Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
Herşeyi yaratan, insanı mükemmel şekilde donatan, yaratılan bütün varlıkları insanın emrine veren Allah’dır. Böylesine paha biçilmez değerle insanı donatan Allah (cc), akla kapıyı açıp insanı irâdesinde serbest bırakarak imtihana tâbi tutmaktadır.
İnsanların tâbi tutuldukları bu imtihandan kaybetmemeleri kazanmaları için; yanılmayan, yanıltmayan Kelâm-ı İlâhi ile yönlendirmiş, Kur’an’ı yanlış yorumlamamak, kendi çıkarları adına istismar etmemeleri içinde, Rehber-i mükemmel Muhammed-ül Emin hâtem-ün Nebi Efendiler Efendisi Hz. AhmediMahmudu Muhammed Mustafa’yı (sav) rehber olarak vazifelendirmiştir.
Buna rağmen, kendini Rabbine adayan, gece gündüz hakkı temsil edenlere mukâbil, Allah’a ve Resûlü’ebaşkaldırıp isyan eden, düzeni bozup masum insanlara zulmeden, öldüren, etrafı yakan yıkan zâlimler tarih boyu hep olmuştur, kıyamete kadar da olacaktır.
Günümüzde de, şeytan saltanatı ve hakimiyyeti yolunda onlara tâbi bulunan zâlimler, münâfıklar, ihânet şebekeleri; kitleleri kimlikleriyle, yalan yanlış beyanlarıyla sürüklemektedirler.
Allah’a (cc) ve Resûlullah’a (sav) inanan her mü’min, Allah’dan ve Resûlullah’dan gelen bütün emir ve yasaklara itaat edeceğine biat etmiş, söz vermiştir. Allah (cc) kulunun gizli açık her şeyinden haberdardır. Allah, bakışımızı, duyuşumuzu, niyetlerimizi bilmektedir. Mü’min hayatını buna göre tanzim eder ve etmelidir. Aynı şekilde yanılmayan, yanıltmayan Efendimiz ‘e (sav) verdiği sözü yerine getirmeye çalışır ve çalışmalıdır.
Ehl-i imanın en önemli özelliği Tevhid’e, erkân-ı imâniyeye inanmalarıdır. Dünyada Allah’ın tavzif buyurduğu melekler Kirâmen Kâtibin, menfî-müsbet herşeyi, iyi-kötü bütün niyetleri kayda almaktadır. Bunlara inanan her mü’min, buna göre kendini şekillendirmek zorundadır.
Vücudun en muhkem yerine yerleştirip saat gibi çalıştırdığı, gerçek mâhiyetini Allah’ın bildiği ruh ile enerji verdiği beyt-i Hüdâ olan kalbe; ‘Muhabbetullah ve Mehâfetullah’dan başka şeyin gerçek mânâda oraya girmemesi gerekmektedir. Allah (cc) Tevbe sûresi 24. âyette bu hususa dikkat çekmekte ve şöyle buyurmaktadır: İnsan; dünya, anne-baba, eş, evlat, kardeş, bütün bunları Allah için sevmesi gerektiğine iman edip inanmalıdır.
“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.”
İnsan; dünya, anne-baba, eş, evlat, kardeş, bütün bunları sevmeli, ama Allah için sevmeli ve sahip çıkmalıdır. Bunun farkında olan aklı başında mü’minler, Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı bağlanan, küfr-ü mutlaka, nifak şebekelerine karşı tevhidi temsil edip, diklenmeden dimdik duran, nefsini ve neslini, malını ve canını davası adına fedâ etme pahasına kendini Hakk’a adayan kahramanlar, gönül erleri ve fedâkârlar, hak bildikleri yolda mücâdelelerine devam etmektedirler ve kıyâmete kadar da -biiznillah- devam edeceklerdir.
Gerçek mü’minin en önemli vasfı, özelliği; hayatın en acı ve en güzel anlarında da olsa, Allah’ın rızasını gözetmek, Allah ve Resûlüne, Kur’an ve Sünnet’e gönül rızâsı ile uymak ve itaat etmek olmalıdır. Bunun aksine hareket ve davranış nifaktır.
Bir de dünya misafirhânesinde Allah’ın yarattığı varlıkların en şereflisi ve değerlisi, kâinatın emrine verildiği insanın, yaratılış gâyesine uygun hayat sistemini benimsemesi, saâdet-i dâreyne kavuşabilmesi için; ifrat ve tefritten uzak, sırat-ı müstakim üzere bir hayat yaşamalıdır.
Nur sûresi 55.ayette Cenâb-ı Hak(cc); “Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki;daha önce müminleri dünyada hâkim kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir.Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar.” Buyurmaktadır.
Nebîler Sultanı Efendimiz’in (sav) irşadından nasîbi olmayan nice talihsiz insanlar olmuştur. Allah (cc), verdiği akıl ve irâde ile insanın, tekvîni ve tenzîliolarak gönderilen, kâinat kitabı ve Kur’an-ı Mûciz-ül Beyan’ı inceleyerek hidâyeti tercih edip kabul etmesini ve gerçeğe yönelmesini murad etmektedir.
Şuâra sûresi 150, 151 ve 152. âyetlerde Cenâb-ı Hak(cc);“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Sakın işi gücü dünyâda fesat çıkarıp nizâmı bozmak olan, düzeltme için ise hiç bir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın!” uyarısında bulunmaktadır.
