İslamiyeti de içine alan İnsanlık kalesi....
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu Lâhikasında, mânevî bir muhaverede cereyan eden bir sual-cevaptan bahsederek diyor ki: “Biri dedi: ‘Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları (yaptığı yığınaklar) ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. En inatçı bir dinsizi susturmak için yüzde biri kâfi iken, neden bu derece hararetli daha yeni tahşidat yapıyor?”
(Bu soruyu biraz açacak olursak: Mesela, inkârcı fikirleri çürütüp Cenab-ı Hakkın varlığını birliğini isbat için yazılan Tabiat Risalesi (Yirmi Üçüncü Lem’a) var. Gerçekten, sebepler yaratıyor, diyenleri de, kendi kendine oluyor diyenleri de, tabiat yaratıyor diyen inkarcıları da üçer maddelik cevaplar konuşamaz hale getiriyor, onlar için saklanacak, gizlenecek bir yer bırakmıyor. Şimdi böyle harika bir Risale varken, bakıyorsunuz, her bir atom zerresinin 55 dil ile tevhidi isbat eden Katre Risalesi yazılmış. Pek çok inkârcı anlayışı nakavt eden Nokta Risalesi yazılmış. İşârâtü’l-İ’caz’da isbatlayıcı harika bölümler ve ifadeler var. Muhâkemat isimli eserin üçüncü bölümü olan Unsuru’l-Akîde kısmında bilhassa Japonların sorularına cevap teşkil eden ifadeler yer alıyor. Yirmi İkinci Söz’de kainat elekten geçirilmişcesine isbatî güzellikler mevcut. Otuzuncu Söz’ün ikinci kısmı olan Zerre bahsinde hem çok muhteşem isbatlar var hem de atom zerrelerinin hareketlerindeki ve analiz-sentezlerindeki hikmetlerin anlatıldığı bölümler insanı hayretten hayrete götürüyor. Otuz İkinci Söz’de atom zerrelerinden hücreden al ve akyuvarlardan insan vücudundan, bütün canlılardan, dünyadan, güneş sisteminden bütün sistemlere varıncaya kadar herşeyi konuşturarak inkâra zerre kadar yer kalmayacak şekilde herkesin anlayacağı biçimde çok güzel isbatlar ve inkâr ve itirazları kökünden halledici cevaplar var. Bütün bunlar varken bir de Âyetü’l-Kübrâ Risalesi yazılmış… Kainatta seyahat eden bir seyyahım müşahedeleri olarak insanı iman, marifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanî ile kanatlandıran derin, isbatlayıcı ifadeler var. Yani bunların bir tanesi bile bu hususta yeterli iken durmadan bunların yazılmasının sırrı ve hikmeti nedir?)
“O soruyu sorana cevaben dediler; ‘Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î TAHRİBATI, bir küçük HANEYİ TAMİR ETMİYOR; belki KÜLLÎ BİR TAHRİBATI ve İSLAMİYETİ İÇİNE ALAN dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît (kuşatıcı) KALEYİ tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir KALBİ ve has bir VİCDANI ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik edilip yığılan tahrip edip bozucu âletlerle dehşetli rahnelenen (yaralanıp aşındırılan) kalb-i umumiyi, efkâr-ı âmmeyi ve umumun bilhassa mümin avam halkın dayanakları olan İslamî esasların, cereyanların ve şeâirlerin (İslamiyeti gösteren, hatırlatan sembollerin) kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi Kur’an’ın mucizeliğiyle o geniş yaralarını, Kur’an’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.
“Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde tecrübe edilmiş ilaçlar hadsiz devâlar bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın manevî mucizeliğinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişaflara vesiledir.”
Evet Risale-i Nur cüz’î bir tahribatı, küçük bir haneyi tamir etmiyor… Sadece bir hastalığın tedavisiyle meşgul olmuyor; kalb-i umuminin ve vicdan-i umumînin şifa ve devası ile meşgul oluyor. Mesela, beyin rahatsızlığı olan kişi, her halde dâhiliye mütehassısına gitmez; gitse bile, ona “Sen yanlış yere geldin; hemen beyin uzmanına gitmelisin.” der. Bir dönem tasavvuf ve tarikat hizmetlerinde de, mürşid-i kâmiller kendilerine müracaat edenlere “Siz falan dergâha gidin, sizin yeriniz orası” diyerek müracaat edecekleri kapıları gösterip sevkediyorlardı… Üstad Hazretleri “Lâtif Nükteler” kitapçığında toplanan mektuplardan birisinden diyor ki: “Kardeşlerim! Kalbime ihtâr edildi ki; MESNEVİ-İ ŞERİF Kur’an Güneşinden tezahür eden yedi hakikatten BİR HAKİKATİN aynası olmuş. Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin ölümsüz bir mürşidi olmuş. Öyle de Risale-i Nur, Kur’an Güneşinin ziyasındaki yedi rengi ve Güneş’teki renk renk, çeşit çeşit yedi nuru birden aynasında temessül ettirip gösterdiğinden, inşaallah, YEDİ CİHETLE ŞERÎF, KUDSÎ ve YEDİ MESNEVÎ kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak.” diyor.
Kastamonu Lâhikasındaki bir mektupta da şöyle deniliyor:
“Devam eden mânevî tahribat karşısında Allah’a hamdolsun, gittikçe Risale-i Nur’un harika mukavemeti, satveti ve kıymeti ziyadeleşiyor. Dalâletin temel taşı ve dayanma noktası olan Tabiat tâğutunu (Naturalizmi) dağıtıp, Kur’an’ın elinde bir elmas kılıç olarak her tarafta nurları saçar, karanlıkları dağıtır. Fakat dalâletin çeşitleri çoktur. O nisbette, Risalelerin de ayrı ayrı meziyetleri ve ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise Tabiat Risalesini (Isparta’dan Kastamonu’ya) bize gönderiniz.”
Nur Risaleleri insanlık kalesini tamir ediyor. Öyle bir kale ki, her bir taşı dağ kadar değil; dağlar büyüklüğünde… Bu öyle bir kale ki, içinde İslamiyet de bulunuyor. Demek ki, Kur’an’ın âhir zamandaki hazineleri ortaya çıkarıp sergileyen Risale-i Nur’lar, Kıyamet Suresinde müjdelenen BEYAN’dır. Hem sadece sağından solundan aşındırılan o koskoca insanlık kalesinin sadece tamiri değil, aynı zamanda, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyata ve inkişafa da vesiledir. Kur’an’ın sünuhâtı, ilhamâtı, istihrâcâtı ve istinbâtâtı olan Kur’ani feyizleri ifade eden Risale-i Nurları, Kur’an makûliyetinde, akıl ve fennin hükmettiği bu ve gelecek çağlarda bütün insanlık dertlerine derman olarak kabul edecektir. Bu bir ihtiyaçtır. Onun için arayıp bulacak ve hırz-ı cân edecektir. KADER-İ İLÂHÎNİN çok geçerli hükmü vardır. Hiçbir şey boşuna değildir…