Artı Gerçek'ten Derya Okatan'a konuşan Murat Aydın “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasını düzenleyen TCK 299. Maddeyi Anayasa Mahkemesi’ne götürmesinin ardından İzmir’den Trabzon’a sürülmüştü. Hakim Murat Aydın bu sebeple görevinden istifa etti.
Murat Aydın, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 2016 kararnamesi ile İzmir Karşıyaka Hakimliğinden Trabzon’a atanmıştı. OHAL kararnamesi ile kapatılan YARSAV’ın Başkan Yardımcılığını da yapan Aydın, hakimlikten istifa ederek, yargı bağımsızlığı mücadelesini dışarıda yürüteceğini belirtiyor. Aydın’a göre, bu mücadele geniş halk kitleleriyle birlikte yapılmalı. Yargının bir “sopa” haline getirilmesini eleştiren Aydın, başta iktidar olmak üzere herkesin yargı bağımsızlığına ihtiyacı olduğunun altını çiziyor. Aydın, “Eğer hukuk güvenliği ve yargı bağımsızlığı yoksa, iktidar ortaya çıkan her kötülüğün sorumlusu haline gelir” diyor.
Murat Aydın’ın, yargıdaki sorunlara dair Artı Gerçek’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
-Hakimlikten istifa etmenizin sebebi nedir?
-2016 Haziran ayında tayin edildim. Bazen bir gerçeği ambalajladığınız zaman sanal bir algı oluşturuyor, apaçık söylemek gerekir sürüldüm.
-Neden?
-2014 HSYK seçimlerinde YARSAV’ın desteklediği aday listesindeydim. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması üzerine onların özelinde ama genel olarak basın ve ifade özgürlüğünü savunmak adına bir mektup yayınladım, bu mektup kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. 2016 yılının Mart ayında “Cumhurbaşkanına hakaret” suçunun Anayasa’ya aykırı olduğu savunusuyla -böyle bir dava gelmişi- mahkeme olarak iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulununca herhalde günahlarım yetmiştir. Bunun üzerine beni Trabzon’a göndermeyi tercih ettiler. 2 yıl 4 ay burada görev yaptım. Geçen hafta meslekten ayrıldım.
‘SAVUNU DÖNEMİ BİTMİŞTİR, YARGI BAĞIMSIZLIĞI TALEP EDİLMELİ’
-İstifanızın temel gerekçeleri nelerdir?
-Hakimlik mesleğini büyük bir tutku ve onurla yapmaya çalıştım. Stajımla beraber 26 yıldır bu işi yapıyorum. Bütün hukuk temelli siyasi tartışmaların içerisinde oldum ama her zaman bunu mesleğime yaraşır bir biçimde yapmaya çalıştım. Her zaman ülkenin hukuk alanındaki sorunlarına katkı sunmaya çalıştım. Ama artık benim için bunun bir zemini kalmadı, yargı içinde kalarak bununla ilgili söyleyeceğim bir söz kalmadı. Bir yargıç olarak, yargının içinde kalarak savunacağım bir yargı bağımsızlığı kaldığını düşünmüyorum. Olmayan bir şeyin savunusu olmaz, talebi olur. Yargı bağımsızlığı talep edilmelidir, savunu dönemi bitmiştir. Yargı içinde kalarak söylemem gereken pek çok şeyi söyleyemeyecektim. Çünkü mesleki sınırlarım olacaktı.
-Yani bana şunu yaparlar korkusu değil, o her zaman var. (Gülerek) Her zaman korkarım. Korku sağlıklı bir şeydir. Sorun şu, korkularınızla mı hareket ediyorsunuz?
-Korkularımla hareket etmiyorum ama mesleki anlamda çok fazla siyasi tartışmaya girmek zorundasınız, yargı bağımsızlığını talep etmek durumundasınız. Bir hakimin bu zeminde konuşmaması gerektiğini düşünüyorum. Dışarı çıkıp siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşları zemininde örgütlü -mutlaka örgütlü- mücadele içerisinde bir çalışma yürütmenin daha etkili olacağını düşünüyorum. Ne kadar değerli olduğunuzu düşünürseniz düşünün tek başınızaysanız tek başınasınızdır. Mutlaka insanların dayanışma göstermesi, örgütlü mücadele içinde olması gerekir. Bir yargı mensubu olarak bir siyasi partide ya da sivil toplum kuruluşunda çalışma yürütemeyeceğime göre, artık çıkmam gerektiğini düşündüm. Doğrusu meslekte kalmak için çok mücadele ettim ama gördüm ki bu yararlı değil. Şimdi farklı zeminlerde hukuk, demokrasi, cumhuriyetin kurucu değerleri, yoksul halk kitlelerinin kalkındırılması mücadelesi içerisinde olacağım.
