Halbuki ne güzel başlamıştı değil mi? Sayın Cumhurbaşkanı'nın Ortadoğu Gezisi'ni Sultan Selim'in Doğu Seferleri havasına sokmak için gösterdiği gayret, havalimanında, gazetecilere dağıtılan, sazan sorulara verilen cevaplarla daha bir cazibe daha bir nostalji kazanıvermişti. Aman o ne cilveleşmeler! Aman o ne gerdan kırmalar! Aman o ne nazlanmalar! Herşeye önceden çalışıldığı ve soruların önceden dağıtıldığı hissi vermek kimsenin umurunda değildi. Saray Has Odasında VIP mazhariyetine nail olmak vazgeçilir konforlardan değil doğrusu. Kıskanmadım desem, yalan olur!
Ortadoğu'ya yapılan bu gezi aslında, son iki on yılın faturası. İkinci bir devlet-i aliye ütopyasının ilk belirtileri olarak okunan, Suriye, Irak, Libya, Kıbrıs ve en son Azarbeycan üzerinden Ermenistan çıkartması tamamiyle başarısızlıkla sonuçlandı. Akdeniz'i Türk Deniz'i haline getirmeye pek hevesli papyonlu Barbaros'un pili çabuk tükendi. Ukrayna'ya yapılacak silah satışı ile alakalı gelişmeler Putin'in merhametine kalmış durumda. Meselenin daha önce Rusya'dan geri gönderilen, domates, patates ve narenciye'nin uğradığı iade akibetine dönmesi her an mümkün
İmparatorluk devrinin kapandığını en son bizim Saray ve Putin anlayacak. Hala oturup kalkıp, biri Çarlık Rusya dönemini, diğeri de yeni bir Osmanlı Rüyası ütopyasının peşinde ülkelerini perişan ediyorlar. Bu son söylediğimi boş hayale, bizzat havuz medyasının en seviyesiz ve kalifiyesizlerinden biri, Saray siparişi olduğu her halinden belli yazısında “İmparatorluk zekasının merkezi Türkiye!” başlığı ile çanak tutuyor.
Durduk yerde Ortadoğu Seferleri de nereden çıktı? Daha geçen hafta Katar ve Birleşik Arap Emirliklerinden gelen misafirler, ekonomik çöküşün can simitleri olarak ağırlanmışlardı. Adamlar daha ülkelerine dönmeden, arkalarından bölgeye damlamak, siyasi nezaket ve devlet-i aliyye onurunu zedeleme açışından pek şık durmadı. Tamam yahu! İstediğinizi verip, iç piyasada asfalta yapışan itibarınızı kurtarmayı deneyecekler. Bu ne acullüktür? Sonra iade-i ziyaret dediğiniz devlet geleneği, öyle çat kapı ucuzluğuna düşürülür mü?
Önceki yıllarda, bölgeye yapılan ziyaretler hem depdebeli hem de pek fiyakalı oluyordu. Hatta, daha önceden ayarlanmış holigan ve amigolara “Halife! Sen çok yaşa!” slogan ve tezahüratları ezberletilirdi.
Türkiye'de muhafazakar kesim, tarihi duygusallığı biraz fazla abartıyor. Geçtiğimiz yüz senede, yeni bir devlet-i aliye beklentisi, zamanın realiteleri ile yüzleşmenin önündeki en büyük engellerden biri oldu. Ortadoğu Coğrafyasında, Hilafet Cübbesi giymek için birbirinin ayağına basan bir sürü akıl özürlü devlet başkanı için üretilen yalan-yanlış efsaneler her zaman alıcı buldu. Ülkelerin durumu belli. Ülke insanlarının geleceğe ait umut ve beklentileri hiç bir zaman gerçek bir karşılık bulamadı. Yok yere harcanan insani emek ve birikimin ise haddi hesabı yok.
