Hendek operasyonları döneminde de Mardin’in Nusaybin’in ilçesinde görev yapan ihraç savcı Kurt, çatışmalar sırasında 18 güvenlik görevlisinin kazayla birbirini vurduğunu söyledi.
Cemaate üye olduğu iddiasıyla kendisine 7 yıl 6 ay, ihraç hakim eşi Banu Kurt’a ise 6 yıl 10 ay hapis cezası verildiğini aktaran Kurt, hapisten çıktıktan sonra memleketi Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde adliyenin karşısında arzuhalcilik yapmaya başladığını kaydetti.
2015 yılında IŞİD’le ilgili yürüttüğü bir dosyayla ilgili 20 Mayıs 2021’de yeni bir soruşturma açıldığını belirten Mehmet Kurt, “Bu dosyadan bana ceza vermek istedikleri belliydi” ifadelerini kullandı.
İki yıl önce Türkiye’den ayrılıp ailesiyle birlikte Almanya’ya göç eden Mehmet Kurt’un hikayesi Alman Schaumburger Nachrichten gazetesine tam sayfa haber oldu. Üç kız babası olan Mehmet Kurt hem yaşadıklarını hem de terör savcısı olarak tanık olduğu olayları Kronos’tan Sevinç Özarslan’a anlattı:
“IŞİD’E DESTEK VERİLEN OLAYLAR OLDU”
‘IŞİD’lileri neden serbest bırakmadın’ diye şu anda soruşturma geçiriyorum. 2014-2015 yılları arasında IŞİD’liler Gaziantep üzerinden Kilis’i çok keskin bir şekilde kullanıyorlardı. Özellikle Malatya, Adıyaman tarafından eleman topluyorlardı. Kilis’te o dönem 7-8 savcı vardı. Bir hafta gece gündüz nöbet tutuyoruz. Bir gün Suriye’den ölenler geliyor, otopsisini yapıyoruz, sınırda birini vuruyor asker, gidiyoruz, ortalık hallaç pamuğu. Devlet masum değil, IŞİD’e destek verilen olaylar oldu. Biri de benim bu dosya.
“11 IŞİD’LİYİ YAKALADIK, TUTUKLANDILAR, İZİNDEN DÖNDÜĞÜMDE SERBEST BIRAKILMIŞLARDI”
11 kişilik bir grup, 5-6 kadın, diğerleri erkek. Bunları Emniyet Gaziantep’ten itibaren takip ediyor. IŞİD’e katıldıklarını biliyor. Sınıra sıfır noktasına gelince operasyonu başlattım, askerler müdahale etti, hepsini gözaltına aldırdım.
Valizlerinden kafa kesmede kullanılan 33 adet bıçak yakalandı. O zamanlarda IŞİD’in kafa kesmesi çok gündemdeydi. Bıçakları adli emanete bıraktık. ‘Yeterli değil’ deliller. Malatya’daki evlerinde arama yaptırdım. IŞİD’e ait bir sürü doküman, kafa kesme görüntülerinin olduğu videolar çıktı.
Hepsinin ifadelerine bizzat girdim, hepsi de net bir şekilde ‘biz IŞİD’e gidiyorduk, IŞİD’ciyiz’ dediler. Kabul ettiler. Biri bunları ben topladım, eleman toplayıp götürüyorum, IŞİD’in içinde öyle etkin bir görevim yok, yemek filan yapıyorum, yemekleri taşıyorum’ dedi ama neticede IŞİD’in içinde görev alan bir eleman. Şahsi kanaatimi sorarsanız IŞİD’in içinde görevler yapmış. Erkekleri tutuklamaya sevk ettik, kadınları adli kontrol şartıyla bıraktım.
İki hafta yıllık izne çıktığım anda Sulh Ceza Hakimi 11 IŞİD’liyi aylık tutukluluk değerlendirmesinde tahliye etmiş. Mahkemeler tutuklular hakkında, 30 günde bir tutukluluğu doğru mu diye değerlendirme yapar. Ben izindeyken Sulh Ceza Hakimi bu kadar delil olmasına rağmen hepsini bırakıyor.