-Bir adres var mı?
-Birkaç adres var ama tam olgunlaşmadı. Nerede işe yararım, onu görmek istiyorum. Ayrılışım bir vazgeçme değil, yılma değil. İsmail Cem’in şiirindeki gibi fillerin kuyruğundan tutup tepeye çıkarmaktı görevim, ne filler bitti ne zaman yetti değil. Fillerin kuyruğundan tutmaya çalıştım olmadı şimdi aşağından itmeye çalışacağım. Ama iterken yalnız olmak istemiyorum. Başkalarının da benimle birlikte o filleri itmesini istiyorum. Yepyeni bir mücadeleye başlamak için gidiyorum. Filmin ikinci yarısı olacak.
‘ÇÜRÜMEYİ DURDURMAK İÇİN KOŞULLARI DEĞİŞTİRMELİSİNİZ’
-Yargı bağımsızlığı diyorsunuz. “Kararlar tepeden geliyor” gibi ifadeleri çok sık duyuyoruz. Yargıçların karar verme süreçleri nasıl işliyor, yargı bağımsızlığı nasıl kayboldu?
-Yargıda hiçbir zaman her şeyin mükemmel olduğu hiçbir dönem olmadı. 1992’de staja başladığımda bile bu konu vardı. Ama bu giderek kötüleşiyor. Çünkü bir yiyeceği ortaya bırakmışsanız ve hava sıcaksa bu yiyecek bozulmaya, çürümeye başlar. Ortamı, koşulları değiştirmedikçe bu çürüme ilerler ve siz her seferinde eskisinden kötü oldu dersiniz. Çürüme gerilemez, çürümeyi durdurmak için koşulları değiştirmeniz gerekir. Ülkede yargı her zaman sorunlu oldu. Her zaman siyasi, hukuk dışı, devletin ali menfaatleri üzerinden yargılamalar yapıldı. Sorun şu an çok yaygın ve büyük olduğu için eskiden böyle değilmiş gibi geliyor ama çürüme, yargının bozulması büyüdüğü için böyledir. Ben birilerinin hakimlere şöyle karar verin dediğini düşünmek istemiyorum ama hiç kimse bunu yapmasa bile böyle bir izlenim olması yeterlidir. Bu düşüncenin var olması zaten yargıyı yıkan bir şeydir. Bir tank dolusu içme suyunun için bir damla civa damlatsanız, o su zehirlenir, içilemez. Toplumun ‘evet böyle şeyler olmuştur’ duygusunda olması yeterlidir ama tabi bunun bir sebebi var. Yargıç teminatı olmadığı bir yerde yargı bağımsızlığı olamaz.
-Yargıç teminatı nedir?
-Bir yargıcın görev almasından, terfisinden, disiplininden, tayininden sorumlu kurulun Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun bağımsız, tarafsız olmadığı durumda yargıç teminatı yoktur. HSK’nın yargı sistemindeki uygulamaları kötüdür demiyorum, böyle bir uygulaması yok.
‘MÜLAKATLARIN ÖLÇÜTÜ TORPİL’
-Peki nasıl bir HSK olmalı?
-Bir hakim yazılı sınav ile seçiliyor, alınacak kişi sayısının önce iki, sonra üç, sanırım şimdi 5 katı kişi alınıyor. Sonra mülakat yapılıyor. Mülakatın ölçütü, adaylar arasındaki tercihin sebebi nedir? Torpil. Bir hakimi göreve aldınız. O hakimin nerede, kaç yıl görev yapacağına dair kural yok. Bir hakim akşam eve gidince bir gece kararnamesi ile tayininin Antalya’ya çıktığını öğrenebilir. Ama yarın okula giden çocuğunuz var, belki eşiniz bir hastanede hemşire. Bunu bilir hakim. Nasıl karar verirse başına ne geleceğinin örnekleri var. Cumhurbaşkanına hakaret maddesini Anayasa Mahkemesi’ne götürürseniz Trabzon’a sürülürsünüz. Benim gibilere atılan dayakların sebebi diğerlerini bu konuda bilgilendirmek içindir. Fikirlerimi değiştirmek için sürmediler beni ama bu diğer arkadaşlarıma mesajdı. Bir daha kimse o maddeyi Anayasa Mahkemesi’ne götüremedi. Bir hakimin kararlarından dolayı başına bir şey gelmesini önleyen kurallar koymadıkça ve bu kararları uygulamadıkça hakimlerden düzgün kararlar vermesini beklemek biraz ayıp olur. Bir hakim başına ne gelirse gelsin birinin hakkını bilerek yiyerek yanlış bir karar veremez. Her durumda hukukun üstünlüğünü koruyarak doğru karar vermeli. Ama bunu herkesten bekleyemezsiniz, çünkü insan ırkı böyle değil.
