Safvet Senih / samanyoluhaber.com
*Üstad Hazretleri “Ölüm bizim için Nevruz günüdür.” diyor ve gerçekten 1960 Martının Nevruz gününde vefat ediyor. Muhsin Alev (Konevi) Ağabeyimiz anlatıyor: “Üstad gezmeyi bilhassa bahar ve yaz aylarında kırlarda dolaşmayı çok severdi. Mahlukatla, mevcudatla baş başa kalıp, derin derin tefekkür ederdi. İstanbul’da Nevruz Günü kıra giderken, bizi de yanında götürdü. Kırda, ‘Bugün mahlukatın bayramıdır’ diye Nevruz’un önemini bize anlatmıştı. Kırdaki köpeklere ekmek parçası verdi. ‘Bugün, bu Nevruz Bayramından, bu köpeğin bile bir hissesi vardır. Bahar mahlukatın bayramıdır. Biz de onların bayramına iştirak edelim.’ demişti. Çok sevinçli bir hâli vardı Nevruz Günü.”
*Sezai Karakoç Bey de “Baharın salavatı güller” diyor.
*Muhsin Alev Ağabeyimiz bir hatırasında da şöyle diyor: “Yine güzel bir bahar günü… Günlük güneşlikti… Ziya Arun kardeşimiz de beraberimizde namaz kılmak için Yavuz Selim Camiine gittik. Namazı camide kıldıktan sonra, caminin önündeki eski Bizans su sarnıcı, o zamanda çiftlik olan yeşil bahçeliğe indik. Çiftlikte rengârenk tavus kuşları vardı. Üstad kuşları görünce onlarla çok alâkadar oldu. Hayran hayran dakikalarca temâşâ etti. Sonra bize dönerek, hislerini şöyle ifade buyurdu: ‘Nur Risalelerinde bu kuşlardan bahsetmiştim’ diye onlardaki İlâhî sanatı nazara vererek dersler yaptı. Kuşların sahibine para verdi. Bu para ile kuşlara yem almasını söyledi. Belki de, on–onbeş dakika sevinç ve huzurla tavusları seyretti.” (N. Ş. Son Şahitler-4)
*Şemseddin Yeşil Efendinin mensuplarından merhum Kemal Baştuğ ile görüşmüştük. Bana anlattıkları N. Ş. Ağabeyin “Son Şahitler-4” te de rastladım:
“Bediüzzaman’ı ilk defa 1952’de Gençlik Rehberi Mahkemesinde gördüm. Mahkeme salonu o kadar doldu ki, Mahkeme işlemez oldu. Vazifeliler halkı çıkaramayınca Bediüzzaman’dan yardım istediler. Bediüzzaman Said Nursi, ‘Beni sevenler dışarı çıksın’ dedi ve ilave etti: ‘Beni sevenler teker teker içeri gelsin.’
Salon doluncaya kadar girdiler. Mahkemede, yanında avukatlarından Abdurrahman Şeref Laç vardı.
“Mahkeme’nin çıkışında Bediüzzaman Hazretlerinin yürüyerek gitmesi mümkün olmadığından bir arabaya bindirildi. Çünkü caddede mahşerî bir kalabalık vardı.
“Daha sonra kendisini Sirkeci’de Akşehir Palas Otelinde ziyaret ettik. Ziyaretine gittiğimizde kapıda talebeleri bizi içeri almadılar. ‘Şemseddin (Yeşil) Efendi bizi gönderdi.’ dedik. Talebeleri kendisine haber verince, Hazret merdivenden ‘Siz gelin’ diye işaret etti.
“Biz yanına girince, ‘Ben sizi tanımıyorum, ancak Şemseddin Efendi ile tanışıklığımız vardır, onunla Denizli Mahkemesinde beraber idik.’ dedi.
“Son defa ise İstanbul’un fethinin 500. Yıldönümü merasimleri sırasında görüştük.
“Merasimleri seyretmek için Topkapıya gitmiştim. Ancak orada merasim bölüğünün Yedikule’ye gittiğini ve oradan da Fatih Camii avlusundan geçeceğini söylediler. Cami avlusunda resmî vazifeliler için yerler hazırlanmıştı. Biz de yaya olarak Topkapı’dan Fatih’e gittik. Bediüzzaman Hazretleri yolun ortasındaki ağaçlardan birine dayanmıştı. Yanımdaki arkadaşım İhsan’a dedim ki, ‘Bu, Bediüzzaman Said Nursî değil mi?’
“Evet’ dedi. Biz hemen geri döndük. Selam vererek hürmetle elini öptük. Ayakta durmasına tahammül edemedim. Hemen koşup bir çayhaneden sandalye getirdim, oturması için kendisine takdim ettim.
“Teşekkür etti. ‘Camiye gidecektim. Madem ki, sandalye getirdin, hatırın için oturacağım.’ dedi. Biraz oturduktan sonra müsaade isteyerek ‘Namaza gideceğim’ dedi. Yanındaki adam koluma girdi. Hırka-i Şerif tarafına yürümeye başladılar. Biz de arkasından gidiyorduk. Bu hal milletin nazarını celbetti. ‘Bu zat kimdir?’ dediler. Biz de, ‘Said Nursi’dir.’ dedik. Böylece kendisini takip eden binlerce kişi oldu. Hırka-i Şerif yanındaki câmiye girdik. Namaz kılıp tekrar Fatih Camiinin önüne geldik. Müthiş bir kalabalık vardı. İçeri girmek için polis ve jandarmalar yol açıyordu. Böylece ben de içeri girdim. Herkes yerleşmiş oturuyordu. Bize de dört yer boşalttılar. Said Nursi Hazretleri ortada olduğu halde oturduk.
“Minarelerde salâ okunuyordu. Bu sırada kendimden geçmişim. Uyandığımda, ilk işim sağımda oturan, Bediüzzaman’a bakmak oldu. Sandalyesi boştu. Solumda oturan İhsan’a ‘Nerede Hazret?’ diye sordumsa da, o da bana aynı suali sordu.
“Nerede? Hâlâ o günden bier arıyor gözlerim, bulamıyor.”
Biz en iyisi onu eserlerinde, Risale-i Nurlarda arayalım.