M.ERTUĞRUL İNCEKUL
İnsanoğlunun birbirini yok etme savaşı yeryüzünden hiç eksik olmamıştır. Bazen melekleri imrendiren insan, bazen de yılan, çıyanlara, kurtlara rahmet okutturur. Bunun sebebi bazen bir parça toprak, bazen iktidar kavgası, bazen de servet ve ganimet olmuştur. Vicdanlar kine, akıllar hırsa yenik düşmüştür. Bugünde İsrail ve Hamas arasındaki savaşa baktığımızda siyasetin kirli oyunlarını, iktidar mücadelelerini görüyoruz. Ama faturası masum halklara, sivillere ödetiliyor. Masum ve sivilin ırkının, dininin hiçbir önemi yok! Masumiyet karinesi en büyük insanlık hakkıdır ve korunması gerekir. Bu masumiyeti korumayan Hamas, Netanyahu veya Batı ikiyüzlüdür ve bu suça ortaktır. Tıpkı Hiroşima, Nazi Almanyası veya bugünün Türkiye'sinde AKP iktidarı döneminde göz göre göre ölüme yollanan Hizmet mensuplarının, masumların katledilmesi gibi kabul edilebilir değildir. İnsanlık suçudur işlenen, uluslararası hukukun gündemidir, vicdanlı insanların dur demesi gereken bir insanlık ayıbıdır.
Filistin medeniyetlerin beşiği bir coğrafya. Dört yüz yıl Osmanlı hakimiyeti altında var olmuştur. Kenan ili de diyebiliriz. İsrailoğulları ise Hz. Musa ile M.Ö. XI. Yüzyılda bölgeye gelmişlerdir. 629 yılında bölge Bizans hakimiyetine girdi. Kudüs ve Mescid-i Aksa Müslümanlar açısından hem ilk Kabe olması hem de Miraç hadisesinden ötürü önemli bir mekandır. Hz. Ömer'le yeniden Müslümanların eline geçen bölge, 1099'da Haçlıların, sonrası Selahaddin Eyyubi ile 1187'de Eyyubi ve Memlüklerin eline geçmiştir. Bu dönemlerde Avrupa’dan kaçan Yahudilere Filistin topraklarına yerleşme izni verilmiştir. 1880’lerde nüfusun % 87'si Müslümanlardı. 1883’de Yahudilerin arazi almasına müsade eden kanun çıktı. Sonrası yasaklansa da Osmanlı vatandaşı Yahudiler ve İngilizler onlar adına satın aldılar. 1914 yılında Kudüs'de Yahudi nüfusu 21 bin 259 oldu. İngilizler el altından Filistin'de yaşayan Yahudileri devlet kurmaya teşvik ediyorlardı. 1915 yılında Cemal Paşa Filistin'de Osmanlı vatandaşlığına geçmeyen Yahudilere tehcir uygulamış, Anadolu ve İskenderiye'ye mecburi göçler gerçekleşmiştir. Belfour Deklarasyonu ile İngiltere 1918 de Filistin topraklarında Yahudi devleti kurmayı onaylamıştır. 1946 yılında nüfusun % 33'ü Yahudi olmuştur. 1948 yılında da resmen İsrail kurulmuştur. (detaylı bilgi için bknz https://www.tr724.com/filistin-neydi-ne-oldu/ Dr. Yüksel Nizamoğlu)
Genelde tarihinde sosyalizm veya apartheid yaşayan ülkelerden İsrail ve Hamas arasında olan savaş için sağduyulu sesler de yükseliyor. Güney Afrika Başkanı Cyril Ramaphosa konuşmasında, “Pozisyonumuzu her zaman net bir şekilde ortaya koyduk, her zaman Filistin halkıyla ittifak içinde olduk ve onların davasını utanmadan destekliyoruz. Ancak aynı zamanda bu olayda ölen İsraillilere, özellikle de sivillere başsağlığı diledik, çünkü kendi mücadelemizde bile siviller konusu açık bir şekilde dışlanmıştı. Dolayısıyla bu ilkelere sıkı sıkıya bağlıyız çünkü bunlar uluslararası hukukta yer almaktadır. Şu anda dünyanın o bölgesinde insanların evlerinin ve hastanelerin yerle bir edildiği, hamile annelerin insanca doğum bile yapamadığı bir vahşet yaşanıyor. Ama en kötüsü de İsrail hükümetinin tüm yolları kapatarak 1.1 milyon insanın Gazze'nin kuzeyini boşaltması gerektiğini söylemesi" dedi.
Başkan Ramaphosa, Orta Doğu'daki, özellikle de İsrail ve Filistin arasındaki sorunların tek çözümünün, dünya toplumu ve BM tarafından onaylanan 1967 sınırlarına dayalı iki devletli bir çözüm olduğuna dikkat çekti.
İnsani yardıma hazır olduklarını belirttiği konuşmasında endişesini de dile getirdi: “Elbette bir diğer endişemiz de bu çatışmanın İsrail ve Filistin sınırlarını aşarak tüm Orta Doğu'yu içine çekmesi ve dünyanın şu anda hiç de hak etmediği bir çatışmaya dönüşmesidir. Kendi kıtamızda ve Avrupa'nın diğer bölgelerinde birçok başka çatışmayla karşı karşıyayız Rusya-Ukrayna çatışması da sona erdirilmesi gereken bir diğer çatışma." Ayrıca ANC ve hükümetin çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunmasını desteklediğini söyledi.
