ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Muallimler, saf güzelliği temsil eden ve işlenmemiş birer cevher olan çocukları ve gençleri, mücevherler gibi işleyen kuyumculardır; fıtratları tanıyıp en uygun şekilde yönlendiren sarraflardır; ders anlatma hususunda, ilim ve bilgiyi önce kendileri hazmedip süt haline getirerek muhataplarının beyinlerine ve kalblerine içiren, yani kendi içinde, aklında henüz özümseyip sindiremediği bilgileri asla bir kusmuk gibi vermeyen harika sanatkârlar, şefkatli mürşidlerdir; rehberlikleriyle çıraklarını çok güzel eğiten bilgelerdir… Onların yetiştirdikleri nesiller de, çağı doğru okuyan derin gözlemci, kitapları ve kainat kitabını çok isabetli anlamaya çalışan ve çok da iyi değerlendiren ve yorumlayan bahtiyarlardır…
İşte biz böyle muallimlere muhtacız… Günümüz tabiriyle bu öğretmen ve eğitmenlerin yetiştirilmesi gerekiyordu. Elhamdülillah bunlar, ülkemizde yetiştirildi hem de dünyanın 170’ten fazla ülkesine gönderildiler… Göz doldurucu hizmetler veren bu adanmış gönüllerin ocağı kurutulmaya çalışılıyor ve dünya kendilerine dar edilmek için devlet gücüyle mafya usulü ile durmadan gayret gösteriliyor. Bu bir hazan ve kış mevsimi ama bizim bahara hazırlık yapmamız gerekiyor. Ümitle ve ciddiyetle yolumuza devam etmeliyiz.
Benim gibiler 68 nesli sayılır… O zamanlar üniversitelerde idik. 1971 muhtırasını yaşadık, beş ay hapis yattık. Mahkûmiyetimizin geri kalanı af ile bitti… Öğretmen olduk… Ne öğretmenler gördük!.. Onların kabahati pek yok sayılır. Çünkü iktidarı ele geçirenler hızlandırılmış eğitim yalanı ile öğretmen en doğru mânası ile MİLİTAN yetiştirme gayretine girdiler. Bazen 45 güne düşürülen 4 senelik üniversite eğitim ve öğretimi ile nasıl bir matematikçi bir fizikçi, bir kimyacı ve bir edebiyatçı yetiştirilebilir. Affedersiniz siz bu kısa süre zarfında tarlada salatalık bile yetiştiremezsiniz…
Evet öğretmenliğin şerefi işte bu kadar düşürülmüştü. Ama bu Hizmet öğretmenliğe büyük önem vererek, en zeki en kabiliyetli evlatlarını öğretmenliğe teşvik etti… En yüksek puanlarla en değerli öğretmenlik bölümlerini onlar doldurdu. Birden öğretmenliğin önemi ve değeri arttı. Ama bunu fark eden ülkemizin özüne ve köküne düşman bazı derinler hemen Boğaziçi Üniversitesi gibi yerlerdeki bu bölümleri o zaman kapattırdılar. Ama diğer açık yerlerden çok değerli öğretmenler yetişti. Öğretmenlik bu adanmış ruhlar için bir sevda idi… Hayallerini yurt dışına gidip öğrenciler yetiştirme sahneleri süslüyordu. O zamanlar gazetemizin ve televizyonumuzun yabancı dil bilen gençlere çok ihtiyacı vardı. Son sınıflardan bir sene üzerlerinde durup gazeteye almak için uğraştığım gençlerden mezuniyet sonrası elimde kalan hiç olmuyordu. Bir bakardım, her biri bir ülkeye uçup gitmiş… Israrlarımın hiçbir faydası olmuyordu. Çünkü “Bırak gidelim… Bizim bütün hayalimiz dünyanın bir ülkesine gidip öğretmen olmak” diyorlardı. Evet öğretmenlik onlar için bir sevda idi…
Şimdi bu âşıkları sevdalarından vaz geçirmek hatta hapislerde çürütmek için çok büyük bir gayret var. Hem de mafyavârî hareket eden bir devlet gücüyle…. Dünya tarihinde, ilim ve irfanı yok etmeye çalışan böyle bir cehalet ve câhiliye anlayışı yoktur. Bunlara şahit olsaydı, muhtemelen Ebu Cehil, kendi cehaletinden utanırdı…
Ama eğitimi, rehberliği ve şuuru görkemli binalar vermez… Bütün mesele güzel bir sistem ve yetişmiş elemanlardır. Onların saray gibi kâşanelere ihtiyacı yoktur. Her zaman her yerde ve her şartta hizmetlerini en güzel şekilde vermeye çalışırlar. Şimdi yetişkinlerimiz kendi yerlerine onları yetiştirip emaneti onlara teslim etsinler yeter.
Teklif-i mâ lâ yutak yoktur. Yani Cenab-ı Hak bizden gücümüzü aşan şeyler istemiyor. Niyet ve hedefimiz büyük olsun sadece elimizden gelenleri yapalım. Cenab-ı Hak niyet ve hedefimize göre karşılık verecektir.