‘TOPLUM İYİ BİR YARGI SİSTEMİNİ TALEP ETMELİ’
-O zaman ne yapılması gerekir?
-Toplum iyi bir yargı sistemini talep edecek. Siyasetçi kasabasına geldiği zaman yol, öğretmen, hastane talep ediyorsa hukuk, adliye, iyi hakimler de talep edecek. Ancak başınıza gelince gündeminizde oluyor. Sizi gece yarısı evinizden alıp sorgusuz sualsiz 10 gün bir yerde tuttuklarında Ceza Muhakemesi Kanunu falan öğrenmeye başlıyorsunuz. Ama geniş halk kitlelerinin bunu istemesine ihtiyaç var. İnsanlar diyecek ki, biz hukuk güvenliği içinde yaşamak istiyoruz. Ben haklı olduğum bir olayda güçlü şahsiyetle karşı karşıya geldiğimde hakimin güçlü olduğu için onun değil benim lehime karar vereceğini bilmem gerekiyor. Yargıya duyulan güven oranının ne olduğunu siyasi iktidar söylüyor. Yargıyı yönetenler yargıya olan güvenden şikayetçi. Peki kim düzeltecek bunu? Yargıyı bu hale getirenler, yargı mensupları değil. Hakim ve savcılar bütün kötü kararlarına rağmen bu işte en az eleştirilecek kişilerdir. Ben meslektaşlarımı ancak yeterince mücadele etmedikleri için eleştiririm.
-Hakimlerden çok az itiraz duyuyoruz. Memnun oldukları için mi konuşmuyorlar, başka nedenleri mi var?
-Darbe sürecine kadar hakimler yine en çok konuşan kesimdi. Bu ülkenin ana muhalefet partisi lideri 25 gün yollarda yürüdü, gazetelere haber olmadı. Hakimlerin konuşmasını kim haber yapar ki? 2010 HSYK seçimlerinde YARSAV cemaat-hükmet ittifakının oluşturmaya çalıştığı HSYK’ya karşı çıktı, aday listesi belirledi. O dönemin yönetimi ve aday arkadaşlarımızın tamamı sürüldü ve şu anda 3’te 2’si meslekte değil. 2014’de ben ve arkadaşlarım adaydı, o listeden sadece 2 ya da 3’ü aynı görevlerini sürdürüyor. YARSAV yönetim kurulunun tamamına yakını sürüldü ya da ihraç edildi. Sabah duruşmaya giriyorsunuz, mübaşir geliyor diyor ki ara vermeniz gerekiyormuş. Ara veriyorsunuz ve size kelepçe takılıyor. Bu atmosferde hakimlik yapılmaz.
‘8 YILDA 16 OLMASI GEREKEN KARARNAME 150’Yİ BULDU’
-Yani memnun değiller…
-Değiller tabi. Şu an hakimler içinde kendisini siyasi iktidara yakın hissetsin hissetmesin, istediği yerde olsun ya da olmasın mutlu olmadığını biliyorum. Çünkü bu koşullarda hakimlik yapılamaz, yarın tayin olma ihtimaliniz var. Yargıda yılda iki kararname çıkar. 2010’dan bu yana çıkan kararname sayısı 16 olması gerekirken 150’ye yakındır. Neredeyse ayda bir kararnameden bahsediyoruz. Adliyeden çıkarken gece tayin olur muyuz diye çıkıyoruz. Bu duygudaki bir hakimin doğru karar vermesi beklenemez.
-Mahkemelerden sık sık vicdanları yaralayan kararlar geliyor. Özellikle çocuk istismarı, kadın cinayetleri, iş cinayetleri gibi toplumsal sorunlarda. Ancak toplumun da eskisi gibi bu kararlara çok ses çıkarmadığını görüyoruz. Neden sizce?
-Erdal Atabek hocanın bir sözü vardır, ‘insan alışan hayvandır’ der. İnsanın adaptasyon ve uyum yeteneği muazzamdır. Toplum buna da alışıyor.
‘İYİ FUTBOL İYİ FUTBOLCULARLA OYNANIR’
-Alışıyor mu gücü mü yetmiyor?
