Safvet Senih / samanyoluhaber.com
İyi Evlat Yetiştirme
M. Fethullah Gülen Hocaefendi evlatlarımızı nasıl yetiştireceğimize dair şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Anne ve baba, iyi evlat yetiştirme konusunda mutlaka mutabakat sağlamalıdırlar. Çocuk yetiştirme kabiliyet ve istidadı olmayan, olsa da sorumluluk yüklenmeyen bir anne ve onların hiçbir problemiyle meşgul olmayan bir babanın vesayetindeki çocuklar anne ve babaları olsa da yetimdirler.
“Allah’ın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu tabiatının bir derinliği haline getirdiği anne, ruhundaki bu potansiyeli mutlaka onları hakiki insanlığa yükselme istikametinde kullanılmalıdır. Zaten o fıtratı itibarıyla bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir. Onun en önemli vazifesi çocuğunu yetiştirme olmalıdır. ‘Allah, anne ile çocuğunun arasını ayıranı kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.’ (Hâkim, Müstedrek, 2/55) hadisi de annenin çocuk terbiyesindeki müstesna rolünü gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Annenin YÜKSEK Fazileti
“Anne, bir milleti yetiştiren AİLE’nin en önemli unsurudur. (…) Öyledir, zira anne ile bir milleti yoğuran mukaddes bir el ve toplumun ilk hücresini teşkil eden yuvanın kurucusudur. (…) Kadın maddeten zayıf ve nahiftir. Kadın hadiselerden daha çabuk etkilenir. İşte bu tabiattaki birini, yaratılışına mülâyim gelen işlerden uzaklaştırmak onun incelik zarafet ve saygınlığıyle telif edilemeyen işlerde istihdam etmek açıktan açığa ona bir zulümdür.
“Aslında kadın dediğimiz bu nazik varlık öyle şeylerle teçhiz edilmiştir ki, o yönüyle erkeğin fersah fersah önündedir. O bir şefkat kahramanıdır; evlatları uğrunda öyle titrer ki, bu konuda erkek onunla yarışamaz. Bu durum sadece insanlık âlemine mahsus da değildir; tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı olduğu halde, yavrusunu köpeğin ağzından kurtarmak için çok defa kendini feda eder. İşte bütün canlılarda yavrularına karşı, Allah tarafından verilen bu engin şefkat duygusu, anneler için öyle muallâ bir sermayedir ki, bunu onun elinden alıp da ona hangi pâyeyi verirseniz veriniz. Allah’ın verdiğinin yanında çok sönük kalacaktır.”
Sızıntı Dergisinin 3. Sayının baş yazısında M. Fethullah Gülen Hocaefendi ANA’yı şöyle anlatıyor:
Ana için derler, sonu yok ızdırabın...
Hep enîndir anada sesi, telin, mızrabın...
Fânîler arasında en muazzez varlıktır ana. O, yeryüzünde dolaşırken gökteki bir baş ve cennet de ayaklarının altındadır. Pabucunun tozu gözlere sürme kadar aziz ve ayaklarına sürülen yüzler arş eşiğindeki başlar kadar yücedir. Ana inleyen varlıktır. Bütün bir hayat boyu inleyen ve sızlayan... Onun analığı evlâtla kâim; 'anam' diyen biriyle... Evlât olmayınca ana, ana değildir. Ya 'anam' demeyince! Ananın emeli bir evlât, bazen de başka bir şeydir manâ gibi, ruh gibi, ideâl gibi bir şey...
Ana vardır, dünyaya getireceği yavruyu Hakk yoluna adar. Ana vardır, bir yavru ister, ister de elde etmeden inkisâr içinde gider. Ana vardır, izah edemeyeceği yavrunun hesabiyle iki büklüm olur ve 'keşke daha önce ölüp de unutulup gitseydim' der. Ana vardır, evlâdıyla âbideleşir ve başı semaya ulaşır. Ana vardır, evlâdıyla derbeder ve perîşan olur. Ana vardır, firavun otağında bir milletin gözdesi. Ana vardır, Nebî hücresinde şeytan bendesi. Ana vardır, sessiz, belirsiz ve meçhûldür; fakat güller, çemenler yetiştirir. Ana vardır destanlara sığmaz; o, zihinlerde, sînelerde, göklerdedir. Ana vardır, kâğıttadır, kalemdedir, romandadır...
Toprak, tohuma ana; kaynak çağlayana; Havva insanoğluna; Meryem bir Ruh'a; Âmine bütün bir hakikate, varlığın sırrına, sırların özüne...
İyisi de var, kötüsü de ananın. İyisine canlar feda; ya kötüsüne, talihsizine ne demeli.? Evlâdını güldürmemişe ve evlâdından yana gülmemişe, günyüzü görmemişe...
Ana-evlât iki vücut bir rûh. Evlât, ananın vücudundan bir parça, kucaklarda 'gönül yakan sevgili', emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sîneyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak...
Gelişme dönemi, tahsil hayatı, askerlik çağı, bunların her biri, ananın yüreğini ağzına getiren bir ızdırap dönemeci. Ana, her zikzakta bir sürü gözyaşı döker: Yavrusunun okuma ayrılığına, izdivaç ayrılığına ve askerliğine... Evet, o, daima ağlar, daima buhurdan gibi tüter. Teselli bulup durduğu olduğu gibi, sel sel olan gözlerinin yaşında boğulduğu da olur. O, mukaddeslerine, vatanına, namusuna kurban verdiği yavrusunu armağan sayar ve teselli olur. Ya bir hiç uğruna ölene? İşte burada ananın dili tutulur.
Evet o, küffara karşı şehit olan evlâdına koşmalar dizer, ninni söyler, onlarla avunur.
'Burası Yemen'dir,
Gülü çemendir,
Giden gelmiyor
Acep nedendir,
Acep nedendir.'
Gözlerde şehit silûeti, kulakta cennet ırmakları gibi onun sesi:
'Küffar Kırım'ı aldı anam,
Düşman yurduma daldı anam,
Irzım pâymal oldu anam,
Ben oraya giderim...'
Kırım'da küffara iltihak eden de var. Plevne'yi unutup Tuna'da tenezzühe çıkan da var. İşte ananın belini büken de bunlardır. Eski kurbanın düşmanı, yeni kurbanın dostu; ne desin ana bu girift bilmeceye..!
Vay benim talihsiz anam! Kalbi rahatsız anam, kaddi bükülmüş, gözleri dolmuş anam; dizine vurup saçını yolan anam! Kim etti bunları sana? Kim kıydı kalbinin semeresine, gözünün nuruna? Kıralım o elleri. Su serpelim ateşine...
Artık ağlama anam! Gözyaşlarında meydana gelen bulutlar, tâ arşa kadar yükseldi. Bak şimdi orada şimşekler, burada rüşeymler... Dağınık kâkülünü düzeltmek için sana koşuyorlar. Biz hepimiz senin feryadına koşuyoruz. Dudağımızda kurtuluş nağmesi, elimizde Yusuf'un gömleği, Çîn-i cebinine , yaşaran gözlerine sevinç müjdesi ile geliyoruz. Sessiz infiallerin dinsin diye, kanayan yaraların onulsun diye, bütün bir mücrimler topluluğu adına af dileyip eşiğine baş koyduk anam...!