Devlet yine "kötü adam" olmayı seçmişti, Ahmet'in sekiz yıllık ömrü baba hasretiyle bitti
TUĞÇE TATARİ | T24
Bir çocuk.
Kanserli bir çocuk.
Sadece sekiz yaşında.
"Baba" diye inleyerek öldü!
Evet, inandırıcılıktan uzak bulunacak kadar acıklı, izleyene kanal değiştirtecek kadar gerçeklikten uzak; kötülük ve zalimliklerin bir aileyi yok edişinin tamamen gerçek, tamamen taze yaşanmışlıkları bunlar.
Doktordan gelen "baba hemen gelsin, durum ağır" çağrısına rağmen o "son görüş" izni bekletildi, bekletilirken de çocuk öldü, her şey bitti!
Baba çocuğa yetişemedi…
Tüm bu eziyetin nedeni, babanın "cemaatçi olmak"la suçlanıyor olmasıydı.
Yaşananların en başına dönecek olursak...
2018 yılında Harun Ataç çalışmakta olduğu özel yurtta gözaltına alınmıştı. F.TÖ soruşturması kapsamında "örgüt üyeliği"nden yargılanacaktı.
Eşi Zekiye Ataç da aynı zamanda gözaltına alınmış, yurt dışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.
O günlerde altı yaşında olan Ahmet’e kemik kanseri teşhisi kondu.
Tedavinin Türkiye’de devam etmesi imkânsız görüldü, Almanya’ya gidilmesi gerekiyordu.
Annesi yasaklı olduğu için babaannesiyle gitti Ahmet tedaviye.
Oldukça zor ve ağır bir tedavi görürken annesini istedi yanında.
İzin verilmedi.
Tedavinin ilk safhası bittiğinde her çocuk gibi annesinin yanında olmak istedi, döndü.
İkinci safha için anne şartı koydu Ahmet, "Annem yoksa gitmeyeceğim" dedi.
İzin vermediler.
Sosyal medyada kampanyalar başladı; aktivistler, insan hakları savunucuları konunun takipçisi oldu ve güç bela annenin yasağı kaldırıldı.
Aradan uzun bir zaman geçmişti ve Almanya’daki doktorlar Ahmet’in değerlerini beğenmemiş, geç kalındığını, tedavinin sonuç vermeyeceğini, aksine sadece Ahmet’i daha çok hırpalayacağını söylemiş ve geri göndermişti.
Yeni bir kampanya başlatıldı.
Kanserle mücadelede moral çok önemliydi ve artık sekiz yaşında olan Ahmet’in en çok istediği şey babasını görmekti.
Cezaevinden özel izin istendi.
Ahmet babasını görsün diye.
Belki bir umut, moral ve motivasyonla Ahmet’in değerleri iyiye doğru dönerdi.
İzin uzun uğraşlar sonunda geldi, Ahmet babasını gördü.
Kimse bilmiyordu ama o son görüşüydü.
Aradan bir süre geçti.
Artık durumu iyice ağırlaşan Ahmet o süreyi, yanında annesiyle hastanede geçirmişti.
Ahmet Burhan Ataç, anne ile babası tutuklandığı dönemde kemik kanseri hastalığına yakalanmıştı. Anne Zekiye Ataç daha sonra tahliye edildi. Almanya’nın Köln şehrinde bulunan İmmün-Onkoloji Merkezi, Ahmet’i tedavi etmeyi kabul etmişti. Fakat Ahmet ile annesi arasına bu defa Everest Dağı gibi bir pasaport engeli girmişti. Aylarca topluma feryat eden anne Zekiye Ataç, sesini kimselere duyuramadı.
Çarşamba gecesi Ahmet’in doktoru cezaevi savcısıyla iletişim kurdu, durum anlatıldı. Ahmet kötüydü, her an daha da kötüleşebilirdi, baba acilen gelmeliydi.
Savcı bir süre düşündü ve cevabını verdi; "Hayır, ancak sabah gelebilir" demişti.
Ve günlerdir hasta yatağında babasını sayıklayan Ahmet ölmüştü.
Altı yaşında başladığı acı, özlem ve kahır dolu bu yolculuk sekiz yaşında son bulmuştu.
Devlet yine rolünü kötü adamlıktan yana seçmiş ve vicdanlarda yaratacağı yarayı önemsememişti.
Açık konuşalım, Ahmet’in babasına atfedilen suç doğrudur/değildir konumuzla yakından uzaktan ilgisi yoktur.
En basit anlatımıyla...
Bir çocuksa mesele orada her şeyden önce vicdan, orada hak, orada merhamet devreye girmelidir çünkü çocuk gelecektir.
Gelecekten ne bekleniyorsa çocuklara da o verilir.
Koca oteli içinde insanlarla cayır cayır yakan adama "dede"dir, "mağdurdur" deyip bir gece yarısı, üstelik üst düzey talimatla tahliye kararı çıkartanlar...
Sekiz yaşında kanser hastası bir çocuğa aynı empatiyi, aynı yakınlığı hissedemiyorsa orada siyaset değil orada insanlık sorunu vardır.
Hep söylüyoruz; inançlar, görüşler, ideolojiler, ait olunan sınıflar falan, arada uçurumlar dahi olsa, bazı konular mevzubahis olduğunda tek bir ses olabilmelidir. Bu konulardan biri de şüphesiz ki çocuktur.
Bir çocuk bile ortak zeminde buluşturamıyorsa, bir çocuk bile vicdanlara dokunamıyor, yumuşamaya vesile olamıyorsa, o katılıkta, karanlık daha da kararmış ve umutlar tükenmiştir benim açımdan.
Bir çocuğun acı çekerek ölümü izlenebiliyorsa, konuşacak laf bitmiştir.
Bir çocuğa bunu reva gören, üstelik karar şansı elindeyken; kendi veya sevdiklerinin hastalanması söz konusu olduğunda dünyanın bir ucundan özel bitkiler getirtecek, kuş tüylerinde bakılmaları, bir dediğinin iki edilmemesi için tüm yetkilerini, tüm güçlerini seferber edeceklerdir ki zaten meselenin en acıklı kısmı da budur.
Kendi çocuğu dışında tüm çocukların ölümünü izleyebilenler, canlılar dünyasının en zararlı, en tehlikeli canlıları olarak adlandırılmalıdır.