Tahliyeden 7-8 gün sonra adliyeye geldim, şok oldum. Nasıl tahliye edersin karşımızda terör örgütü var, diye bayağı tartıştık. İtiraz süreci de geçtiği için itiraz da edemedim. Ancak tahliye yazısı cezaevine gönderilmediği için meğer IŞİD’lileri tahliye etmemişler. 30 gün sonra fark edince insanları tahliye ettik.
“BÜTÜN OLAYI BENİM ÜZERİME YIKTILAR”
Bakanlığın bir genelgesi var, tahliye yazılarını cezaevine sulh cezanın kalemi göndermek zorunda ama uygulamada bunları savcılara yüklüyorlar. Ben o dönemde izindeyim, gönderilmedi tabi. Velhasıl tahliye yazıları cezaevine gönderilmediği için bu adamlar 30 gün fazladan hapis yatıyor. 30 gün sonra tahliye edilmediklerini fark ettik ne başsavcı ne mahkeme hiç kimse fark etmiyor.
Neticede biz o dönemde “paralelci” ilan edildiğimiz için 2017’de bakanlık hakkımda soruşturma açıyor, diyor ki bu adamları fazladan niye yatırdınız, tahliye edilmesi gerekiyordu diye. Şu an hakkımda görevi kötüye kullanmadan yakalama kararı var. HSYK soruşturma açtı, başsavcının, sulh ceza hakiminin hiçbir sorumluluğu yok, bütün olayı benim üzerime yıktılar. Sen tahliye edecektin, etmedin dediler. Dosyanın başsavcının kontrolünde olduğuna dair belgeler var, genelgelerimiz var. Onları koruyorlar. Olayı bana yıktılar. HSYK izindeki bir savcıyı sorumlu tutamazsın dedi, hakkımda açılan soruşturmadan 2019’da beraat ettim. Geçen yıl o dosyayı bozdurdular ve 20 Mayıs 2021’de hakkımda yakalama var.
“O DÖNEMDE IŞİD BİRÇOK İNFAZ EYLEMİ YAPTI”
Daha kötüsünü söyleyeyim, bu elemanlar teknik takiple dinleniyormuş, Malatya’da, bizimkiler serbest bırakınca adamları bir daha yakalayamadık. Teknik takiple IŞİD’in en önemli adamlarını yakalamışız, kafa kesme bıçağı var, daha nasıl bir delil isteyebilirsiniz, hepsi IŞİD’çi olduğunu kabul da ediyor, o dönemde IŞİD birçok infaz eylemlerini yaptı.
“KARDEŞİM BU KURŞUNU IŞİD’E KİM VERMİŞ? BAŞSAVCI BİZİ ENGELLEDİ”
Urfalı askerleri kaçırmışlardı. O gün de yine ben nöbetçiydim Kilis’te. Olay yerine gitmek istedim, normalde savcının görevi değiştirilmez, başsavcı hemen beni görevden aldı. 17-25’ten sonra ‘paralel’ olayları patlamıştı, benim çok net araştıracağımı biliyorlar. Bu dosyayı başka savcıya veriyorum dedi. O dosyaya bu savcıya bakacak, niye, olay yerine gitmemeniz gerekiyor güvenli değil, benim elimden görevi çektirmeyin, ben bu olayı çözeceğim dedim. Ben ne yapacaktım, askere kurşun sıkıldı, bu kurşunu inceletecektim, kardeşim bu kurşunu IŞİD’e kim vermiş. Başsavcı Halil İnal bunu çok iyi bildiği için olay yerine bizi göndertmedi.
Göz göre göre askerleri sınırda dövüyorlar, kaçırıyorlar ya da üç tane mermi veriyorlar. Ya onlar karşına toplu olarak geliyorlar, teslim olmak zorundasın, sen en fazla üçünü vurursun, hepsi senin vurur gider. Böyle sınırda inanılmaz saçmalıklar var. Bizzat askerin ağzından ifade aldım, bizzat gördük, askeri sürüye sürüye götürüyorlar.
“KİLİS DEVLET HASTANESİ’NDE TEDAVİ EDİLEN IŞİDÇİLER VARDI”
Suriye’de savaşın patladığı ilk dönemlerde haftada 20-30 kişi otopsi için getirilirdi bize. Otopsisini yapar, geri Suriye’ye gönderiyorduk. Sınırda neresi IŞİD’e ait, neresi muhalife ait, neresi Esad’a ait çok iyi biliyorlar. Bildikleri halde, IŞİD bölgesinden de getirmişler, bizim asker IŞİD’le çatışmış, sınırda bir çatışma olmuş yine, bir tane IŞİD’li vuruldu, bir tane de asker şehit vermiştik. Bu IŞİD’liyi getirdiler Kilis Devlet Hastanesi’ne, otopsisi yapılıyor, kolunda bir tane platin bulunuyor ve platinin nerede takıldığını soruyor savcı, Kilis Devlet Hastanesi’nde takılmış. Bakın bu IŞİD’çi gelmiş, biz bu adamı tedavi etmişiz, iyileştirmişiz, göndermişiz öbür tarafa sonra gelmiş bizim askeri şehit etmiş. Bana kimse IŞİD’i desteklemiyoruz demesin, gözümüzle gördüğümüz şeyler vardı.
HENDEK OPERASYONLARI
Hendek operasyonları sırasında HDP’nin de devletin de yaptığı çok büyük yanlışlar vardı. Biz bir sene boyunca yalvardık. Üç tankımız var, polis içeri giremiyordu, yarısını PKK’lılar aldı, takviye gelmezse biz burayı kurtaramayacağız, vatandaş bize diyor ki kardeşim bize hendek kazdırmak istiyorlar, yarın öbür gün bize niye hendek kazdınız diye soracaksınız, bizi buradan alın. Üç tankla giremiyoruz, yukarıya yazıyoruz, sadece Mardin’in bağlı olduğu garnizon komutanlığı gelebilirmiş, onların da o an bir kısmı Silopi’de, bir kısmı Cizre’de. Böyle gerekçelerle kaç defa bize emniyetten siz hedeftesiniz, keskin nişancılar sizi vuracaklar, sadece adliyeye giriş çıkış saatlerinizle yaşayın diye böyle saçma sapan şeyler söylüyorlardı. Ölümü göze alan biziz, eleştirilen de biziz.
“ZIRHLI ARAÇ BOZULUNCA BİR KADINI VE TORUNUNU ÖLDÜRDÜ”
Devletin yaptığı hata, askeriyenin gelen arabaları berbattı. İçlerinde yıllardır kullanılmayanlar vardı. Hata veriyordu, otomatik tarama yapıyordu, bir kadın ve torununu öldürdü. Hendek operasyonlarında 71 şehit verdik, yaklaşık 18 kişiyi kazayla bizimkiler birbirini vurdu. Mesela şöyle bir olay oldu, önde polis aracı, arkada zırhlı araç gidiyor Zırhlı araç hata veriyor, öndeki polis aracını tarıyor. Bunlar hiç bilinmeyen şeyler… Nusaybin’deki polis karakolu İpekyolu Caddesi üzerindedir. Şehrin diğer yolları dar ama İpekyolu öyle değil geniş, oraya biri bomba döşeyecek ve devletin haberi olmayacak. Barış sürecinde 1,5-2 yıl önce döşenmiş. 1,5 ton patlayıcı patladı, orada birçok şehit verdik.
“KAYMAKAM, İKİ MİT GÖREVLİSİ, BAŞSAVCI, TERÖR AMİRİ LOJMANDA TOPLANDIK”
Ben eşimle beraber hep sınırda çalıştım. 2014 seçimlerinde biz fişlendik. Eşimin doğumuna 3 ay kalmıştı, kışın ortasında talebimiz olmamasına rağmen bizi Kilis’ten Mardin’e sürdüler. 15 Temmuz darbe girişimden sonra ilk Nusaybin’de gözaltına alındım. O dönemde sokağa çıkma yasağı var, orası da çok ilginç. 15 Temmuz akşamı bir şeyler oluyor dediler. Tek güvenli yer lojman. Kaymakam, iki MİT görevlisi, başsavcı, terör amiri, hepimiz lojmanda toplandık, bir tek lojman güvenliydi. Ne oluyor dedik. İnternet kabloları çatışmada kesildiği için dünyayla çok bağlantımız yok. Lojmanın altındaki lokale indik, sabah beşe kadar korumalarımızla beraber oradaydık. Olayları televizyondan izledik. Bir çoğu dalga geçti böyle darbe mi olur diye, sonradan hepsi tetikçi oldu.
