Uğur Gürses / ugurgurses.wordpress.com
Tek seslilik ekonomiye ne yapıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “100 günlük icraat planını” açıklarken, konuşmasının hem ortasında hem de sonunda ısrarla vatandaşların yastık altından döviz ve altınlarını çıkarıp bozdurmalarını istedi. Bunu daha önce de seslendirmişti.
“Bir ekonomik savaşla karşı karşıyayız. Hiç endişe etmeyin, biz bu savaştan da galip çıkacağız” dedikten sonra “Milletime diyorum ki, yastık altından gelin dövizlerini çıkartın. Dolarlarınızı avrolarınızı çıkartın, altınlarınızı çıkartın. Gelin bunları TL’ye nakde dönüştürün. Yerli ve milli direnişinizi tüm dünyaya karşı ortaya koyun”
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan neden ısrarla bunu tekrarladı? Anlatalım:
Bir süredir küçük tasarrufçudan iş insanlarına kadar birçok kesimde kaygılı bir durum var. Fısıltı kanalından yayılıyor.
Ankara’da bürokrat ve bakanları da kaygılandırdığı çok açık. Haksız da değiller. Bu yüzden fazla da ön plana çıkarmadan, doğru mecralarda kamuoyunu ikna etmek için ağırbaşlı biçimde sürekli mesaj veriyorlar; “sermaye kontrolü olmayacak”. Ben de aynı fikirdeyim; hiçbir hükümet isteyerek bu yola gidemez, gitmez.
Ancak sokaktaki kaygıların yayılması ve söylenti biçiminde “fısıltı gazetesi” yoluyla yayılmasının tek bir nedeni var; toplum katmanlarında, medyanın-gazetelerin gerçekleri yazdığından şüphe edilmesi. Yani “gelişmeler bizden saklanıyor” kaygısı.
Bu kaygının yayılmasını besleyen de iktidarın yarattığı ve medyada boğucu hale gelen “tek seslilik”, kendine muhalif görünen her şeyi linç etme, oto-sansür ve buna bağlı olarak can sıkıcı haberlerin verilmemesi.
Örnek mi; son 14 yılın enflasyon rekoru kırılırken birinci sayfalarda “kibrit kutusu” boyutunda gören yurttaşlar sofradaki yangını, üretimde kullandığı ara malı yüzde 30’a yakın artan sanayici maliyet şokunu çok iyi bildiğinden “gazetelerin olumsuz gelişmeleri küçük gösterme” ya da “göstermeme” duruşunu bu açıdan okuyor; şu düşünce beliriyor: “günlük akışta belirgin biçimde gördüğümü medyada göremiyorum; olaylar bizden saklanıyor”.
Buna ilave olarak bir “sersemletici” tarafı da, hükümetin bizatihi kendisinin, olan biten kötü gidişatı “dış güçlerin oyunu” olarak sunması. Döviz kuru mu yükseliyor, “dış güçlerin oyunu”. Merkez Bankası’nın TL’yi savunması için faiz mi artırması gerekiyor “faiz lobisinin oyunu” olarak sunuldu.
Ortalama bilgi sahibi yurttaşların zihnine bir taraftan sunulan, “birtakım güçler ülkemize oyun oynuyor” teması iken, diğer taraftan zihinlerde “ne yazık ki hükümetimiz bununla baş edemiyor” çıkarsaması yapıyor.
“Bizim bilmediğimiz şeyler oluyor, gazeteler yazmıyor bunu” algısı ile “dış güçlerin oyunu ile kur yükseliyor, hükümet de baş edemiyor” kanısı birleşiyor, her kesimden şu üç soru ardı ardına soruluyor; “sermaye kontrolü gelir mi?”, “mevduatımıza el konur mu?”, “döviz hesabımız sabit kurdan TL’ye çevrilir mi?”
Bana sorulduğunda bunların hepsine “Hayır” dedim. Savaş, seferberlik, ağır ekonomik bunalım dışında hiçbir iktidar isteyerek, planlayarak bu kapıyı açmaz, mevcut hükümet de isteyerek yapmaz. Ancak kötü yönetilirse işin geleceği son durağın “acı reçete” olacağı da açık.
OHAL altında o kadar keyfi kararlar alındı ki; yurttaşların, yukarıda aktardığım zihin bulanıklığı ile o üç soruyu ardı ardına sorması birbirini izledi. Son 3 aydır birebir sohbetlerde, konferanslarda “ekonomi” denince ilk karşılaştığım sorular bunlardı.
Peki ne oldu? Olan şu; bankacılık sisteminde son 13 haftada (3 ay demek bu), mevduat artışı yaşanmadı. Olur mu böyle şey? Olmaz. 3 ay boyunca mevduatın artmadığı nerede görülmüş? Döviz hesapları azalırken, TL mevduat çok az artmış.
Seçim kararı alınan haftayı, 27 Nisan’ı 100 kabul edelim; aradan geçen 13 haftada döviz hesapları 96’ya düşmüş (6.3 milyar dolarlık azalış), vadeli TL mevduat hesapları ise 100’den 101’e çıkmış (9.8 milyar TL). Yani kabaca 2 milyar dolar. Peki döviz ve TL mevduatların arasındaki 4.3 milyar dolarlık farka ne olmuş? Çekildiğinden başka bir seçenek yok. Normal koşullarda TL mevduatların en azından dönemsel faizi kadar artacağı varsayılsa kabaca yüzde 4 kadar artmış olması gerekirdi. ama artış sadece yüzde 1.
Haydi vadesiz mevduatı da hesaba katalım; döviz hesaplarında 6.3 milyar dolar azalış varken ki bu kabaca 30 milyar TL karşılığına geliyor, aynı dönemde vadeli+vadesiz toplam TL mevduattaki artış 21. 4 milyar TL (yani 4.5 milyar dolar). Arada hala 1.8 milyar dolar eksik var.
Lafı çevirmeden adını koyalım; mevduat çekilişi olmuş. İster yastık altına, ister yurtdışı hesaplara. Merkez Bankası’nın kasalarındaki “efektif vaziyetine” bakılırsa banka, bu çekilişte bankalara ihtiyaç duydukları efektif takviyesini yaparken kabaca 700 milyon dolar eritmiş.
(Her döviz hesabındaki azalışı “vatandaş döviz bozdurmuş” diye yorumlayanların da şapkayı önüne koyması gerekiyor)
Bunun özeti şu; tek seslilik sanıldığı gibi bir iktidarı koruyup kollayan bir kalkan değil. Tersine “fısıltı gazetesini” çalıştırıp, açık bir ekonomide iktidarın işini zorlaştıracak yere taşıyabilir.
Böyle bir ortamda vatandaşa yapılan “yastık altı döviz ve altınlarınızı bozdurun” çağrısı, tam tersi etki yapar. Zira sokaktaki kaygı o üç soruya odaklanıyorken, “ekonomik savaşla karşı karşıyayız” diyerek “yastık altından çıkarın” çağrısı yapmak kaygıyı artırır.
Petrolü olmayan ve bunu da ithal etmek için dış kaynağa ihtiyaç duyan açık bir ekonomide, siyasi konsolidasyon uğruna toplumu komplo kuramlarıyla besliyorsanız “tek seslilik” kanalı kendine fısıltı kanalını açar. Bunun bedeli de yüksek olur.
Petrolünüz yoksa açık ekonomide hukuksuzluk ve baskı da bir yere kadar.