İşte Bülent Korucu'nun o yazısı:
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide'nin uzantısı olduğu iddiasıyla yargılaması devam eden Tahşiye Grubu'na kumpas kurulduğuna dair iddianame hazırlandı.
Dünyanın ortalama hukuk devleti olan hiçbir ülkesinde böyle cümle kuramazsınız. Yargılama bitmemiş, yerel mahkeme beraat kararı vermemiş, Yargıtay bunu onamamış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kendisini hem yerel mahkemenin hem de Yargıtay'ın yerine koyarak sanıkların suçsuz olduğuna ve onlara kumpas kurulduğuna karar vermiş. Bazı gazeteciler de bu hukuk anarşisini görmezden gelip iddianameye dair yazılar yazıyor. ‘Son örtücü' Yıldıray Oğur'un yazısı kasıtla yazıldığı için fazla mesai harcamayı hak etmiyor, ona ilerleyen bölümde kısaca değineceğim. İnternet gazetesi Radikal'in Yayın Yönetmeni Ezgi Başaran'ın nispeten objektif durmaya çalıştığı yazılarını ise genişçe analiz etmek istiyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim ki; Başaran, bir yazar ve yayın yönetmeninden beklediğim ince işçiliği ve çabayı göstermemiş. Çok yüzeysel ifadeleri ve teknik hataları var; belki de darbe davalarından kalma öfkesi buna engel olmuş.
Başaran'ın en temel gazetecilik hatası suçlamaların başlangıç noktasındaki konuşmayı dinlememiş, okumamış olması. Okusaydı bu hataları yapmazdı diye düşünüyorum. Yardımcı olayım, Vatan Gazetesi 9 Nisan 2009 tarihli nüshasında haberi “İrtica bahane! Yarın Tahşiye diye bir şey icat edebilirler” başlığı ile vermiş. Ara başlık ve metin daha dikkat çekici: ‘İrtica yaygarası kopar'. Ardından haber şöyle devam ediyor: “Gülen, açıklamasına şöyle devam etti: Türkiye'yi ne alakadar eder bunlar? Türkiye'de Hizbülvahşet'ten sonra bunu da icat ettiler. Yarın Tahşiye diye bir şey icat edebilirler, Allah korusun. Kitap okuyan Müslümanlarla, okudukları kitaplarla ayakta durmaya çalışanların içine sokmaya çalışabilirler. Kitapların sahibi zatın posterlerini evlerine asabilirler. Ellerine de Kalaşnikofları verirler. İki yerde eylem yaptırıp, demek ki fırsat bulunca bunlar da silaha sarılabilir derler. Çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vurmak isteyebilirler.” Siz buradan Tahşiye grubunun lehine mi aleyhine mi anlam çıkarırsınız? Vatan lehe yorumlamış. Başaran'ın gazetesi Radikal de farklı yaklaşmamış; ara başlıkları şöyle: ‘Bazıları yeni bir irtica yaygarası koparabilir' ve ‘Çuvaldızı bile olmayana terörist derler'.
HİDAYET KARACA'NIN ZAMAN MAKİNESİ Mİ VAR?
Ezgi Başaran, daha büyük yanılgıya ise Gülen ile Hidayet Karaca arasında geçtiği öne sürülen telefon konuşmasında düşüyor: “Bir anda hiç duyulmadık bir Tahşiye lafının dizinin akışına uymayan ve diziye Fethullah Gülen ile Hidayet Karaca'nın yaptığı telefon görüşmesinden sonra -Gülen isteğiyle- eklenen Karanlık Kurul bölümünde geçmesi hayli ‘ilginç.'” diyor.
1) İddia edilen görüşmeyi taraflar yalanlıyor ve montaj olduğunu savunuyor.
2) Doğru bile olsa mahkeme kararıyla hukuka uygun yapılmış dinleme olmadığı için delil niteliği taşımıyor.
3) Yayınlayanlar bile görüşmenin 21 Eylül 2013'te yapıldığını savunuyor.
Ezgi Hanım'ın tezine göre Hidayet Karaca zaman makinesine binip dört yıl önceye gitmesi ve senaryoya o bölümü eklemesi gerekiyor. Zaman makinesi henüz sadece filmlerde var!
Tahşiyeciler, Nur camiasında iç eleştirilerden en fazla nasibini alan grup diyebiliriz. Abdülkadir Badıllı, bunlar hakkında reddiyeler kaleme almıştı. Badıllı'nın hüküm cümlesi şöyle: “Molla Muhammed Muşi kendini Mehd-i Azam, Amerika ile mücadele eden Üsame bin Ladin'i, Mehdi'nin öncü kuvveti ve askeri görüyor. Ladin, İslam devletini kurduktan sonra ‘zimamı' Mehdi'ye verecek.” Birisi neden Badıllı değil de Gülen'in Tahşiye'ye kumpasla suçlandığını izah edebilir mi?