“KORKUDAN HİÇBİRİ ADLİYENİN ÖNÜNE GİDEMEDİ”
Sabah sorguya gittim, PKK’lıları yakalamıştık, son üç kişi kalmıştı. Ertesi sabah 5’te bitti, bir iki saat uyuduktan sonra tekrar 7-8 gibi uyandık, sorgusunu bitireyim diye. Açığa alınmışım haberim yok, akşamdan bizi açığa almışlar, listeleri göndermişler, sorgudayken beni başsavcı aradı, gerekirse sen onları bırak lojmana gel, bir şey bul lojmana gel dedi. Ek gözaltı verdim, gittim, bize bir yazı geldi, seni tutuklamamız lazım, kafa mı buluyorsunuz dedim. Sabaha kadar ben sizinle oturmadım mı, her şeyi beraber yaşamadık mı, hatta dedim ki adliyenin önüne gidelim, biz devletimizin arkasındayız diyelim, korkudan adliyenin önüne kimse gitmedi, bu teklifi ben sunduğum halde.
“AYNI SOFRADA OTURDUĞUMUZ İNSANLAR BENİ GÖZALTINA ALMAYA GELDİ”
Beni lojmandan çıkartmadı, akşama doğru 7-8 gibi gözaltına aldılar. 10-11 kişi özel namlulu silahlarla geldi, hepsi de beraber aynı sofrada oturup kalktığımız insanlardı. Çok ağrıma gitti, hatta terör amiri, ben savcıma kefilim, beni bu operasyona gönderemezsiniz demiş, terör amiri gelmedi, diğerleri geldi. Bir ay sonra terör amirini de tutukladılar, koğuşuma geldi. Onun daha yapacağı işleri vardı, bütün pis işleri yaptırdılar, sonra da terörist ilan ettiler.
Mardin’e götürdüler, eşimle birlikte üç gün gözaltında kaldık. Eşim üç aylık çocukla kaldı. Dördüncü gün bizi tutuklamaya sevk ettiler. Mahkemede de ne bir delil ne tanık vardı. Sadece açığa alma listesini sundular, hatta hakim ağlayarak tutukladı. Eşim ve üç kadın tutuklanmadı, geri kalan 38 kişi tutuklandı.
Mehmet Kurt: “Savcılıktan sonra köylü Mehmet olmak koymadı bize ama devlet için canını ortaya koyup üstüne terörist yaftası yemek çok ağır geldi.”
“İNTİHARI BİLE DÜŞÜNDÜM”
Mardin’de hapisteyken bunalım geçirdim, intiharı bile düşündüm. PKK’lıların her gün eylemleriyle küfürlerine maruz kaldım. 38 kişi günlük üç saat soğuk su veriyorlar. 40-41 derece, kalpten gitti gidecek insanlar, idam konuşuluyor, aileyle avukatla görüşü kısıtladılar, ölümü bekliyoruz. PKK’lılar günlük eylemlerini yapıyorlar, bu adamları içeriye koyan benim.. Bir ay durdum orada, benim için tehlikeliydi. Bir gece ansızın Urfa Hilvan’a naklettiler.
