Duruşmaya, hakkındaki bir soruşturma nedeniyle tutuklu bulunan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Fırat Epözdemir'in SEGBİS aracılığıyla katıldığı sırada, salondaki avukatlar "Savunma susmadı, susmayacak" sloganı attı. Duruşmada söz verilen cumhuriyet savcısı, davanın kabulüne karar verilmesini talep etti.
GÖREVLERİNE SON VERİLDİ
İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve 10 kişilik Yönetim Kurulu üyelerinin değişmesi, yerlerine başkalarını seçilmesi talebiyle açılan davada karar verildi. Mahkeme, davanın kabulüne, başkan ve yönetiminin görevine son verilmesine ve yeniden seçim yapılmasına hükmetti.
KABOĞLU AÇIKLAMA YAPTI: 'YALNIZ DEĞİLİZ'
Kararın ardından İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu konuştu. Kaboğlu'nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Yalnız değiliz, yalnız değilsiniz. Bugün burada aslında sav savunma hüküm üçlüsünde, savın ve hükmün savunmaya saldırısının Türkiye Cumhuriyeti'nin birikimleri açısından neyi ifade ettiğine tanık olduk. Bu tanıklık bizim açımızdan belki şu anda olmaması gereken bir tanıklıktı. Biz İstanbul Barosu yönetimi olarak tam 4-5 ay önce 20 Ekim 2024 günü seçimler sonuçlanınca görevi devraldık ve hep bizim dilimizde 'hukuku etkili kılmak', 'hukukun ortak paydasında buluşmak' söylemi hakim oldu Herkes için her zaman her yerde hukuk dedik. Ve 5 aydır soluksuz bir biçimde bu yolda bu yönde emek harcadık, çalıştık. Ve 2'inci ayın sonunda bir gece İstanbul Başsavcılığı'nın İstanbul Barosu yönetimi hakkında bir bildiri yayınladığını öğrendik. İstanbul Başsavcılığı'nın İstanbul Barosu'nu terör propagandası yapmak ve dezenformasyon suçu işlemekle itham ettiği bir bildiri.
'SÜRECİ HUKUK ZEMİNİNE ÇEKMEYE ÇALIŞTIK'
Ve o bildiriden sonra bütün usulsüzlükler yasa dışı işlemler, hukuk dışı eylemler bizi bugüne getirdi. Biz İstanbul Başsavcılığı'nın bize yönelik olarak başlattığı bu operasyon karşısında hukuka saygımız gereği hep bu süreci hukuk zeminine çekmeye çalıştık. O yönde büyük çaba gösterdik, o açıdan hiçbir zaman biz yargıyı protesto etmedik. 7 Ocak'ta geldik beyanda bulunduk. Ama biz hukuka sarıldıkça onlar hukuka saldırmakta hızını alamadılar.
'HUKUK DEYİŞİMİZDEN SÜREKLİ RAHATSIZ OLDULAR'
Davaname adı altında hiçbir biçimde hukukumuzda uygulaması olmayan bir yolla bize karşı dava açtılar. Biz yine yılmadık, buna karşılık iki yol izledik. Bir, eğer bizi bu yolla yıldırmak istiyorsanız buyurun Genel Kurulumuzu yapıyoruz ve Genel Kurulumuzda eğer biz İstanbul Barosu'nu iyi yönetemiyorsak o zaman 20 Ekim günü bize oy vermeyen birlikte demokratik bir biçimde yarıştığımız grup var, gelsinler bizden hesap sorsunlar dedik. Tam tersine onların da bizi desteklemeleriyle olağanüstü genel kurul yaptık, her grup geldiler iradelerini ortaya koydular, 'seçimle gelen seçimle gider' dediler ve kesinlikle İstanbul Barosu yönetimini desteklediler. Ama buna karşın yine hukuka karşı eylem ve işlemler devam etti. Bizim hakkımızda medya yoluyla yalan ve yanlış bilgiler yayınladılar, devletin olanaklarını kullandılar. İstanbul Barosu Başkanlığı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı eşit protokol sırasında yer aldığı halde biz hep hukuk dedik ama öbür taraf bizim hukuk deyişimizden sürekli rahatsız oldu.
