PROF. DR. OSMAN ŞAHİN
Günümüz Türkiye’sinde Tiran ve avanesinin sebebiyet verdikleri felaketler için kadere imanı kullanmaları, bu iman hakikatinin kendi menfaatlerine ve zulümlerine alet edilmesinden başka bir şey değildir. Bu zalimler, her türlü dini argümanı kötüye kullanmak suretiyle insanları dini değerlerden ve iman hakikatlerinden uzaklaştırmaktadırlar. Kadere iman asla onların zulümlerine meşruiyet kazandırmamaktadır.
Maalesef, menfaatleri için her türlü hak ihlalini kendilerine mübah gören bu alçak güruhun bu hallerine ve kaderi yanlış kullanmalarına bakarak çokları kadere iman hakikatini inkâr etmekte veya kadere imanın insanlara vadettiği büyük fayda ve meyvelerden mahrum kalmaktadırlar.
Başa gelen belalarda ve felaketlerdeki ilahi kaderi görüp düşünebilmek çok önemlidir. “Kadere iman eden kederlerden emin olur” hakikati insanları çok büyük dertlerden kurtarıp daha dayanıklı olmasına ve hadiselerle başa çıkabilmesine imkân sağlarken “kadere isyan eden başını örse vurur kırar” düsturunda beyan edildiği gibi hadiselerdeki kader boyutunu ve bundaki hikmetleri göremeyen veya kadere isyan eden insanlar hadiselerin altında ezilmekten kurtulamazlar ve durmadan kayıp üstüne kayıp yaşarlar.
Altı iman esasından bir tanesi olan kadere iman ile iman tamamlanmış olur. Bu altı esas bir bütündür ve parçalanamazlar. Yani, bu altı esas birbirlerini gerektirirler ve birbirlerini ispat ederler. Bunlardan biri inkâr edildiği zaman insan mü’min olamaz. Bu hususu Hazret-i Üstad Meyve Risalesi’nde detaylı olarak ele alıp ispat etmektedirler. Ayrıca, kadere iman cüz-i iradeyi inkâr etmemekte, insanın iradesini elinden almamakta, sebeplere riayet edilmesini engellememekte ve dolayısıyla insanları yaptıklarının mesuliyetinden kurtarmamaktadır. Kader ve cüz-i irade arasındaki dengenin nasıl olması gerektiği konusu ise Yirmialtıncı Söz olan Kader Risalesi’nde çok güzel bir şekilde ortaya konmaktadır.
Kadere iman geçmişte yapılan hata ve günahlardan hesap sorulmayacağı veya sebeplere riayet edilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Kadere iman yaşanan hadiselerdeki kusurlar ve hataları masaya yatırmaya, bunlardan dersler çıkarmaya ve geleceğin planlanmasında bunlardan istifade etmeye de engel değildir.
Maalesef hadiselerdeki kader boyutuna dikkat çekildiği zamanlarda, bazıları, sanki kadere iman böyle problemlere yol açıyor gibi yaklaşımlar sergilemektedirler. Bu yanlışa düşmemek için Kader Risalesi’nde ele alınan hakikatlerin anlaşılmasına ihtiyaç vardır. Bu konuyu Kader Risalesi’ne havale ederek asıl konumuza dönelim…
Musibetlerde kader-i İlahî ciheti
Bediüzzaman Hazretleri Onüçüncü Şua’daki birçok mektupta, başa gelen bela ve felaketlere nasıl yaklaşılması gerektiğine, hadiselerdeki ilahi kader boyutlarına bakmanın zaruretine ve bu hikmetler görülebildiği takdirde elde edilecek büyük kazanımların varlığına dikkatleri çekmektedirler. Günümüzde de Hizmet insanlarının bu bakış açısıyla olaylara bakıp değerlendirmelerine çok büyük bir ihtiyaç vardır ve bu aynı zamanda kadere iman etmiş olmalarının da ortaya koyduğu bir zarurettir.
Hazret-i Üstad bu risalede, öncelikle, musibetlerde ilahi kader cihetini düşünmenin, çekilen zahmetleri rahmete dönüştüreceği ve hadiselerin görünen yüzlerinin arkasında hakiki başka sebeplerin var olduğunun altını çizmektedirler: “Ben bu musibette, kader-i İlahî cihetini düşünüyorum. Zahmetim rahmete inkılab eder. Evet, Risale-i Kader’de beyan edildiği gibi her hâdisede iki sebep var: Biri zahirîdir ki insanlar ona göre hükmederler, çok defa zulmederler.
Biri de hakikidir ki kader-i İlahî ona göre hükmeder, o aynı hâdisede beşer zulmünün altında adalet eder. Mesela bir adam, yapmadığı bir sirkat (hırsızlık) ile zulmen hapse atılır. Fakat gizli bir cinayetine binaen, kader dahi hapsine hüküm verir, aynı zulm-ü beşer içinde adalet eder.”
