İspanyolca abla, “konuş!” demekmiş!
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Afrika’daki Hizmet’in faaliyetleri görmek için Warisüddin Muhammed grubundan 6 kişi arkadaşımız Barış Beyle beraber seyahate çıktılar.
Seyahat ve ziyaretlerin bir bölümünü arkadaşımız Ali Beyin Barış Beye gönderdiği mektuptan takip edelim:
Amerika’dan gelen gruptan bayanlar oldukça konuşkanken, Prof. Dr. Hamid amca tam tersine soruldukça konuşan, onu da çok uzatmayan birisiydi. Barış Bey, “Abi, sen konuşmadığına bakma bir konuşursa çok hikmetli konuşur. Hamid amca derindir” deyince dikkatimi çekti. Yalnız başımıza kaldığımızda konuşunca
Barış Beye hak verdim.
Bir defasında dört abla yine lâfa daldı. Sonra da özür dileyip sözü Hamid amcaya bıraktılar. Hamid amca bıyık altı gülüp: “Benim babam da böyleydi. Hep annem konuşur, babam dinlerdi” dedi.
Ablalardan biri İspanyol kökenliydi. Porto Rikoluydu. Onun teni diğerlerine göre açıktı zaten. O dedi ki; “Siz bize hep ‘abla, abla’ diyorsunuz ama İspanyolca’da ‘abla’ ‘konuş’ demek.” Hemen söze girdim: “Ha siz onun için biz size ‘abla’ dedikçe siz konuşuyorsunuz!..” Gülüştük….
Müslüman Afro-Amerikalı, emekli akademisyen Prof. Dr. Hamid amca: “Bediüzzaman Said Nursi bir müceddiddir.” demiş. “Nereden anladınız?” diye sormuş Barış Bey. “Şu Hizmet bunun en büyük ispatıdır.” demiş.
“Herkes bir travma yaşıyor. Belki bir psikoloğa görünsek, tedavi olabileceğimiz problemlerimiz var ama bu travmaya hazırlıksız yakalandık. Her birimiz bir ülkeye sığınmış, başımızın çaresine bakıyoruz. Özellikle sürece Türkiye’de yakalanmış olanlar çok derin travmalar yaşıyor. Dinin verdiği motivasyon, herkesin derinliğine bağlı. Bazen ters bile tepebiliyor. O yüzden psikolog olmamamıza rağmen insanları bir psikolog gibi dinlemek gerekiyor. Zaten psikologlar paralarının büyük kısmını hastalarını dinleyerek kazanıyorlarmış. (Burada bu lafa epey güldü. Doğru, deyip tasdik etti) Ben de insanları dinliyorum. Sadece dinliyorum. Tavsiyede bulunmuyorum. Sorarlarsa bir şeyler söylüyorum. Bir keresinde böyle travma yaşayan birine birkaç tavsiyede bulunmak istedim, lafı ağzıma tıkadı: ‘Sen ne bilirsin ki? Sen benim yaşadığımı yaşamadın ki! Millete hayal satmayın!’ deyip adeta azarladı. O günden beri kimseye tavsiyede bulunmam. Siz bir psikolog olarak bu süreçte bize ne tavsiye edersiniz?’ dedim.”
Bu soruya Dr. Hamid Bey, şöyle cevap verdi: “Her hasta ayrı değerlendirilmelidir. Burada umumi, herkese gidecek tavsiyede bulunamam. Bu mümkün değil. Herkesin durumu ayrıdır, ayrı tedavi gerektirir. Ama takip ettiğiniz metod doğru. Bazen dinlemek problemi çözer. Şunu unutmayın: Bu olayı ilk defa siz yaşamıyorsunuz. Mesela biz Afrika kökenliler 400 yıldır yaşıyoruz. Siz şimdi o eski günlerinizi özlüyorsunuz. Bir gün o günlerin geri geleceğini, ülkenize geri döneceğinizi ümit ediyorsunuz. Bu şekilde devam ederseniz travmanız da devam eder. O eski günler geri gelmeyecek. Biz Amerika’da bununla öyle başa çıktık. Olan durumu kabullendik. Yeni duruma göre şekillendik. Şimdi önümüze bakıyor, problemlerimize çözüm üretiyoruz. Siz de öyle yapmalısınız. Siz bize göre daha avantajlısınız. Süreç öncesi bir 20 yıl yurtdışı tecrübeniz var. Ayrıca cemaat çok eğitimli fertlerden oluşuyor. Lideriniz bu süreçte başınızda. Aranızda olmasa da Amerika’da bir yerde varlığı sizi rahatlatıyor. Ayrıca çocuklarınız, yeni nesil 3-4 kültüre vâkıf bir şekilde yetişiyor. Yurtdışındaki eğitim müesseselerinde bunca yıldır yetişmiş, sizi anlayan bir nesil var. Bunların hepsi, eğer değerlendirebilirseniz, sizin için bir avantaj. Bunu ülkenizdeki diğer grupların (mutlaka vardır) yapması mümkün değil. Sizin için mümkün. Yapmanız gereken, yeni durumu kabullenip önünüze bakmanız” dedi.
