Üniversite camiasından gelen büyük tepkilere ve direnişlere rağmen 16 üniversite bölündü ve tabelası değişen 16 yeni üniversite kurulmuş oldu. Böylece devlet üniversitesi sayısı 128’e, özel üniversite sayısı ise 78’e çıktı. Halen yükseköğretim kurumlarında yaklaşık 8 milyon öğrenci öğrenim görüyor. Kurum ve öğrenci sayısı sürekli artarken, eğitimde kalite artışından söz etmek pek mümkün değil.
Türkiye’de üniversiteli işsiz oranı da her geçen yıl artıyor. Üniversite eğitimi almış gençler arasında işsizlik oranı yüzde 32. Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, “Üniversitelerin bölünmesi ile nitelik artışı arasında hükümetin iddia ettiği biçimde bir ilişki yok’’ dedi.
Hükümetin , “nitelik’’ değil, “kalite’’ kavramını kullandığına dikkat çeken Aydoğan şöyle devam etti: “Halbuki kalite kavramı müşteri memnuniyetini ifade eder, nitelik ise bir kamu hizmetinin tüm aşamalarında hizmetin gereklerine uygunluğu ifade eder. Dolayısıyla bu düzenlemeyle kalite artışı değil, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin en nitelikli eğitim veren kurumlarının köklerinden koparılması söz konusu. Şayet hükümetin derdi yükseköğretimde nitelik artışı sağlamak olsaydı, tabela üniversitelerinin sayısını artırmayı değil, üniversitelerin fiziki ve sosyal altyapısını geliştirmeyi hedefler; akademik özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırırdı. Bu nedenle hükümetin asıl amacı niteliği değil, üniversitelerdeki kontrolü, baskıyı ve ticari ilişkileri artırmak ve kendisine itaat eden üniversiteler yaratmaktır’’.
İyi yetişmemiş mezun
CHP Parti Meclisi üyesi Prof. Dr. Burhan Şenatalar, üniversitelerin bölünmesi ile kurum sayısının 200’ü aştığını belirterek, bunun büyük olasılıkla kontenjan artışı da getireceğini söyledi.
Üniversiteye giren öğrenci sayısının artacağına dikkat çeken Prof. Şenatalar, şöyle devam etti: “İki tane önemli soru var: Birincisi, öğretimin kalitesi nasıl etkilenecek? İkincisi, mezunların istihdam şansı ne olacak? Bu soruların yanıtlarını genel anlamda biliyoruz: Bugüne kadar her ilde üniversite açılmış olmasının sonuçları ortada. Yeterli sayıda ve nitelikte öğretim üyesi olmayan programlar, yeterli öğretim alamayan öğrenciler, iyi yetişmemiş mezunlar ve sonuçta yıllarca işsiz kalan ve üniversite öğrenimi gerektirmeyen işlerde çalışan kişiler. İyi bir öğretimin birinci koşulu güçlü bir öğretim kadrosudur. İkinci koşulu da bu kadronun şevkle, inançla çalışacağı bir ortamdır, bu da ekonomik kaynaktan da önce özgür ve güvenceli bir iş ortamı gerektirir. Aynı zamanda kaliteli araştırma ve yayının özendirildiği bir ortam olmalıdır. Bugün üniversiteler askeri dönem koşullarından daha ağır koşullar altındadır. Olağanüstü hal kararnameleri ile rektör atamaları tamamen cumhurbaşkanına bırakıldıktan ve binlerce akademisyen bir savunma bile alınmadan atıldıktan veya emekli olmaya zorlandıktan sonra, üniversiteleri bölseniz de, bölmeseniz de, bugün ülkemizde gerçek bir üniversite ortamı olduğunu iddia etmek olanağı yoktur.”