Kabileciliğin siyasi ve kültürel kodları

Maalesef kabilecilik kültürü ve anlayışı farklı ad ve kodlarla toplum ve devlet hayatımızda bütün şiddetiyle devam ediyor.

SHABER3.COM

CUMA KARAMAN 


Maalesef kabilecilik kültürü ve anlayışı farklı ad ve kodlarla toplum ve devlet hayatımızda bütün şiddetiyle devam ediyor. Tanışma faslından tutun kişiye göstereceğimiz ilgi ve alakaya kadar çok net bir şekilde bunu görüyor ve yaşıyoruz. Maalesef kişiye göstermemiz gereken değer onun mensubu bulunduğu aşiret, dini, siyasi gurup veya meslek olarak gösterdiğimiz kadar olmamıştır. 

Bu gerçekleri beyaz perdeye aktaran aktörlerin yıllar önceki filimlerini filimdir diye seyrettik ve güldük. Halbuki hepsi hayatın gerçekleriydi. Kabileci toplumlarda gurup mensubiyeti her zaman ön plandadır. 

Ülkemizde daha çok iki kabilenin çatışması vardır. Biri Osmancılık diğer ise Atatürkçülük. Yakasında, makamında, arabasının arkasında bunlara ait tuğra ve poster taşıyanların işleri derhal görülür. Çünkü bunlar imtiyaz sahibi ve ne yaparlarsa yapsınların meşrudur. Çünkü devletin ve milletin sahipleri bunlardır.Eğer insanın yasal hakları bu ad ve ünvanlara göre hızlı bir şekilde yapılıyorsa orada devletin varlığından ziyade kabile zihniyeti var demektir. Rüşvet iltimas gibi durumlar yasal haklarınızın verilmesine veya kimlik aidiyeti bunu çözüyorsa orada şeklen devlet görünsede eşkıya olarak soygun zihniyeti hakimdir. Eğer konumunuza göre işler görülüyorsa veya kariyerinize göre yasal haklarda imtiyazlık söz konusu ise orada insanlık kimliği kıymetsiz ve değersizdir. Şimdi geçen eli yıldaki gelişen ve hala devam eden bazı gerçekleri bir kaç örnekle dile getirmeye çalışalım. Altmışlı yılların sonunda başlayan öğrenci hareketlerine birazda sosyolojik açıdan bakmaya çalışalım. 

Meselenin sosyolojik boyutu inkar edilemez bir gerçek. Daha çok eğitim ve gelir adaletsizliğine karşı ortaya çıkan bu hareketlerin arkasında başka ellerin olması bu gerçeği değiştirmiyor. Eğitimde fırsat eşitliğinin olmadığı ve gelir dağılımın olmadığı bir yerde kabile zihniyeti hakimdir. Bugün sesleri çok çıkanlar o dönemlerde devletin bütün imkanlarından istifade eden hata ordu emniyet ve adliye bu kabile mensupların dışında Anadolu evlatlarına bürünüyle kapalıydı. Çaycı paspasçı ve hademlik yapmakta bir beis yoktu. Bu gerçekleri görmezden gelerek sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Devlet sermayeyi İstanbul sermayedarların eline vermişti. Siyasete belli bir zümrenin elindeydi. Örneğin doğum yeri Urfa olan bu kabilenin bir mensubu Urfayı hayatında görmese bile Urfada doğup büyüyen bir insandan daha çok muteber ve partiden milletvekili gösteriliyordu. Hala bu durum değişmiş değil. Bugün bu durum çok daha vahim bir şekilde devam ediyor. Bu zihniyet sahipleri yıllardır halkı kendi vesayetleri altında tutmaya devam ediyorlar. 
Tabiki bu arada bazı kırılma noktaların yaşandığı bir gerçek. 12 Eylül ihtilali istemeselerde sonrasında bu zihniyetin duvarlarında bazı çatlaklıklar meydana geldi. Anadolu evlatların önündeki eğitim engeli kısmen aşıldı. Yurtiçi ve yurtdışı kapıları aralandı. Sermaye dünyaya açıldı. Tabi bu güzel bir şeydi. Fakat maalesef hür düşünce gerektiği gibi gelişmedi. Kabile zihniyeti şekil değiştirerek çok daha aktif bir şekilde devam etti. Arık her bir kabile yer kapmak için evrensel değerleri hiçe sayarak kendi adamını makama ve iktidara taşımayı dindarlar cephesinde kutsal bir cihad kemalist cephede ise vatan millet Sakarya olarak görülmeye başlandı. Bundan nasibini almayan yok denecek kadar az bir kitle vardı. Bugün yaşadıklarımız o gün gereği gibi bir söylem ve eylem ortaya koyamadığımızın bir sonucu olsa gerek.
Üzülerek ifade etmek zorundayım. Bütün bunların meydana getirdiği sonuç olarak toplumun eğitim birikimi ve beceri kalitesini şu şekilde örneklendirebiliriz. Eğitimli kişiler bazı alanları doldururken, az eğitimli ve eğitimsizlerde geleneksel dini guruplar olarak tarikatlaşmaya gittiler. Birbiriyle rekabet etmeyi din ve iman davası sayarak kıyasiye birbiriyle mücadele ederek bu kabile ruhu onların içine girerek hata kabileciliğinde çok ötesine geçtiler. Bu düşünce her geçen gün onları dünyanın gerçeklerinden uzaklaştırdı. Ve tek adam diktatörlüğünü kutsar hale geldiler. Burada sözlerimi ikinci dünya savaşından sonra Alman düşünürü ile bitirmek istiyorum.

Almanya savaşı kaybedince Konrad Adenauer  " Umarım bir daha İsa bile gelse, tüm yetkiyi bir insana verecek kadar aptal olmayız" der. Sayın Konrad Adenauer ’a katılmamak mümkün değil.
<< Önceki Haber Kabileciliğin siyasi ve kültürel kodları Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER