SEVİNÇ ÖZARSLAN- BOLD MEDYA
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Kosova’dan 29 Mart 2018’de rüşvet karşılığında kaçırdığı ve bindirildiği özel uçakta işkence yaparak Türkiye’ye getirdiği Prof. Dr. Osman Karakaya’nın İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı savunmasına BOLD ulaştı.
Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli kardiyologlardan biri olan Prof. Dr. Osman Karakaya, savunmasında tutuklanmasının tek nedeninin iddia edildiği gibi casusluk yapmak ya da örgüt üyesi olmak değil, Adli Tıp Kurumunda raportör olarak çalıştığı dönemde Ergenekon ve Balyoz tutukluları hakkında yazdığı raporlar olduğunu söyledi.
Üstelik Karakaya, bu raporları yazdığı dönemde, 2011 yılında sağlık sektörünü eleştirdiği için Ergenekoncu ilan edilmiş ve Adalet Bakanlığı Kurul Komisyonuna alınmaktan son anda vazgeçilmiş bir isim. 8 yıl sonra ise bugün ‘terörist’ yaftasıyla yargılanıyor.
Silivri Cezaevinde 16 ay hücrede kaldıktan sonra mahkemeye çıkarılan Karakaya, casusluk suçlamasından Kasım 2019’da beraat etti. Örgüt üyeliğinden ise 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
“HABERAL’IN 22 AYLIK TİYATROSUNU SONLANDIRDIĞIM İÇİN BURADAYIM”
Osman Karakaya, iki yıldır hapiste intikam uğruna tutulduğunu ve ‘yalan ve yanlış’ rapor düzenlediği iddialarını 21 Haziran 2019’da yaptığı savunmasında çürüttü. Özellikle Ergenekon davalarında hapis yattıktan sonra tahliye edilen Başkent Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal hakkında yazdığı 54 sayfalık raporla ilgili iddiaları ayrıntılı bir şekilde anlattı. Haberal’ın müşteki sıfatıyla kendisine açtığı davayı 3. celsede geri çekmek zorunda kaldığını söyledi.
Prof. Dr. Mehmet Haberal, Ergenekon operasyonları kapsamında 7 Nisan 2009’da tutuklanmış ve aynı gün geçirdiği kalp spazmından sonra iki yıl Cerrahpaşa Hastanesinde tek kişilik odada kalmıştı. 11 Mart 2011’de ise Karakaya’nın raporuna binaen Silivri Cezaevi’ne gönderilmişti.
Savunmasına kendini tanıtarak başlayan Osman Karakaya, “Ben evet Ergenekon, Balyoz tutuklularına baktım doğrudur ama üzerinden 2009’dan itibaren sayarsanız 10 yıl geçmiş, hakkımda tek bir iddia, dava yok ve bu davaya müdahil olmuş olan herhangi bir müşteki, mağdur kimse de yok. Mahkemenizin ayrıca madem ki Ergenekon, Balyoz tutuklularına yanlı ya da yanlış rapor yazdığım, yönlendirmeli usulsüz rapor tanzim ettiğim yönünde iddiaları var, haklı olabilir, bu haklılığını ispat için söz konusu mağdurlara CMK kapsamında 234/B taksiminde, bu şahısları da ‘arkadaşlar sizi mağdur eden doktoru tutukladık, 16 aydır da hücrede tutuyoruz, buyurun gelin davacı olun’ diyebilirsiniz, bu da denmedi. Dolayısıyla ortada mağduru, müştekisi de olmayan bir dava, bir intikam süreci yürütülüyor.” dedi.
“Ben burada Mehmet Haberal’ın 22 aylık Haseki tiyatrosunu sonlandırdığım için bulunuyorum.” ifadelerini kullanan Karakaya şöyle devam etti:
“JİTEM KOMUTANI VE ODA TV EDİTÖRÜ BENİM RAPORUMLA TAHİYE EDİLDİ”
Karakaya, Mehmet Haberal raporuyla ilgili suçlandığını ancak bu suçlamayı yapanların OdaTV’den Doğan Yurdakul ve JİTEM görevlisi olduğunu bizzat söyleyen Albay Arif Doğan’ın kendisinin verdiği sağlık raporlarıyla tahliye edildiklerini görmezden geldiklerini belirtti:
“MİT belgesinde açıkça diyor ki Ergenekon, Balyoz süreçlerinde yanlı ve yanlış raporlar tanzim etmek, ikinci başlık olarak diyor ki Mehmet Haberal’la ilgili hayati tehlike taşıyor olmasına rağmen Haseki’deki doktorların itirazını da ciddiye almayarak cezaevine göndermek, aynen bu şekil… Mehmet Haberal 22 ay boyunca tiyatro ile o hastanede tutuldu. Beni ilgilendirir mi 22 ay, kalsın hiç önemli değil. Ama ben Adli Tıp Kurumunda önüme gelmiş dosyalara adam gibi baktım, namusluca baktım ve iki tane de ismi doğrudan tahliye ettim. JİTEM Komutanı Arif Doğan ve Oda TV Editörü Doğan Yurdakul, inanır mısınız bu adamlar tahliye olduklarına inanamadılar. Ben 3. İhtisas Kurulunda bu adamları muayeneye aldım, baktım, çıktım 3. İhtisas Kurulu Başkanı Sadi Çağdır’a dedim ki hocam bu adam çıkacak. Hayır diyemez, demedi.”
Arif Doğan (solda) 14 Temmuz 2008’de Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alındı. 5 Ağustos 2013’te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 47 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sağlık durumu ve yaşı dikkate alınarak adli kontrol uygulaması şartları kapsamında tahliye edildi. “Odatv” davasında tutuklu olarak yargılanan gazeteci Doğan Yurdakul, 22 Şubat 2012’de aynı nedenlerle İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edildi. Doğan, 14 Ekim 2014’te, Yurdakul ise 3 Eylül 2017’de hayatını kaybetti.
“MEHMET HABERAL BANA AÇTIĞI DAVAYI GERİ ÇEKTİ”
Osman Karakaya, Ergenokon sürecinde yargılanan Nusret Taşdelen, Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Levent Ersöz gibi isimler hakkında da rapor verdiğini ama bugün onların hiçbirinin kendisi hakkında şikayetçi olmadığını da ifade etti.
Sadece Mehmet Haberal’ın dava açtığını belirten Karakaya, “Benimle birlikte 3. İhtisas Kurulunu dava ettiler. Dava açıldı, ben ki hem insaniyet gereği hem de tıbbi etik gereği o 22 aylık tiyatroda bulduğum her ayrıntıyı, her açığı rapora yazmadım. Niye o doktorlar, orada o işe karışan adamlar mağdur olmasın… Mehmet Haberal koştura koştura avukatı vasıtasıyla beni dava etti. Ben de adamlığımdan meslek haysiyetini korumak adına Haseki’deki namussuzlukları rapor etmediğim için, akılsız bir adam olmadığım için bir kenarda tuttuğum dosya içindeki bazı bilgileri, bazı kritik bilgileri o zamanki avukatım vasıtasıyla dedim ki mahkemeye eczane ilaç dökümüyle ilgili bazı ayrıntılandıramadığım ve anlamlandıramadığım hususları lütfen soralım dedim. Yine isim ya da olay vermiyorum. Ne oldu biliyor musunuz 3. celsede Mehmet Haberal ve avukatı davayı geri çekti.” dedi.
“İKİ DOKTOR GELİP YANIMDA AĞLADI”
Mehmet Haberal’ın hayati tehlikesi olmadığı halde hastanede kalabilmesi için ‘hayati tehlikesi vardır’ raporu veren doktorlardan ikisinin kendisinden özür dileğini ifade eden Karakaya, “Bir tanesi yanımda ağladı. Dedi ki lütfen bu raporu insaflı yaz, bizimle alakalı… Doktor Bey benden yaşça da büyüktü, yanımda ağladı ve ona dedim ki hocam bak burada ağlama. Yapman gerekeni zamanında yapsaydın, burada ağlamazdın. O zaman Haseki’yi ben toptan kapattırırdım. Mehmet Haberal’ı da avukatını da iftiracılıktan mahkum ederdim. Bu hakkım saklıdır” ifadelerini kullandı.
“TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİNİ ÜZERİME SALDILAR”
54 sayfalık raporun noktasına, virgülüne kadar doğru olduğunu söyleyen Karakaya, o dönemde Türk Kardiyoloji Derneğinin üzerine salındığını da savunmasına ekledi:
“… Mehmet Haberal buraya gelemez. Niye, çünkü burada yüzleşebileceği bir imkan bulamazlar. O dosyayı ben yazdım, 54 sayfadır, eğer onda bir virgül hatası olsaydı, üzerime o dönem Türk Kardiyoloji Derneğini saldılar. Haseki Kardiyolojinin bütün hocaları ki 22 ay boyunca sakladıkları adam ve kendisi Başkent Üniversitesinin rektörüdür. Emrinde onlarca kardiyolog çalışıyor. Zannetmiyor musunuz ki bu adam bu raporu inceleyin ya şu adamın raporunda bana bir usulsüzlük bulun dememiş olsun, mümkün müdür değildir, var mıdır yoktur.”
KOSOVA’DAN KAÇIRILIŞI VE UÇAKTA İŞKENCE
Cemaat soruşturmaları kapsamında Cihan Özkan, Kahraman Demirez, Hasan Hüseyin Günakan, Mustafa Erdem, Prof. Dr. Osman Karakaya ve Yusuf Karabina, Kosova’dan MİT tarafından özel bir uçakla kaçırılarak Türkiye’ye getirilmişti.
Osman Karakaya, Türkiye’de rüzgar tersine dönünce çalıştığı Bakırköy Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde sürekli soruşturma geçirmeye başladı. 30 Mayıs 2016’da görevinden istifa etti. Yaşamını ve mesleğimi idame ettirebilmek için 2 ay sonra ailesiyle birlikte Kosova’ya yerleşti. Burada Amerikan Hastanesinde doktorluk yapmaya başladı. Ama kısa sürdü. Hastanenin CEO’su, Türk Büyükelçiliği ve konsolosluk tarafından sıkıştırılıp, taciz edilince iş sözleşmesi feshedildi.
Karakaya bu kez Mali’de iş buldu, ailesini Kosova’da bırakıp çalışmaya gitti. Peşini orada da bırakmadılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mali’ye yaptığı ziyaret sırasında “O doktoru verin, çalıştığı hastaneyi de kapatın.” dedi. Ama Mali Cumhurbaşkanı bunu kabul etmedi.
Osman Karakaya, eşi ve 3 yaşındaki oğlunu ziyarete gittiğinde (29 Mart 2018) evinin kapısını Kosova polisleri çaldı. Kendisini yabancılar ofisine götüreceklerini, oturumuyla ilgili küçük bir sorun olduğunu söylediler. Yolda silahlar çıkarıldı, arabanın yönü Priştina Havaalanına döndü. Karakaya ve birlikte kaçırıldığı diğer 5 kişi uluslararası hukuka aykırı bir şekilde MİT’e teslim edildi.
Osman Karakaya, uçakta yapılan işkenceleri savunmasında şöyle anlattı:
“Azılı bir insanmış gibi ben uçak zemininde yatırılarak ve tekmelenerek getirildim. Bunları hak edecek ne yaptım, hiçbir şey. Sabah yatağımdan kalkıyordum, Kosova polisleri bana dedi ki seni imigrasyon ofisine götüreceğiz, oturumunla ilgili sıkıntı var, bizde saf gibi kandık, pasaportumuzu, belgelerimizi aldık, gittik, oradan zıt döndüler nereye Priştina Havaalanına. Nereye gidiyoruz derken çekti bir tanesi silah bağladı, beni verdi MİT’e. Suçum nedir hiçbir şey.”
KOSOVA’DA HÜKÜMET KRİZİ OLDU
Kosova devleti, rüşvet alarak Osman Karakaya ve 5 kişinin kaçırılmasını sağlayan emniyet yetkililerini görevden aldı, soruşturma başlatıldı. Bir araştırma komisyonu kurdu.
Komisyonun 31 ayrı ihlal tespit ettiğini belirten Karakaya, “Kosova Cumhuriyet Savcısı, bu iş Cumhurbaşkanı Hashim Thaçi’ye kadar gitse bile peşini bırakmayacağız, dedi. Peki bizim Cumhurbaşkanımız ne dedi, paketleyerek getirdik o teröristleri dedi. Sonra da afedersiniz diyor ki ben hiçbir vatandaşına terörist diyecek kadar enayi değilim diyor. Ben vatandaş değil miyim, benim teröristliğimin karinesi nedir?” diye yazdı.
NE İSA’YA NE MUSA’YA
Osman Karakaya, esen rüzgara göre yön değiştirmeyen, sıra dışı bir doktor, sıra dışı bir akademisyen. 2011 yılında Hekim Hakları Derneği’nde yaptığı konuşma nedeniyle ‘Ergenekoncu’ ilan edilen ve Adalet Bakanlığı Kurul Komisyonuna alınmaktan son anda vazgeçilen Osman Karakaya’ya, 8 yıl sonra ‘fetöcü’ yaftası yapıştırıldı. Kendisinin ifadesiyle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildi.
O dönemde Hekim Hakları Derneğinin genel sekreteri olan Karakaya, sağlık çalışanlarının hakkını, hukukunu savunan bir panelde konuşma yaptı. Söylediklerine sinirlenen sağlık müdürü toplantıyı terk etti. Ankara’da bakanlık sallandı, ‘o iti alırız şeflikten’ diye Sağlık Bakanlığından haber geldi. Karakaya, panelde neler anlattığını ve sonrasında yaşananları savunmasında şöyle özetliyor:
“2002’de kadrolu çalışan sayısı 245 bin, taşeron ise 11 bindi, 2010 yılına gelindiğinde ise kadrolu 329 bin, taşeron ise 113 bin kişidir. Bu modern kölelik ve köle simsarlığı sistemidir. AKP’lilerin iş alanı olarak kurulmuş, yeni bir saha doğmuştur. İnsani vebal boyutu bir yana başhekimler açısından iş müfettişleri ve iş mahkemelerinin hedefi haline getirilmelerine yol açacak bir sürü teknik mahzuru içinde barındıran bir durum ortaya çıkmıştır.
Sağlık Bakanlığı bürokratlarının umursamazlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişleri ile sağlık idarecilerini karşı karşıya getirmektedir. Ameliyatlar 3 kat artmıştır. Türkiye’ye dayatılan sağlığın bir hizmet değil, bir sektör olduğu dolayısıyla daha fazla tüketilmesi gerektiğidir. Bir ülkede hekimler baktıkları hasta sayısına göre ücretlendirilmeye başlanırsa yıllık hastaneye başvuru sayısı 2 katına, yapılan ameliyat sayıları da 3 katına çıkarsa orada sağlık sisteminin halkın menfaatine olduğunu söylemek mümkün olmaz diye devam eden bir sürü başlık var.
Ben bu konuşmayı yaptığım zaman Tabipler Odasının siyasi görüşünü bilirsiniz. İstanbul Tabip Odasından gelen mesaj su, bizden daha komünistler varmış. Benim bunları yazdığım, konuştuğum zamanlarda cemaatle AKP yazıyla tura gibiydi. Ben bunları yazdığım süreçte benim yazdığım Haberal raporu da çıktı. Arada 1-2 ay var. Bu arada Adli Tıp’ta raportör olarak çalıştığım için Adli Tıp Kurumu Başkanı da kardiyoloji kurul üyesi bulunmadığı için beni Adalet Bakanlığına kurul üyeliğine teklif etti. Bir dilekçeyle müracaat etti. Müracaatın neticesi az evvel kısmen okuduğum belgenin içeriğinden dolayı reddedildi.
Bu konuşmanın yapıldığı pazar gününün ertesi pazartesi akşamında saat 11’de o zamanki Adli Tıp Kurumu Başkanı beni arıyor ve bana diyor ki ‘Adalet Bakanı Müsteşarı aradı, senin kardiyoloji kurul üyeliğine teklif ettiğin adam Ergenekoncu, o zamanlar öyleydi, AKP’ye laf eden herkes Ergenekoncu’ydu… Bugün niçin buradayım FETÖ’cü olduğum için. Biz durduğumuz nokta itibariyle o gün İsa’ya bugün de Musa’ya yaranamadık. Neden çünkü bizim kimsenin çizgisiyle bir işimiz yok, biz işimizi yaptık… Ben dediğim gibi Türkiye’nin değişen konjonktürüne ayak uyduramayan bir akademisyenim. Hiç kimseyle hiçbir davam olmamıştır, hiç kimsenin ne adamı olmuşumdur, ne örgütün üyesi olmuşumdur, ne talimatla iş yapmışımdır.”