilirler.
Helâket ve felâketlerin ümmet-i Muhammed’in ufkunu kararttığı, zillet ve sefâlete mahkûm hâle getirdiği, fırtınaların sert estiği, küfür ve dalâlet yangınında beşerin ve neslin yandığı bir asırda, insanımızın Şûrâ’ya ne kadar ihtiyaç duyduğu açıktır.
Acele etmeden, hissî hareketlerden uzak, rızâ-yı ilâhi yörüngeli, ifrat ve tefritten sakınarak, Allah’ın kopmayan ipi Kur’an’a ve Sünnet-i Resûlullah’a sımsıkı sarılıp, iftiraka düşmeden hareket edilirse; Allah (cc) inâyet eder, izzet ve onurumuzla yaşama hakkını kazanır, hizmet etme imkânını elde etmiş oluruz.
(Şûrâ, -Ruhumuzun Heykelini Dikerken- yazısından istifâde edilmiştir.)