Kotan Ağa

Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, yeni köşe yazısında Kotan Ağa'nın hikayesini ve buruk bayramları yazdı.

SHABER3.COM


KOTAN AĞA

Bugün bayram…
 Gurbette bu kaçıncı bayram bilmiyorum.
 Artık saymıyorum.
Ülkemizdeki bayramlar benim için unutulmaya yüz tutmuş rüyalar gibi.
Köy bayramları, çocukluğumuzun en tatlı anıları olarak artık hatıralarda kaldı.
Köye dönsek de çocukluğumuza geri dönemeyiz.
O evlerin ışığı söndü.
Nicelerimizin anne babaları biz gurbetlerde iken öldü. Ne son vasiyetlerini alabildik ne başlarında bulunabildik, ne tabutlarına omuz verebildik, ne de kabirlerine bir avuç toprak atabildik…
Köylerimiz eski köy değil, bayramlarımız eski bayram değil. Kapılar kilitli, ışıklar sönük, yaylalar suskun, kaval sesleri duyulmuyor.
Analarımız, babalarımız “Bayram geldi, oğullarım torunlarım gelip kabrimizde Kur’an okuyacaklar” diye bekliyor…
Bizim bayramlarımız vardı…
Rüzgârın, güneşin bir yolunu bulup girdiği ama hiçbir bayramın giremediği yoksul evlerin kapılarını çaldığımız bayramlarımız.
Ellerimizde paketlerle, “Haydi, bu bayram yine gurbetlerdeyiz.” diyerek uçaklarla yeni ufuklara, yeni ülkelere havalandığımız bayramlarımız.
Dünyaya bayram taşıyan o insanlar, şimdilerde hapishane köşelerinde, tek başına hücrelerde, gaybubetlerde, gurubu olmayan gurbetlerde…
Yaralı yüreğim, gam kervanlarının yol güzergâhında.
Bu benim elimde değil.
Yüreğimin yangınlarını teskin edemiyorum.
Melek gibi insanları incittiler…
Hazreti Hacer kadar yalnız değiliz.
Kimsesiz, ıssız bir çölde tek başımıza değiliz.
Gurbette oluşumuzdan da şikayetçi değiliz.
Lakin çaresizlikler insana acı veriyor.
Evlerine bayram uğramayan insanları düşünmek, babasına, annesine sarılmayanları, annesinin babasının elini öpemeyenleri düşünmek insana acı veriyor.
Elektrik faturasını, doğalgaz faturasını ödeyemediği için kaloriferli evde yorgan altında günlerini geçirenler acı veriyor.
 Çocukları, “Anne ders çalışacağım, lambayı açabilir miyim?” dediklerinde, “elektrik ücreti ödeyecek paramız yok, pencere kenarına gelin, sokak lambasının ışığında çalışın” diyen annelerin çaresizliği acı veriyor.
Çocuklar, “Anne, komşudan çok güzel et kokusu geliyor,’’ dediklerinde, “Pencereyi kapatın yavrum,” diyen annelerin çaresizliği acı veriyor.
Bayramı görüş yollarında geçirenleri, hapishanenin buz gibi beton duvarları arasında bayram yaşayanları, çoluk çocuğuna bayramlık alamayanları düşünmek insana acı veriyor.
Her derde çare olmazdık belki ama nice yiğitlerin yaptığı gibi çaresizliğe at sürebilirdik.