MİT'İN TAHŞİYE RAPORUNU KORG. PEKİN DOĞRULUYOR
Ezgi Hanım, MİT ve Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı'nın Gülen'in konuşmasından önce Tahşiye ile ilgili raporlarını savcının beyanına dayanarak çürütmeye çalışıyor ama başaramamış. MİT'in raporunu dönemin İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin doğruladı: “Bu konuda da bize MİT'ten gelen bir konu var. Tahşiye konusunda MİT'ten bir bilgilendirme aldık. Bana gelen bilgilendirmeyi ben de imzalayarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na (KKK) göndermişim. Diğer komutanlıklara da göndermişim. Ama o çıkan evrak, KKK'ya gönderdiğim evraktır. Bütün olay budur.” Ezgi Başaran, Ergenekon'dan aylarca hapis yatan Pekin'in paralel olduğunu ileri sürmeyecektir sanırım. Yazıda ilgili raporu basitleştirme çabası da gözden kaçmıyor. İhaleye giren bir firmaya dair rutin bir araştırma gibi sunulan raporda şunlar var: “M.Doğan ve grup mensuplarının, Üsame bin Ladin ve El Kaide terör örgütüne tam anlamıyla destek vermekte olup, M.Doğan, El Kaide terör örgütü ile ilgili olarak “El Kaide'nin süper bir güç olduğu, El Kaide'nin içerisinde her milletten mücahidin olduğu ve ümmetçi kimlikli bir İslâm ordusu oluşturduğu, bu ordunun Mehdi'nin emri ile kâfirle savaşı başlattığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kâfir olduğu, Türkiye'nin de İslâm ordusu El Kaide'nin vereceği savaşla kurtarılacağı, kendisinin öncelikli hedefinin Türkiye'deki bütün medreseleri kontrolü altına alarak El Kaide'nin hizmetine sunmak olduğu” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur… Üsame bin Ladin'i “Mehdi'nin komutanı”, El Kaide'yi ise “Mehdi'nin askerleri” olarak açıklamıştır… M.Doğan, El Kaide terör örgütü ile ilgili düşüncelerini, güvenlik gerekçesi ve değişik bölgelerde bulunan grup mensuplarının olaylara yaklaşım tarzlarının farklı olması nedeniyle her yerde açıkça ifade etmemeye özen göstermektedir.” Metinde, M.Doğan'ın El Kaide terör örgütünü desteklemeyenleri münafık kabul ettiği de öne sürülüyor. Bugünkü internet imkânıyla söz konusu metinlere ulaşmak saniyeler alıyor. Keşke Ezgi Başaran, biraz zahmete katlanıp ana metinlere baksaymış.
TAHŞİYE OPERASYONUNA DESTEK VEREN MEDYA NE OLACAK?
Tahşiye Grubu'na kumpas kurulduysa operasyona destek veren bütün medya, onay veren yetkililer ile hâkim ve savcılar da masaya yatırılmalı değil mi? Operasyona en fazla destek veren Hürriyet gazetesinin manşetine yerleştirdiği ‘Keleşli çocuklar' fotoğrafının nasıl bir algı oluşturacağını düşünün! Unutmadan kayıtlara geçirelim; aynı fotoğrafı Radikal de içeride kullanmış, başlık ise “Türkiye'deki El Kaide yapısı çözüldü”. Yiğit Bulut'un ve CNN Türk'ün yayınladığı videoları nasıl izah edeceğiz?
Yargı ayağı da farklı değil. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Ocak'ta şüphelileri tutuklar. Daha sonra da tutukluluğun devamına karar veren mahkemelerden biri olur. Bu mahkeme Balyoz sanığı askerlere verdiği tahliye kararıyla biliniyor. Bilhassa Başkan Şeref Akçay'ın tutuksuz yargılama konusundaki ısrarı biliniyor. Ama nedense Tahşiye davasında aynı hassasiyeti göstermemiş. İddianameyi kabul edip tutuklu yargılamaya devam eden mahkemenin başkanı da tanıdık bir isim; Erkan Canak. AKP ve Gülen'i bitirme eylem planı soruşturmasında, Yarbay Dursun Çiçek'i tahliye eden heyetin başkanıydı Canak. Tahşiye sanıkları, Çiçek kadar şanslı olamamış anlaşılan.
SON ÖRTÜCÜ YILDIRAY OĞUR
Yıldıray Oğur, taşındığı yeni mahallede örtme operasyonlarının gözde elemanı oldu. Tahşiye iddianamesiyle ilgili Zaman'ın haberine cevap vermeye çalışırken işine yarar ‘kullanışlı' bir ayıklama yapıyor. Mesela ‘Muş Emniyeti, 32 kişiyi tutukladı' diyor. Tutuklamanın ancak mahkeme kararıyla olabileceğini bilmemesi mümkün mü?
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal ve İstihbarat Daire Başkanı Hüseyin Namal imzalı operasyon belgelerine hiç değinmiyor. O emniyetçiler ‘paralel' olsaydı, ne kadar ‘kullanışlı' bir bilgi olurdu değil mi? Oğur, hemen her ildeki operasyona değiniyor ama Aksaray'ı pas geçiyor, neden dersiniz? Çünkü orada Savcı İsmail Uçar, emniyet müdürü ise Halis Böğürcü; yani en hızlı ‘paralel avcıları'. Aksaray'daki operasyonun muhataplarından biri şikâyetçi olduğu için bu isimleri biliyoruz. Kim bilir başka hangi ilde hangi isimler vardı. Pekâlâ, bu müştekinin şikâyeti neden işleme konulmadı? Kullanışlı olmadığı için mi?