Psikolog Hamid amcadan rica ettim. “Oğlum da psikoloji okumak istiyor. Çağırsam tavsiyelerde bulunur musunuz?” dedim. Hem soruları varsa sorar, cevaplarsınız” diye ekledim. “Hay hay!” dedi.
Otele 9:00 gibi ulaşacaktık. Yurtta kalan oğluma ulaştım, otele gelmesini söyledim. Vardığımızda resepsiyonda oturmuş gazeteye göz atıyordu. Bizi görünce gülümseyerek yanımıza geldi. “Hoşgeldiniz” diyerek elini sıktı. Resepsiyondaki koltuklara oturup hemen mevzuya girdik. Zira misafirimiz yorgundu, oğlumu da yurda geri bırakacaktım.
Profesör, psikolojiyi en başta sevmesi gerektiğini söyledi. “Seviyor musun?” diye sordu. “Evet” dedi Selim. “Çünkü en başta, sevmediğin meslekte başarılı olamazsın. İkincisi, kendi problemin yetmiyormuş gibi bir sürü insanın problemlerine de omuz vermek durumundasın. Bunu sevmeyen yapamaz” dedi.
Neden psikoloji’yi seçtiğini sordu. “Psikoloji biraz Batı’da gelişmiş. İslam dünyasına girişi çok sonraları olmuş. Ben psikolojiye İslam perspektifinden bir bakış atmak istiyorum” diye cevapladı. İnsanlara yardımcı olmak hoşuma gidiyor, dedi.
Profesör, “Psikoloji’nin merkezi Almanya, fakat sana Amerika’da okumanı tavsiye ederim” dedi. “Çünkü Amerika fırsatlar ülkesi. Çalışanın karşılığını aldığı bir ülke Amerika. Bir de nerede okursan oku, sakın ders kitaplarına takılı kalma. Mutlaka psikoloji sahasında ekstra okumalar yap. Psikologların arkasından koştur, onlarla istibatta ol. Seni sen yapacak olan ekstra okumaların ve networkun. Bölüm olarak da klinik psikoloji okumanı tavsiye ederim. Çünkü klinik psikoloji her şeye açık. Onu okuduktan sonra her sahada master doktora yapabilirsin. Diğerleri gibi kısıtlı alanlara hapsolmazsın. Ama başarı için master ve doktora şart. Akademiye devam etmeni, eğitim vermeni tavsiye ederim. Ben öyle yaptım” dedi. Bu kısa görüşmenin ardından profesör odasına çıktı. Ben de Selim’i yurda bırakıp eve geçtim.
Ertesi günü onu otelden aldım. Şehir merkezine doğru ilerlerken: “Dün senin oğlanın cevabı yüreğimi hoplattı. Psikolojiye İslam perspektifinden bakmak istiyorum, dedi ya…. Bu o yaşta bir çocuğun söyleyeceği sözler değil. Bu şuuru bu gence veren Hizmet’tir. Hizmet bu çocuğa böyle yap dememiştir.
Ancak bu Hizmet’te kala kala oluşacak bir şuurdur. O ne dediğinin farkında bile değil. Büyük bir boşluğu dolduracak bir proje bu. Bu çocuktan Amerika’ya dönünce bahsedeceğim. Amerika’ya gelirse mutlaka yanıma uğrasın. Onu tanıştırmak istediğim birileri var” dedi.
Hizmetin, Elhamdülillah önü açık.