Dünya zevklerinin peşinden değil de kardeşlerimizin çaresizliğine doğru koşabilirdik.
Sultan Selahaddin gibi “Allah’ın evi Mescid-i Aksa  esarette iken ben nasıl kendime ev edinebilirim?” diyebilirdik.
En azından villa, araba peşinden koşmayarak ahiret nimetlerini burada tüketmeye bilirdik.
Kimileri dolmuşa binecek para bulamazken biz araba villa taksitleri ile uğraşmayabilirdik.
Onlar bayram yapmıyorlarsa bizde yapmıyoruz diyebilirdik. Tatillerimize ara verebilirdik.
İllaki gittiysek bile tatillerden, yemek sofralarından boy boy fotoğraflar yayınlamayabilirdik.
Benim çocuklarımın iyi kötü giyeceği var bu bayram, çocuklarına bayramlık alamayan, çaresizce vitrinlere bakan anne babaların dualarını alabilirdik.
Çaresizin duası  âbidi âbide yaparmış.
Tıpkı Kotan Ağa’yı yaptığı gibi.
Kotan Ağa’nın hikayesini ilkin Yunus Serin Hocadan dinlemiştim.
1930’lu yıllarda Kotan Ağa’nın köyü Muratbağı, güzel insanların yaşadığı bir köymüş.
Sırtını dağa yaslamış, ana yoldan uzak, jandarmanın zor ulaşabildiği bu köy, o yıllarda bir ilim irfan yuvasıymış.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin babası Ramiz Hoca da, otuz yaşından sonra bu köyde üç yıl süreyle kış aylarında ders görmüş.
Yazın altı ay da köye gelip çiftçilik yapmış.
 Çıraz Ağa, Kotan Ağa gibi insanların ilim öğrenen talebelere nasıl sahip çıktıklarını görmüş.
Köyün infak kahramanı Kotan Ağa, doksanlı yaşlarda iken bir gün camiden çıkarken kalp krizi geçirip düşüyor.
Cemaat, öldü diye imamla beraber evine götürüyorlar.
Caminin imamı, ölüyor diye Yasin okumaya başlıyor.
 Kotan Ağa’nın ağır hasta olduğunu duyan Ramiz Hoca, birkaç kişiyle birlikte ziyaretine gidiyor. 
O yörede adetmiş. Hastaya tövbe istiğfar yaptırılırmış.

Kotan Ağa, “Ben 100 yaşına kadar yaşayacağım, daha 10 yılım var ama yine de tevbe-i istiğfar yapmamızın bir zararı olmaz, yapın,” diyor.
“Sen 100 yaşına kadar yaşama garantisini nereden alıyorsun?” diyorlar.
“Allah’tan alıyorum,” diyor.

“Nasıl yani?” diyorlar.
“Bir arife günü şehirden dönüyordum.” Diyor, “Heybeler, torunlarıma aldığım bayramlıklarla tıka basa doluydu.
Bayramlıkları görünce torunlarının nasıl sevineceklerini hayal ederek akşam alacasında atımı mahmuzluyordum. At, bir rüzgâr gibi köye doğru uçuyordu.

Pasinler Horasan yolundan sola doğru ayrılıp da Dalbaşı Köyü’ne yaklaştığımda hava kararmak üzereydi.
Dikkatlice bakınca iki çocuğu ile dağa doğru giden bir kadın gördüm.
Yeni doğan hilalin bile kederinden korktuğu bu ıssız dağa doğru bu kadın iki çocuğu ile neden gidiyordu?