-Bence alışıyor, kanıksıyor, normalleştiriyor. Toplumun alışmasını önlemek için, yanlış olduğunu göstermek için sürekli ses çıkarmak gerekiyor. Mesleğe yeni başlayan arkadaşların büyük çoğunluğu içinde yaşadıkları durumu normal kabul ediyor çünkü bunun içinde doğdular. Başkasını görmediler. Toplumun hakimlerin kötü kararlarının nedenlerini, süreçlerini tartışmayıp sadece hakimi dövmesi anlamsızdır. Sen bu hakimin mesleğe seçilme sürecini, tayin sürecini, yetişme sürecini sorgulamamışsın, hakimleri bu kadar yalnızlaştırmışsın, sonra “böyle kötü futbol mu oynanır, böyle kötü kararlar mı verilir” diyorsun. İyi futbol iyi futbolcularla oynanır. Biz kamu görevlisiyiz, yurttaşlar kötü kararlarda şikayet etmelidir ama kimse benden Messi gibi futbol oynamamı beklemesin. İstiyorsanız o zaman öyle bir takım kuracaksınız. Öyle bir antrenör, eğitim ve antrenman sistemini olacak, onlardan şampiyonlar ligini kazanmasını bekleyeceksiniz. Ama öyle bir şey yok ki. O zaman sadece pozisyon tartışırız, o gol nasıl kaçtı, o golü nasıl yedi…
-Savunmanların da çok ciddi itirazları var. Yargı bağımsızlığı mücadelesinde hakimlerle avukatlar yan yana geliyor mu?
-YARSAV olarak barolarla her zaman yan yana geldik. Kurumsal olarak da bireysel olarak da. Türkiye’de yargı hala çalışıyorsa baroların büyük katkısı var. Avukatlar hala bir duruş gösteriyorlar. Eleştirdiğimiz noktalar var ama yine de iyi durumdalar. Yargı bağımsızlığıyla ile ilgili söz söyleyen barolarla birlikte çalıştık, çalışıyoruz.
‘GENİŞ HALK KİTLELERİYLE MÜCADELE EDİLMELİ’
-Peki nasıl mücadele edilmeli?
-Geniş halk kitleleriyle ve örgütlü olarak. Toplumsal talebi oluşturmadan böylesi bir sorunu çözmek zordur. Toplumun yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ile ilgili bir talebi var mı? Yok. Kimin var? Yargıdan tokat yiyenlerin. O gün kim tokat yiyorsa… Bugün Fethullahçı yapılanma içinde olduğu söylenenler, dün Ergenekoncular, her daim dayak yiyen sol sosyalistler, Kürtler… O zaman şöyle bir algı oluşuyor, ben dayak yemediğime göre talepte bulunmama gerek yok. Ya da bir şey yaptı ki dayak yiyor. Topluma yargının bağımsızlığının onun işiyle de aşıyla da işsizliğiyle de ilgili olduğunu anlatmamız lazım. Yargı bağımsız değilse okuduğu gazetenin de işe yaramadığını anlatmamız lazım.
Gazetelerin de neden haber yapamadığını sormak gerek. Bir şey yapıyorsunuz, dayak yiyorsunuz, insanlardan destek yok. Yeter artık der insan. Bu duyguyu aşmak için de yargıya ihtiyaç olduğunu anlatmamız gerek. İlla davanızın olmasına gerek yok. Bireysel ekonomik çıkarınız bile yargı bağımsızlığıyla ilgili. Mesela patron sizi işten çıkardığında çok hızlı ve etkin bir yargılama ile tazminata mahkum edileceğini bilirse sizi işten atamaz. Ama bilirse mahkeme süreçleri 3 yıl, 4 yıl sürer ve sonunda kazanıp kazanmayacağınız da belli değil, neden işten atmasın. Bakın hiçbir davanız olmadığı halde yargı sistemi çalışmadığı için işsiz kaldınız.
Gösteri yapacaksınız, bir derdiniz var, okuldan haksız yere atıldınız, bir sınava girdiniz haksızlığa uğradınız. Kime gideceksiniz? Hukuk güvenliği, yargı bağımsızlığı herkes için ihtiyaçtır. En çok da iktidar için ihtiyaçtır. Eğer hukuk güvenliği ve yargı bağımsızlığı yoksa, iktidar ortaya çıkan her kötülüğün sorumlusu haline gelir. Oysa hukuk güvenliği ve yargı bağımsızlığı olsa şöyle der; eğer bir haksızlığa uğradıysanız yargıya gidin, benimle ilgili bir şey değil. En son rahip (Brunson) olayında Türkiye’de yargı bağımsız dediklerinde kim inandı! Fıkra gibiydi. Bunun klasik örneği şudur, odayı ısıtırsanız herkes ceketini çıkarır. Siz çıkarın dememişsinizdir ama odayı ısıtan sizsiniz. Konjonktürel tutuklama. işlevsel tutuklama/tahliye diye bir şey var. Yargının bir araç, sopa haline getirildiği bir düzen var. Yargı kimsenin sopası değil. Yargı bağımsızlığı iktidar için de teminattır, gücünü sınırlar, gücüne yönelik eleştirileri aktarabilecek bir kanal açar. Her şeye siz muktedirseniz bir kişi ya da iktidar olarak her kötülük de sizdendir o zaman. O iktidarı bölüşmek iktidar için de bir gerekliliktir.