Bir çok köşe yazarı, politika uzmanı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa etmesiyle başlayan tartışmaları yorumladı
Evrensel Gazetesi yazarı Yusuf Karataş, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) içindeki krizin sanılandan daha derin olduğunu belirtti.
Soylu’nun cuma günü ilan edilen sokağa çıkma yasağı sonrasında yaşanan kargaşa, hoşnutsuzluk ve tepkilerden sonra istifa kararı almasıyla ilgili birçok senaryo dillendirildi.
Ancak bu senaryolar bakımından en can alıcı soru ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istifa kararından haberi olup olmadığı’ sorusuydu.
Çünkü bu sorunun cevabı, krizin boyutu ve iktidar partisinde yaratacağı etkiler bakımından kritik bir önem taşıyordu.
En çok merak edilen sorunun yanıtını iktidarın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi’den öğrendik. Selvi’nin iktidar partisinden edindiği bilgiye göre, Soylu istifadan önce Erdoğan’la görüşmüş ve aralarında şöyle bir diyalog gerçekleşmiş:
“Erdoğan: Gerek yok.
Soylu: Efendim konjonktür onu gerektiriyor. Sizin elinizi rahatlatmak için istifa ediyorum.
Soylu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikinci bir şey söylemesini beklemeden, ‘Hakkınızı helal edin’ demiş.”
Selvi’nin aktardıkları, Erdoğan’ın istifayı kendisi talep etmiş olmasa da karardan önceden haberdar olduğunu ama bu kararın açıklanmasını engellemek yerine karar açıklandıktan sonra istifayı kabul etmemeyi tercih ettiğini gösteriyor.
Yani tam da ortaya çıkan krizi yönetememe konusunda sorumluğu üzerine alan Soylu’nun söylediği gibi, bu istifa kararı ile Erdoğan’ın elinin rahatlatılması amaçlanıyordu. Üstelik bu istifa Erdoğan’ın elini rahatlatmakla kalmıyor, bu istifayı kabul etmeyerek her şeyin kontrolü altında olduğu mesajını vererek gücünü göstermesini de sağlıyordu.
Bu nedenle cuma günü, hafta sonu sokağa çıkma yasağı kararını açıklarken bu kararın Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dahilinde verildiğini söyleyen Soylu, yaşanan kargaşa ve ortaya çıkan tepkiler karşısında istifa kararını açıklarken bu kez kararın kendisi tarafından verildiğini söylüyordu. Oysa koronavirüs salgınına karşı alınan/alınacak önlemler konusunda son kararın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verildiğini Sağlık Bakanı Koca defalarca söylemişti. Dolayısıyla sokağa çıkma kararının Erdoğan’ın bilgisi olmadan alınmış olması gibi bir ihtimal yoktu.
Ancak istifa konusunda bir danışıklı dövüşün olması ortada çok boyutlu bir kriz olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmıyor.
Öncelikle Soylu’yu istifa kararı almaya götüren gelişmeler, Erdoğan iktidarının koronavirüs salgınına karşı mücadele konusunda başta yaratılan her şeyin kontrol altında olduğu havasının aksine bu krizin yönetilemediğini ve tweet atmayı bile suç sayan bir baskı ortamına rağmen ortaya çıkan hoşnutsuzluğun önüne geçilemediğini gösteriyor. Kovid-19’un yayılmasını engellemek için etkin izolasyon isteyen Bilim Kurulunun bu isteğinin gerçekleşmemesi -ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan her hal ve şart altında üretimin devam edeceğini söylemişti- ve en son sokağa çıkma yasağı kararının alınış ve uygulanış biçiminin yarattığı kaosun bazı Bilim Kurulu üyelerini istifanın eşiğine getirdiği iddiaları da krizin yönetilememesinden duyulan rahatsızlığın bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turan’ın kamuoyunda tepki çeken Kanal İstanbul ihalesi sonrasında görevden alınması da ortaya çıkan hoşnutsuzluktan bağımsız düşünülemez. Çünkü Bakan Turan’ın da bu ihaleyi Erdoğan’dan bağımsız/habersiz yapması mümkün değildir. Ama belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, IBAN açıklayarak yardım kampanyası başlattığı ve halkın büyük bir kesiminde ekonomik sıkıntıların kendisini çok ciddi biçimde hissettirmeye başladığı bir dönemde Kanal İstanbul ihalesinin açılmasının böyle bir tepki doğuracağını hesap edemedi ve ortaya çıkan bu tepki karşısında iktidarını korumak için ‘ihaleyi’ bakana yıkıp onu görevden aldı!
İstifa kararının görünür kıldığı bir başka kriz de iktidar partisi içindeki klikler arasındaki mücadele oldu.‘Pelikancılar’ olarak adlandırılan ve Soylu ile arasında gerilim olduğu bilinen Hazine ve Maliye Bakanı Damat Albayrak’a bağlı medya organlarının istifa kararının “Soylu’nun sokağa çıkma yasağındaki beceriksizliği nedeniyle alındığı” haberlerini yapması ve Soylu’nun yerine kimin geçeceğini bile yazmaları (İçişleri Bakan Yardımcısı Muhterem İnce’nin adı geçmişti) bu klikler arasındaki çatışmayı daha görünür kıldı. Soylu’nun istifasının Erdoğan tarafından kabul edilmediği açıklamalarından sonra bazı Pelikancıların bu kez Soylu’ya övgüler dizmesini ise, Erdoğan’a karşı bir bağlılık gösterisi olarak okumak gerekiyor.
Ancak şurası da açıktır ki, istifa kararı ve Erdoğan’ın bu kararı kabul etmemesi, Pelikancılarla mücadelede Soylu’nun elini güçlendiren bir hamle oldu. Üstelik iktidarın fiili ortağı MHP’nin Lideri Bahçeli’nin istifa kararından sonra yaptığı açıklamada Soylu’nun görevine devam etmesinden yana olduğunu söylemesi ve ardından Erdoğan’ın istifa kararını kabul etmemesinden memnuniyetini ifade etmesi de Soylu’nun tek adam iktidarı etrafında kurulan AKP-MHP ittifakı bakımından önemli bir isim olduğunu da göstermiş oldu.
Rusya’da 1905 Devrimi’nin yenilgisinden sonraki baskı ve gericilik yılları dönemin içişleri bakanının adıyla (Stolypin Gericiliği) anılır. Süleyman Soylu, Türkiye’de tek adam iktidarının kuruluşu sürecinde ve devamında bu iktidarın emek, barış ve demokrasi güçlerine saldırısının koçbaşı olarak öne çıktı. Deyim yerindeyse bu baskı rejiminin kırbacı oldu. Bu nedenle Erdoğan’ın Soylu’nun istifasını kabul etmemesi, sadece Soylu’nun sahiplenilmesi değil; onun şahsıyla özdeşleşmiş baskı politikalarının devamı yönünde alınmış bir karar olarak değer ve anlam kazanmıştır.
Bitirirken belirtmekte yarar var. Zamanında “Padişah olmak istiyor” diyerek Erdoğan’ı eleştiren Soylu’nun bugün tek adam iktidarının fedaisi haline gelmiş olması, meselenin Soylu değil; bu rejimin kendisi olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Çünkü dış politikadan iç politikaya, koronavirüsle mücadeleden ekonomiye her alanda ülkenin birçok sorunla karşı karşıya kalmasının nedeni bütün yetki ve kararların tek adamın elinde toplandığı bu iktidardan başkası değildir.