“DİĞER MEHMET’LERİ BULAMAYINCA ONLARIN DELİLLERİNİ BENİM DOSYAMA KOYDULAR”
Bizim soruşturma Mardin’de başladı. Sonra bütün hakim savcıları Ankara’da topladılar. İşin içinden çıkamayınca herkesin görev yeri ayrı diye olduğu için bağlı bulunduğumuz bölge adliye mahkemelerine özel mahkeme kurdurdular. Mardin Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’ne bağlı olduğu için orada yargılandık ve ceza aldık. Benim dosyamda ben hariç iki Mehmet Kurt daha vardı. İlginç olan üçümüz de Gaziantep’te yargılanıyoruz. Biri Silivri’de 25 yıl görev yapan bir savcı. Onun dosyasına girmesi gereken benim dosyama eklemişler, bu yüzden cezaevinde beni özel koğuşa aldılar. Koğuşa bir girdim, ben 2 yıl staj yaptım, 3,5 yıl da resmi görevim var, daha gencim, diğerleri hepsi başsavcılar, müfettişler. 2-3 ay bunu anlatmaya çalıştık.
Diğeri polis Mehmet Kurt. Onun telefonunda ByLock çıkmış, onu da benim dosyama eklemişler, 1,5 yıl sonra öğrendim bunu. Çünkü bize dosya vermediler, inceleyemedik, duruşmaya gittiğimde öğrendim. Hatta hakimle tartıştık, ilk duruşmada beni bırakmadı. Bunu nasıl kontrol etmezsiniz. ByLock deyince zaten Allah’ın emri 1 yıl yatırıyorsunuz dedim. Bana ait olmayan bir raporu nasıl benim dosyamda tuttunuz dedim. En sonunda ‘pardon sen değilmişsin’ dediler.
“ADLİYENİN KARŞISINDA DİLEKÇE YAZMAYA BAŞLADIM”
Bir ay Mardin, 7 ay Hilvan, 1 yıl da Osmaniye T Tipi’nden kaldım, üç cezaevi gezdik. Çıktıktan sonra suçsuz olduğum konusunda kendime çok güveniyordum, çoğu insan da bana inanıyordu. Ben çok idealist birisiyim, suçsuz olduğuma inanıyorum hukuku getireceğim diye mücadele ettim. Adliyenin karşısında arzuhalcilik yapmaya başladım. Avukatlık yapmak istedim, izin vermediler, engellediler, eşim de yapamadı, hiçbir memuriyetlik yapamıyoruz. Ben de inadına Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde yaşıyorduk, adliyenin karşısında dilekçe yazmaya başladım, zaten yaptığım iş bu dedim.
“AHIRI SIVADIK, EV YAPTIK”
Cezaevinden çıktıktan dört gün sonra dükkanı açtım. Ailem Anadolu ailesi. Babamın annemin sigortası yok, köyden dışarı çıkmamış insanlar. Bir arabam vardı, arabama şerh koydular satamadılar, eşim de annemle köyde kaldı 1,5 yıl boyunca, en çok onlar yandım.
Çıktıktan sonra ablamın ahır gibi bir yeri vardı, ahırı sıvadık, orada kaldık eşimle. O durum bana çok ağır geldi ve 4. günde ben hemen işyeri açtım. Başka şansım yok, param yok mecbur kaldım, biraz da idealistlikten dolayı ben bunlarla mücadele edeceğim.
O süre içinde fazlaca cesur davrandım gelen giden KHK’lıların dilekçelerini yazdım, bir çoğunu ücretsiz yazdım ve hedef olmaya başlamıştım. Terör polisi her gün kapımdaydı, oranın muhtarına soruyorlardı, muhtar da tanıdıktı, bizim ailede temiz bir aile, tanınan bir aile. Muhtar da bu adam ekmeğinde her çeşidi geliyor, dilekçesini yazıyor parasını alıyor o kadar demiş. O da beni destekleyince terörcüler bir şey yapmadılar, sürekli bir tazyik altındaydım.
Kurt ailesinin yaşadıkları Schaumburger Nachrichten’da “Ya gidecektik ya ölecektik” başlığıyla yayınlandı. Mehmet Kurt: Adliyede arzuhalcilik yaparken ciddi güzel para da kazandım, bir yıl içinde daire aldım. Hemen ailemi taşıdım kafamız biraz rahatladı, iki yılda çok güzel para kazandık. Sonra çocuklarımızın geleceğini düşünerek Almanya’ya geldik. Biri 3 yaşına girecek, biri 6, biri de 9 yaşında.