Saray ve hükümet ekonomik darboğazdan kurtulmak için fazla seçeneğe sahip değil. “Ortadoğu'da oyun kurucuyuz”, “Bize sormadan burada kuş uçamaz!” ve “IMF'ye borç verdik!” türünden kerameti kendinden menkul afra ve tafralar gün ısığı göremeden kayboldu. İktidarın devlet-i aliyye ütopyası ile beslediği yirmi yıllık suni nostalji hatırlandıkça elem vermeye başladı bile. Nereden biliyorsun? Aynı ses tonu, aynı hırçınlık ve aynı ekran yüzünden herkes bıktı ve artık eski heyecan rüzgarları yelkenleri doldurmaya yetmiyor.
Son yüzyılda yaşayan diktatörleri Strongmen, Mussolini to the Present isimli kitabında bir araya toplayan Ruth Ben Grat zorba liderler için geliştirdiği Utopya, Nostaljia and Crisis üçlemesini, sadece “ve” bağlacını değiştirerek ödünç aldım. Üç kelime aynen anladığınız mana ve muhtevayı ifade ediyor. Hitler, Stalin, Şili devrim lideri Pinochet, Saddam ve Kaddafi' de bu formüle birebir oturuyor. Yazar, Putin'i zikrettiği hemen her yerde bizim Saray ile tanıdığımız devletli'den bahsediyor. Yaşayan zorbalar takımında bir “Yerli”miz olduğu için ne kadar övünsek yeridir.
Ee! Kriz nerede? İç siyaseti maaşlı yazar-çizer takımı ile kontrol etmek her zaman mümkün ama, yurtdışına çıkınca aynı afillenmeler sökmüyor. Saray'ın Ortadoğu gezisinin asıl amacından, o maaşlı beslemeler haricinde herkes haberdar.Tabii Katar Medyası da! “Para istemek için mi geldiniz?” sorusunun Yerli ve Milli Halife'nin alnına balyoz gibi inivereceğini hiç kimse tahmin edememiş. Anlaşılan o ki, Katarlı Gazeteciler kendilerine dikte edilen balık soruları sormaktansa, Halife'ye(!) çalışmadığı yerden sorarak, sıkıcı toplantıya biraz neşe katmak istemişler. Öyle ya, kimine mizah ve komedi olan olaylar, bir diğerinin hayatına trajedi olarak düşebiliyor. Türk Hava Sahalarından devlet-i aliye olarak havalanan Saray, Ortadoğu Havalimanı'na indiğinde kapıkulu muamelesini hiç beklemiyor olmalı. “Kriz nerede?” diye sormuştunuz ya!
Türkiye'deki Milliyetçi-Muhafazakar kesimin Arap Dünyası'na kibirli ve üstten bakışı, Ortadoğu'nun Türkiye haricinde daha güvenilir ve uzun vadeli dostlar aramalarının yolunu açtı. Bölgedeki hiçbir ülke, ithal, Çin İşi ve tek kullanımlık “Halife Taslakları” ile uğraşmakta istemiyor.
Saray'ın bir kaç küçük Arap Ülkesinden yardım dilendiği günlerde, Katar ABD'nin en büyük petrol şirketlerinden biri olan Exxonmobil ile Kıbrıs'ın doğalgaz projesi için imza attı. Katar, bu ihaleye Türkiye'nin karşı olduğunu çok iyi biliyor olmalı. Haklı değiller mi? “Tamam yardım edeceğiz de, tavuğu kümesi ile mi pazarlık ettiniz?” deme lüksü şu an Katar'ın elinde.
Modern çağın kıymetini bilelim. Çağdaş zorbalar, kendi ütoplarının nasıl yıkılıp dysopia'ya dönüşüğünü yirmi küsür sene için bizzat kendileri görüyorlar. Irak, Mısır, Libya ve Şili bunu bizzat yaşadı. Gelin, canlı trajedinin seyir tadını beraber çıkaralım.