Üstad Hazretleri, burada ifade ettiği bakış açısıyla o zamanki Risale-i Nur talebelerinin maruz kaldığı zulümlerin sebeplerini değerlendirmektedirler ki aynı sebepler günümüzdeki Hizmet gönüllülerine yapılan zulümlerin sebepleriyle de örtüşmektedirler: “İşte bu meselemizde elmaslar, şişelerden; (1) sıddık fedakârlar, mütereddid sebatsızlardan; ve (2) hâlis muhlisler, benlik ve menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için bu şiddetli imtihana girmemizin iki sebebi var: Birisi: Ehl-i dünya ve siyasetin evhamlarına dokunan kuvvetli bir tesanüd ve ihlasla fevkalâde hizmet-i diniyedir, zulm-ü beşer buna baktı.
İkincisi: Herkes kendi başına bu kudsî hizmete tam ihlas ve tam tesanüd ile tam liyakat göstermediğimizden, kader dahi buna baktı.” Bugünkü yapılan zulümlerin zahiri ve zalimlere bakan yönüyle sebebi; Hizmet insanlarının samimiyetlerinin, doğruluklarının, dürüstlüklerinin, dayanışmalarının, hakkın ve hukukun yanında yer almalarının ve bu hususta taviz vermemelerinin ve hiçbir fiyata satın alınamamalarının, tiranların ve avenelerinin kurdukları ifsad şebekelerinin ve düzenlerinin devamı için çok büyük bir tehdit oluşturmuş olmasıdır. Ama hakiki sebepler ise başkadırlar. Bunlardan en önemli bir tanesi ise Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de ısrarla ifade ettikleri gibi, Hizmet insanlarının, Allah’ın (CC) verdiği imkân ve fırsatları tam yerinde ve verimli kullanamamaları ve böyle bir kudsi hizmete yakışır derecede tam bir ihlas ve dayanışma ortaya koyamamalarıdır.
Peki kader-i ilahinin davasına hizmet edenlerin başına bu musibetlerin gelmesine izin vermesi onların ve davalarının zararına mı olmaktadır? Hayır, öyle değil. Bu bela ve musibetlerle de Allah (CC) kullarının ve hizmetlerin faydasına olacak çok büyük hayırlar lütfetmektedir ve mü’minlerin hakiki gayelerine ulaşabilmeleri adına çok büyük vesileler ve imkânlar meydana getirmektedir. Netice itibarıyla, bu mağdurlar ve mazlumlar, bir mü’min için en büyük hedef olan Allah’ın rızasını kazanma, gerçek bir insan-ı kâmil ve hakiki bir mü’min olma ve inandıkları hakikatleri bütün bir insanlığa ulaştırma yolunda harikulade mazhariyetlerle serfiraz olmaktadırlar. Bu güzelliklerin bazıları aynı risalede şu şekilde ifade edilmektedirler:
“Şimdi kader-i İlahî, ayn-ı adalet içinde hakkımızda ayn-ı merhamettir ki (3)birbirine müştak kardeşleri bir meclise getirdi, (4) zahmetleri ibadete ve (5)zayiatları sadakaya çevirdi. (6) Ve yazdıkları risaleleri her taraftan nazar-ı dikkati celbetmek ve (7) dünyanın mal ve evladı ve istirahati pek muvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından, onların yüzünden âhiretini zedelememek ve (8) sabır ve tahammüle alışmak ve (9) istikbaldeki ehl-i imana kahramanane bir numune-i imtisal, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir.”
Aynı risalede bu güzelliklere temas edilmekte ve zahiri çirkin olan bu belalardaki rahmet ve hikmet boyutlarına binaen, ihlasla bu yolda hizmet eden insanlara başlarına gelen sıkıntılardan dolayı onlara acımak ve hallerine ağlamak yerine onları tebrik etmek ve davalarındaki sadakat ve bağlılıklarındaki güzellik sebebiyle onları takdir etmek gerektiğini vurgulamaktadırlar: “Hem Kastamonu’da, hem yolda, hem burada fevkalâde bir tarzda bütün elîm hâletler birden değişiyor ve me’mulün ve arzumun hilâfına olarak bir dest-i inayet görünüyor, Allah’ın, kullarını sevkettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.- dediriyor. (8) En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur’u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemâl-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütuhata meydan açıyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka her birinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı, (10) Ramazan’da, bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte, bu musibet dahi, o yüz sevabı, herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâğ ettiğinden, (11) Risale-i Nur’dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve herşeyi imanı ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve faydalar vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zatlara acımak ve rikkatten ağlamak hâletini, tebrik ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek hâletine çevirdi. Ben de - Küfür ve dalâlet dışında her türlü halimiz için Allah’a hamd olsun.- dedim.
Bana ait bu faydalar gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem Ramazan’ımızın, hem sizin bu yüzde öyle faydaları var ki, perde açılsa, "Yâ Rabbenâ, şükür! Bu kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inayettir" dedirtecek kanaatim var. Hadiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu, fakat mânen pek çok hafif geldi. İnşaallah çabuk geçer. “Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.” (2/216) sırrıyla müteessir olmayınız.”
“Hadiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz” beyanından kastedilenler hak cephesinde samimi ve güzel niyetlerle hizmet etmeye çalışırken yaptıkları hatalar ve kusurlarından dolayı bela ve felaketlere sebebiyet verenler hakkındadır. Yoksa, kendi menfaatlerini ve hırslarını tatmin etmek için “her yol mübah” diyerek insanlara zulmeden insanlık bozması canavarlar için bu asla söz konusu değildir.
İnşaallah sonraki yazıda konuya devam edelim.