Atımı onlara doğru sürdüm.
Atın sert toprakta çıkardığı toynak seslerini duyan kadın arkasına dönüp baktığında beni gördü.
 Kadın korktu.
 Yere çöktü ve bir kartal gibi kanatlarını açarak çocuklarının üzerine abandı. “Kızım korkma,” dedim, “Ben Muratbağı köyünden falancayım, hava kararıyor, yarın bayram, sen dağa doğru bu küçük çocuklarla nereye gidiyorsun?”
 Kadın derin bir nefes aldı.
“Bu çocukların babası öldü,” dedi, “Bunlar yetim ve biz de fakir bir aileyiz. Yarın bayram. Herkesin çocukları bayramlık yeni elbise ve ayakkabılarını giyer, harçlıklarını alır. Benim bu çocuklara üzerlerindeki yırtık elbise ve ayakkabıdan başka elbise, ayakkabı alacak ve harçlık verecek gücüm yok. Bayramlık yeni elbise ve ayakkabıları olanların yanında üzülürler diye her bayram öncesi ben çocuklarımı alır, iki günlüğüne dağa çıkarım. Götürdüğüm ekmeklerin arasına dağdan ot toplar yeriz. Çocuklarımla oynar ve dağda çobanların fırtınada korundukları kulübede iki gün kalırız.”
O an bağrımda fırtınalar koptu.
Başım döndü. 
Az kalsın attan düşecektim.
Kadının sözleri kalbimi paramparça etti.
“Benim çocuklarımın elbise ve ayakkabıları çok eski değil,” dedim, “Bu bayram da senin çocukların sevinsin. Ben kendi çocuklarıma aldığım bayramlıkları sana vereceğim, ihramını ser yere.”
Atın üzerinden inmeden aldığım bütün bayramlıkları ve yiyecekleri kadının ihramının üzerine döktüm.
 Çocuklar “Anne bunlar bizim mi?” dedi.
Kadın uzun süre elbise, ayakkabı ve şekerlere baktı, bunların çocuklarının olduğunu düşünüp sevincinden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
 Sonra birden ellerini açıp Kıble’ye döndü.
 Akşamın alacasında daha yeni doğmuş olan taze yıldızları kucaklarcasına dua etmeye başladı.

“Ya Rabbi’”dedi, “Bu adama yedi erkek çocuğu ver, yedi çift öküzle kotan (saban) sürsünler ve buna sağlıklı bir ömür ver. Ömrünü de 100 et,”
O kadının bilmediği benim dört kızım vardı. Bu duadan sonra aynı kadından yedi erkek çocuğum oldu.
 Çocuklar büyüdü ve yedi çift öküzle tarla sürdüler. Allah bu kadının duasının yarısını kabul eder de diğer yarısını kabul etmez mi?”

Peygamberimiz (s.a.v) “sadaka ömrü uzatır” buyuruyor.
Kotan Ağa yüz yaşına kadar yaşıyor.
 Birkaç yıl önce Seyyah Serdar Kılıç 4. Muradın Revan Seferinde takıp ettiği yolların bir kısmını gitmek için birkaç arkadaşıyla yola çıkıyor.  
Hasankale yakınlarında doluya tutuluyorlar. Atlar ıslanıyor, kendileri ıslanıyor.
“Bu gece çadırda kalmayalım hasta oluruz” diyorlar.
 Yakında bir köy arıyorlar.
Haritada Kotan Ağanın köyünü görüyorlar.
Gece yarısı köye varıyorlar.
Köy, köpek sesleriyle uykudan uyanıyor.
 Bir çocuk koşarak geliyor. Bir el işaretiyle köpekleri susturuyor.
Sonra bir adam geliyor.
 Evlatlar “hoşgeldiniz!” diyor.
Hiçbir şey sormadan onları köyün misafirhanesine götürüyor. Önlerine yemek koyuyor, altlarına yün yataklar seriyor.
Sabah olunca sinide muhteşem bir köy kahvaltısı geliyor. Her şey organik.
 Kahvaltı yaparlarken yaşlı bir nine geliyor.
“Oğul neden gelip nereye gidiyorsunuz.” Diyor.
“4. Murad’ın Revan Seferinin izlerini sürüyoruz.”
“Geri dönün oğul! Daha fazla gidemezsiniz. Atları yormuşsunuz, hırpalamışsınız. Hem zor karı yağdı. Kış kapıda.”
Zor karı güzün yağarmış. Harmanı biraz ağırdan alanlara bir uyarı taşırmış;
“Kış geliyor acele edin.”
 “İyide anacığım” diyorlar, “4. Murad 100 bin süvari ile Revan seferine buralardan nasıl gitti?”
Ninenin sözleri bir bomba gibi düşüyor sofraya;
“Oğul ne topuğu kıllı o atlar kaldı ne de bağrı kıllı yiğitler. Demem o ki, o güzel insanlar güzel atlarına binip gittiler.”
 
ÖNE ÇIKAN HABERLER