'ÖNCEDEN ALINMIŞ BİR KARAR'
Biz 4 Mart günü geldik, duruşmanın hukuk kuralları içerisinde cereyan etmesi için yoğun bir çaba gösterdik. Bugün de aynı şekilde başta Türkiye Barolar Birliği Başkanı ve heyeti olmak üzere, Türkiye barolarının çok büyük çoğunluğu aramızda. Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Barosu'nun kurucusu olduğu ve üyesi olduğu birçok Avrupa barosunun temsilcileri burada, bizimle dayanışmaya ve Türkiye'de hukuk devletinin tesisinde savunmanın gücünü önemini işlevini ortaya koymaya geldiler. Biz sonuna kadar, saat 18.30'a kadar yaklaşık olarak, bekledik. Yargılamanın, Anayasa'nın ve ilgili yasaların ön gördüğü asgari kurallar çerçevesinde cereyan etmesi için her türlü çabayı gösterdik. Ama gördük ki önceden alınmış bir karar.
Tıpkı savcılar makamında olduğu gibi muhatabım başsavcı olduğu halde davanamenin altında başsavcı vekilinin imzası olduğu halde hiçbiri karşımda yoktu. Ve genç bir savcıya sorduğum hiçbir sorunun karşılığını alamadım. Sonrasında da yargıç gerçekten bütün haklı taleplerimizi reddetti. Artık o koşullarda adil yargılanma hakkının asgari gereklerinin ortaya çıkmadığı ortamda bizim duruşma salonunda kalmamızın bir anlam ifade etmeyeceği görüşüyle terk ettik. Bugün aslında kara bir gün, fakat bugün Türkiye'ye 200 bin avukatla Türkiye Cumhuriyeti'nin savunma mesleğinin en güçlü olduğu gün. Bugün çok daha güçlüyüz, çünkü zannediyorlar ki sav ve hüküm emirler yoluyla Türkiye'deki 200 bin avukatı susturacak. Hayır susturamaz, savunma mesleği olmaz ise zaten Anayasamızın 2'nci maddesinde yer alan adalet kuralı Türkiye Cumhuriyeti'nin dayanağı olan adalet gerçekleşmez, çöker.
'ADALET, ÇAĞLAYAN İLE SINIRLI DEĞİLDİR'
Bugün burada Adalet Sarayı'nda belki adaletin çöküşüne tanık oluyoruz ama Türkiye Cumhuriyeti'nin adaleti Çağlayan Adalet Sarayı ile sınırlı değildir. Bugün bütün savunma örgütüne, meslektaşlarımıza yeni bir güç vermiştir bu büyük haksızlık. İnanıyoruz ki bugün bizim İstanbul Barosu yönetimi olarak her zaman öne sürdüğümüz hukukun ortak paydalarında buluşma günüdür. Daha güçlü bir biçimde hukuku etkili kılmak için birlikte çalışacağız.
'BAROYA GİDİYORUM, GÖREVİMİN BAŞINDAYIM'
Ben baroya gidiyorum, görevimin başındayım ama kuşkusuz haksız kararlarla avukatlık hukuk tarihine, Türk hukuk tarihine sürülen bu kara leke ile beni ve avukatların ortak iradesiyle seçilen yönetim kurulunu görevden alabilirler fakat biz ülkemizde hukuk devleti tesis edilinceye kadar son nefesimize dek sürekli bir çaba içerisinde olacağız. Herkes için hukuk, her yerde hukuk. Bugün bizi bu hukuksuzlukla karşı karşıya bırakanların da bir gün hukuka ihtiyaçları olacaktır. Ama tekrar ediyorum; Anayasa'yı bilerek ve isteyerek ihlal eden hiçbir yargı mensubunun Türkiye'nin hiçbir barosu üyesi olmaya hakkı yoktur. Savunma mesleği kutsaldır, hukukun üstün ilkeleri ışığında yerine getirilir, kimseden izin almaz, demokratiktir ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temelidir."