Prof. Dr. Eva De Vitray-Meyerovitch’in röportajları kitap haline getirilerek, toptan “İslâmın Güler Yüzü” ismi verilmiş. Yazar, Fransız aristokrat bir aileden gelmiştir. Hukuk ve felsefe eğitimi alan Eva Hanımefendi, çalışmalarını edebiyat, felsefe ve tasarruf konularında yoğunlaştırmıştır. Fransa'nın dünya çapında saygın bilim ve araştırma kurumu olan İlmi Araştırmalar Milli Merkezi (CNRS) üyesi olarak bu müessesede idarecilik ve uzmanlık yapmıştır. Mevlana Celaleddin Rumî’nin ve Dr. Muhammed İkbal’in hemen bütün eserlerini Fransızcaya çevirmiştir. Gerek bu önemli tercümeleri, gerekse yaptığı salon ve radyo konuşmalarıyla çok sayıda Fransız aydınının İslâm'a ısınmasına ve pek çok kişinin de Müslüman olmasına vesile oldu. Mevlana Hazretlerini mürşid olarak gördükten sonra Havva ismini aldı ve Müslüman olarak vefat etti. Naaşı vasiyeti üzerine, Fransa’dan 1999’da Konya’ya Üçler Mezarlığı’na taşındı.
Onu bize en başta Cemal Aydın tanıttı. Daha sonra özel bilgileri mânevî evladı Prof. Dr. Abdullah Öztürk’ten öğrendik.
Cemal Aydın, 1977’de İstanbul Taksim’deki Fransız Kültür Merkezi’nde Eva Hanımefendinin bir konferansını dinliyor ve tesirinde kalıyor. Çünkü diyor ki: “Çok sevimli bir hanım ağzını doldura doldura, kalın bir ‘a’ harfiyle “Mavlana, Mavlana” diyerek öyle şeyler anlatıyordu ki, bunlar benim hiç duymadığım hususlardı. Mevlâna’nın bu günkü astronomi bilgilerine kadar uzanan pek çok konuyu önceden bildiğini ve haber verdiğini söylüyordu. (…) Söylediklerini, Mevlânâ'dan okuduğu bir beyit veya bir rûbâî ile de de delillendiriyordu. Mevlânâ’nın bunu söylerken Kur’an’daki şu âyetlere dayandığını, Hz. Peygamber’in şu şu hadislerini temel aldığını da kaydediyordu. Tâbîi o âyet ve hadislerin Fransız'a meallerini de arz ediyordu. Onun anlattıklarını dinlerken Mevlânâ’yı ilk defa keşfediyordum. (…) Fransız bayanı nefessiz dinliyor, o konuşurken içim açılıyor, gönlüm, ruhum kanatlanıyordu.
“Bir ara, ‘Acaba sadece ben mi büyülenip kaldım?’ diye geçti içimden. Çünkü az çok dindar sayılırdım. Oraya gelenlerin bir kısmı ise dindarlık bir yana, dini değerlere bile hor bakan kimselerdi. Pek çoğu da zaten gayrimüslimdi, yabancıydı. Onun için onların tavrı nasıldır diye biraz merak ettim. Diğer dinleyicilere şöyle bir göz attım. Hepsi de aynen benim ruh hâlimi yaşıyordu sanki. Herkes pür dikkat dinliyor. Gözleri mıhlanmışçasına konuşmacıya çevrilmiş bulunuyordu. Salonda bulunan Fransızlar, Museviler, Ermeniler, Rumlar ve daha pek çok yerli ve yabancı kimseler, onun söylediklerini sanki dinlemiyor âdeta içiyor, yudum yudum tadıyorlardı.
“İtiraf edeyim, ben şahsen ne o konferans öncesinde ne de sonrasında, Mevlânâ hakkında öylesine çarpıcı, öylesine büyüleyici ve öylesine bilimsel bir konuşmaya hiç şahit olmadım.”
“Tanıdığım ve konuşmasını dinlediğim pek çok Müslümanın erişemeyeceği ve ifade etmeyeceği düzeyde bir Mevlânâ takdimini bir Fransız bayandan dinlemek, kısacası salondakiler gibi beni de Allak-bullak etti.”
Cemal Aydın, konferans bittikten sonra kendisinden bir randevu istirham ediyor. O da öbür gün kaldığı otele tam saat 15:00’te gelmesini söylüyor. Yanına varır varmaz daha otur, demeden ikindi namazının kaçta olduğunu soruyor! Cemal Bey şaşırınca , Eva Hanım diyor ki: “Hiç insan Mevlana’yı okuduktan sonra Müslüman olmaz olur mu?”
Mevlânâ Hazretlerini, İmam Gazalî, İmam Rabbanî gibi bir müceddit kabul ediyoruz. Her asırda gönderilen müceddidler, dinden bir şey eksiltmezler ve bir şey de ilave etmezler. Sadece vahiy kaynağından uzaklaşan insanların dine bakışları matlaşmaya başlar. İslamdaki güzelliği ve parlaklığı tam hissedemezler. İşte müceddidler, İslam hakikatlerine bir saykıl, bir taze cilâ vurarak Müslümanların ve insanların gönüllerini hoplatırlar.
Maalesef 1917’deki Rusya merkezli komünist devrim, dinsizliği devlet rejimi haline getirdikten ve bu inkâr dünyanın yarıdan fazlasını pençesi altına aldıktan sonra, inkâr-ı ulûhiyetin cihana yayılmasıyla insanlık kalesi büyük bir yara aldı. Onun için Üstad Bediüzzaman ve M. Fethullah Gülen Hocaefendi, insanlık kalesinin tamiri hususunda çok ağır bir yükü omuzlarına alarak, ihlas ve samimiyetle gayretlerine gayret katarak, insanların kalblerini kafalarını aydınlatacak, gönüllerini tatmin edecek eserler ortaya koydular. Yaşatma duygusu ile hareket ederek fiilen bu güzellikleri bütün cihana yaymak için çalıştılar. Önlerine çıkan büyük engelleri Allah’ın inayetiyle aşmasını bildiler.