Portekiz asıllı BM Genel Sekreteri António Guterres sosyal medya hesabından Filistin halkına insani yardım ulaşması için tüm imkanlarını seferber edeceklerini, Gazze'de yaşayan masum halkın korunması gerektiğini, hastahane, okul gibi yerlerin hedef haline getirilmemesi çağrısını yaptı. İsrail ordusunun uluslararası hukuk dışına çıkmaması için uyarılarda bulundu. BM’nin Filistin’de bulunan gönüllülerinin savaş mağdurları için seferber olduğunu ve bugüne dek çok yüksek bedeller ödediklerini belirtti.
İsrailli yazar Yuval Noah Harari ise "İsrail'in bu hale düşmesinin tek nedeni popülizm" diyor.
“İsrail [savunmasının Hamas saldırısı karşısında] işlevsiz kalmasının gerçek açıklaması, iddia edilen herhangi bir ahlaksızlıktan ziyade popülizmdir. İsrail uzun yıllardır, halkla ilişkiler dehası olan ancak beceriksiz bir başbakan olan popülist bir otokrat, Benjamin Netanyahu tarafından yönetilmektedir.”
“Batı’daki ‘Sürgün Doğulu’ olarak bilinen Filistinli ünlü düşünür ve Filistin davasının güçlü bir savunucusu olan Edward Said eserleri ve hayatı ile bu mücadelenin entelektüel aktif savunucusu olmuştur. Filistin’in Sorunu kitabı ve diğer iki eserinde hep Filistin halkına çözümler üretmiştir.
Kudüs’te, Gazze’de ve Batı Yakası’nda yaşananlar, bu yüzden kolayca öngörülebilecek (kimi durumlarda da öngörülen) bir patlamadır. Oslo Anlaşması’nda ve onun hem İsrailli, hem de Filistinli planlamacıları ile katılımcılarına karşı bir intifadadır.
Şehvetle dökülen bunca çok Filistinli kanının dehşeti, gelecekteki patlamalara dair bir önsezi ile güç bela yatıştırılıyor. İsrail, nihaî statü müzakerelerini herkesten önce satın almaya, hattâ belki de tuzağa düşürmeye çalışıyor.
Arafat ve sarsılmış Filistin yönetimi, nihai statünün şu anki kadar kasvetli olmasının muhtemel olduğu algılamaya başlamış; ve böylece silahsız sivilleri İsrail ordusunun üstüne sürmüş olabilir. Ancak böylesine haklı bir memnuniyetsizlik, öyle kolayca öne sürülüp sonra geri çekilemez.
Var olan bunalım, iki devletli çözümün sonunun geldiğine dair bir imâdır. Her iki taraf da ayrı devletlerin varlığına ihtiyaç olduğunu iddia etse de, İsrailliler ve Filistinliler tarihte, tecrübede ve hakikatte birbirlerinden ayrılamayacak kadar karışmışlardır. Başarılması gereken, savaşan Museviler, Müslümanlar ve Hristiyanlar olarak değil; aynı toprağın eşit yurttaşları olarak, bir arada yaşamak için bir yol bulunmasıdır.”
The Guardian Weekly, 6 Ekim 1996 (Makale ilk olarak The Observer gazetesinin 29 Eylül 1996 tarihli sayısında yayımlanmıştı.)
Dünyadan böyle vicdanlı sesler yükselmiyor değil. Savaş çığırtkanlığı yapmak yerine, barışın nasıl tesis edileceğine yardımcı olmak insanlık vazifemiz. Savaş fotoğrafları, masum bebeklerin cesetlerini ya da vicdanların kan ağladığı görüntüleri bile paylaşırken insan olma sorumluluğumuzu, zalimin asıl amacına hizmet eden vahşeti yaymak ve korku salmak algısına yardımcı olabileceğimizi de hatırdan çıkarmamak gerekir diye düşünüyorum. Şiddete, teröre, sivillerin hedef alınmasına karşıyım ve kınıyorum. İster Hamas yapsın isterse Netanyahu iktidarı, şiddetin karşısındayım. İsrailli ya da Filistinlilerin yaşam hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (1950) göre dokunulmazdır. Daha iyisi bulunana kadar liberal demokrasiye geçiş, popülizmin iyi anlaşılması ve otokrat liderler, rejimler ile mücadele insanlığın akıbetini belirleyecektir.
Tarihin Sonu ve Son İnsan kitabında Francis Fukuyama şöyle diyor: Monarşi ve aristokrasiden teokrasiye ve yüzyılımızın faşist ve komünist diktatörlüklerine kadar insanlık tarihinde varolmuş bir yığın hükümet biçimi arasında 20. Yüzyılın sonunda ayakta kalmayı başaran yalnızca liberal demokrasi olmuştur. Ama zafer kazanan, liberal uygulamadan çok liberal fikir olmuştur. Başka bir deyişle bugün dünyanın çok büyük bir bölümünde liberal demokrasiye gerçek bir alternatif oluşturabilecek evrensel geçerlilik iddiasında bir ideoloji ve halk egemenliğinden başka evrensel bir meşruiyet ilkesi yoktur.