ABDULLAH AYMAZ
1971’de okullar açılırken tanıştığımız Naîmî/Nuaymî’lerden birisiyle yaklaşık 50 sene sonra Amerika’da karşılaştık. O zaten tanıştığımız ilk günden itibaren Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye’deki sadakatını her zaman her vesile ile sergilemişti. Ama artık elinde bastonu vardı. Onun için şimdilik ona “Bastonlu” diyeceğim.
Arkadaşlara ve bilhassa gençlere hayat hikayesini anlatırken şöyle diyordu: Güneydoğu’da bir köyde yaşıyorduk. Muhtar bizi köyden kovdu. Babam ailemizi şehre getirdi. İyi ki, gelmişiz. Çünkü şehirde okula gittik. Okulda öğrenci iken Bediüzzaman Hazretlerini ve Risale-i Nurları tanıdık. Sonra Hizmet’i tanıdık. Hizmet büyüdü, büyüdü birilerini rahatsız etmiş olsa gerek derinler uğraşmaya başladı. Ama biz hep güzel işlerimizle meşgul olduk.”
Bu arada orada bulunan dinleyicilerden biri, Bastonlu’nun bastonuna bakıp ‘Bir gün sizin evinize gelip pederinizi ziyaret etmiştik. Onun da elinde böyle bir baston vardı. Ocakmış. Bastonu ile ağrıyan acıyan yerlere dokunup dua ediyor ve Allah’ın izniyle şifaya vesile oluyor. Hatta benim de bir iki yerime dokunup dua etti. Ben de sıkıntılardan kurtuldum’ dedi. Çok sevdiğim çok da takıldığım bu arkadaşa “Keşke şu kafana da o bastonu bir iki indirseydi, aklını başına getirirdi!’ diye lâtife yaptım.
“Hizmet büyüdü hem düşmanları çeşitlendi, hem haset ve fesatları büyüdü…” (Bu arada aklıma geldi: Bir gün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına bir gazeteci gelmiş ve ‘Çok hoşsunuz ve çok güzelsiniz ama çok büyüdünüz. Bakınız tavşanın kimseye bir zararı yok ama bir gün karşınıza 4-5 ton büyüklüğünde bir tavşan çıksa, ne yaparsınız!.’ demişti.)
“Ülkenin başındaki, köylerin ve mahallelerin bütün muhtarlarını toplayıp ‘Bunlar paralel, bunlar terörist bunlar açlıktan, susuzluktan ölseler dahi bir lokma ekmek, bir damla su vermeyeceksiniz. Bunlara acımadan çoluk çocuk demeden hep şikayet edeceksiniz!’ dedi.”
(Daha önce, ülkemizin hayati noktalarına gelmiş ve laikliği dinsizlik diye anlayanlar dindarlara bilhassa Hizmet mensuplarına zulmediyorlardı. Onlar lastikli kanunları kendilerine çekerek, bizlere zulmediyorlardı. Sonra Müslüman görünümlü ve dini siyaset için kullananlar geldi. Hizmet gönüllüleri ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Giderken Meriç’te ve denizde boğulanlar oldu. Cesedi kıyıya vurmuş masum ve mazlum bir bebek için bu iktidarın valisi “terörist bebek’ tabirini kullandı. Akıllara ziyan!.. Bebekten terörist ürettiler…)
“Hizmetten olan evlatları ile beraber Amerika ve Avrupa gibi ülkelere gidip iltica ettiler. Hatta anlatayım, bir oğlum Amerika’da iltica edecek ama Hizmet’ten olduğunu belgelemesi gerekiyor. Ne yapsın, ta Pensilvanya’ya haber gönderiyor. Durumunu anlatıp, ‘Acaba Hocaefendi benim Hizmet’ten olduğuma dair ıslak imzalı bir yazı gönderir mi?’ diyor. Bu husus Hocaefendi’ye anlatılınca, o da ‘Bunları tanırım, babası da kendisi de Hizmettendir.’ Mealinde bir yazı yazıp imzalayarak gönderiyor. Ama iltica görevlileri reddediyorlar. O da mahkemeye veriyor. Amerikalı yaşlı hâkim, Hocaefendi’nin el yazısını ve attığı imzayı görünce, bizim oğlana ‘Evladım bu tarihî bir olay… Evladiyelik bir hatıra, sen bunun fotokopisini getir, ben dosyaya onu koyayım aslını sakla’ diyerek mahkeme kararı ile oturum veriyor.”
Evet bir tarafta masum, mazlum ve merhum bebekten terörist üretiliyor… Ama biliyoruz ki, Âhirette bunun bir hesabı var… Câhiliyet çağında kız çocuklarının diri diri toprağa gömülüşü hesap günü mahkemelik olacak. Orada katillere “Ne sebeple, hangi günahlarından dolayı öldürmüştünüz?” diye sorulmayacak. Yani o câniler muhatap bile alınmayacak soru masumlara sorulup, hangi günahınızdan dolayı öldürülmüştünüz?” denilecek! O gün plan kuran gaddar ve zalimlerin ve onlara emirlerini canice icrâ edenlerin durumlarını şöyle bir hayalimizin önüne getirelim bakalım. Ve sonra dönelim Bastonlu’nun son değerlendirmelerine:
“Evet bizler, köyleri ve mahalleleri muhtarlara bırakıp dünyanın en güzel ülkelerine dağıtıldık. Eskiden oralara gitmek için vize almak ne kadar zordu. Şimdi ise Hizmet’ten olduğunuzu ispatlamak yeterli…. Gelelim, ikide birde Muhtarları toplayan baş muhtara… Nihayet o da yaptığı zulümlerin mağdurların nasıl bir güzelliğe taşıdığını fark edince olsa gerek, bir daha muhtarları sarayına davet etmekten vazgeçmişe benziyor…”
Sömürgecilerin mağduru bir Afrikalı diyor ki: “Onlar bizi yok etmek için toprağa gömdüler. Ama toprak altında biz yok olmadık. Bilakis her birimiz bir tohumun başakları olarak hayata döndük.”