Yine Şuâra sûresi 181, 182 ve 183.âyetlerde Yüce Allah (cc); “Ölçeği, tam ölçün de eksik ölçüp hak yiyenlerden olmayın! Doğru terazi ile tartın, halkın hakkından bir şey kısmayın! Ülkede bozgunculuk yaparak nizamı bozmayın.” İkâzında bulunmuştur.
Aynı sûrede devam eden âyetlerde Cenâb-ı Hak; “(Şeytanlardan bahsediyorlar) şeytanların asıl kime indiğini bildireyim mi? Onlar yalan ve iftiraya, günaha düşkün kimselere inerler. Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar.”(Şuâra, 221-223)
“Ancak iman edip, güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme mâruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna! Zalimler de nasıl bir inkılab ile devrileceklerini, yakında öğrenirler.” (Şuâra, 227)
Cenâb-ı Hak (cc) Neml sûresinde 50. Ve 70.âyetlerde şöyle buyurmaktadır: “Onlar bir tuzak kurdular, ama tuzaklarına karşı Biz de tuzak kurduk, kendileri farkında olmadan onların tuzaklarını bozduk, onların planlarını altüst ettik.” (Neml, 50)
“Sen onlardan ötürü sakın üzülme ve onların kuracakları tuzaklardan dolayı asla tasalanma!” (Neml,70)
Yine Kasas sûresi 50.âyette Rabbimiz; “Eğer senin bu dâvetini kabul etmezlerse, bil ki onlar sadece heva ve heveslerine uymaktadırlar. Halbuki, Allah tarafından bir delil olmaksızın kendiheva ve hevesine tâbi olandan daha şaşkın ve sapkın kimse olabilir mi? Allah, zulmü kendine meslek edinen kimseleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.” (Kasas, 50)
İnanan ehl-i iman şu hususlara dikkat etmeli, ona göre tedbirli ve hassas olmalıdırlar:
Ankebût sûresi 2. ve 3. âyetlerde; “Müminler sadece ‘İman ettik’ demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler?” “Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik.”
“İman edip güzel ve makbul işler yapanların elbette günahlarını örteceğiz ve onların yaptıkları çalışmaları en güzel şekilde mükâfatlandıracağız.” (Ankebut,7)
“Biz insana, yapacağı en hayırlı iş olarak, annesine ve babasına iyi davranmasını bildirdik. Ama bununla beraber, onlar senden, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, Bana şirk koşmanı isterlerse, itaat etme! Hepinizin dönüşü Bana’dır ve Ben de yapageldiğiniz şeyleri bir bir bildirip karşılığını vereceğim.” (Ankebut, 8)
Hususiyle ehl-i iman, ifrat ve tefritten uzak muvazene unsuru olmak üzere, ‘emr-i bil maruf nehy-i anilmünker’ yâni; ‘iyiliği yayma kötülüğü önleme’ gibi bir vazife ile taltif edilmiş, rızây-ı ilâhiyye istikametinde bir hayat yaşayarak, bütün bir beşere örnek olma gibi bir durumla vasıflandırılmıştır.
Al-i İmran Sûresi 110.âyette Rabbimiz; “Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da, ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır.” Buyurmaktadır.
“Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar. İşte onlar salihlerdendirler.”
“İman edip güzel ve makbul iş yapanları elbet hayırlı insanlar arasına dahil edeceğiz. Kimi insanlar vardır ki “Allah’a iman ettim” der, fakat Allah yolunda olduğu için işkence edilince halkın bu baskısını, Allah’ın azabı gibi sayar. Şayet senin Rabbinden zafer ve galebe gelirse “Biz sizinle beraberdik” diyeceklerdir. Oysa Allah, insanların kalplerinin neleri sakladığını pek iyi bilmektedir.” (Ankebut, 9-10)
“Bu, Allah’ın vâdidir. Allah verdiği sözden caymaz, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler. Bildikleri, sadece dünya hayâtının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gâfildirler.” (Rum, 6-7)
“Biz gerçekten bu Kur’ân’da insanlar için nice meseller getirdik. Eğer sen onlara karşı istedikleri bir mûcizeyi getirmiş olsan dahi, o kâfirler: ‘Siz ancak, batıl iddialar peşindesiniz’ derler. Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu.”
“Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.İşte Allah, ilim peşinde olmayan, gerçeği aramayanların kalplerini böyle mühürler. O halde sabret! Çünkü Allah’ın vâdi kesindir. Sakın ona inanmayanlar seni paniğe düşürmesin, seni dayanıksız bulmasın ve seni endişelendirmesinler.” (Rum, 58,59,60)
“Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?” (Sa’d, 28)
“Sen şöyle duâ et: ‘Allah’ım! Ey gökleri ve yeri yaratan! Ey görünen görünmeyen ne varsa bilen. Hakkında ihtilaf ettikleri her meselede kulların arasında Sen elbette hükmedeceksin. Ben bu güven içinde bekliyor ve sabrediyorum.” (Zümer, 46)
Cenâb-ı Hak (cc), insanlara gönderdiği Kur’an-ı Azimüşşan’da bu kadar açık ve net beyanları ve ikazlarına rağmen, nice insanlar kazanma kuşağında kaybetmektedirler.