Turgay Karaman, Malezya'nın Başkenti Kuala Lumpur'daki prestijli “Time International School”un müdürü... Geçtiğimiz hafta salı günü Malezya'da kaçırıldı.
Olayın çok erken haber alınması ve uluslararası medyanın gündemine girmesi sayesinde işin rengi değişti. Malezya makamları, Turgay Karaman'ın IŞİD bağlantısı sebebiyle gözaltına alındığını iddia ettiler.
The Guardian gazetesi, Turgay Karaman'ın, Malezya Başbakanı Najib Razak ile yaptığı görüşmelerin resmini yayınladı. Turgay Karaman'ın Malezya'daki prestijli bir uluslararası okulun müdürü olduğunu hatırlatan The Guardian, Karaman'ın twitter hesabını da incelemiş ve sonucu okurlarına şöyle bildiriyor:
“Bir IŞİD elemanı ile uyuşan hiçbir tarafı yok...”
Bunu elbette Malezya makamları da çok iyi biliyor.
Yoksa, başkentte çok prestijli bir uluslararası okulun müdürünün IŞİD elemanı olmasına izin verirler mi?
Bu gibi uluslararası okullarda, o ülkedeki yabancı diplomatların çocukları okur. Bu diplomatların hepsi, bu iddiaya gülmüştür.
Olayın özü şu: Eğer bu kaçırılma olayı zamanında haber alınmasa ve uluslararası medyanın gündemine girmese, Turgay Karaman çoktan Türkiye'ye teslim edilmiş olurdu. Olay deşifre olunca, alelacele uydurulmuş bir kılıf IŞİD...
Human Rights Watch'un çok erken devreye girmesi de bu kaçırılma planının deşifre olmasında önemli rol oynadı.
Malezya'daki olay, Türkiye'deki hukuk tanımaz rejimin uluslararası hukuku da hiçe sayan eylemlerinden sadece biri...
Avrupa ülklerinde imamlara casusluk yaptırılması, bir çok ülkede Hizmet kurumları ve Hizmet mensuplarına yönelik kumpasları dünyanın gündeminde...
Bu eylemleriyle suç dosyalarını kabartıyorlar. Bu hikayenin sonu, Türkiye'nin bütün dünyada “Haydut devlet” kategorisine girmesi...
Başka ülkelerde bu haydutlukları yapanların, olağanüstü hal rejimi altındaki Türkiye'de yaptıklarını düşünün... Geçenlerde,“Acımayacağız. Acırsak, acınacak hale geliriz” diyordu Saraydaki şahıs...
Oya Baydar çok güzel sordu: “Her dinde acıma vardır. Siz hangi dindensiniz?”
Aynı şeyi Çetin Doğan söylüyordu: “Acımayacağız, tepeleyeceğiz...”
Oya Baydar çok güzel bir tesbit yapıyor. Sadece İslam'da değil, hiçbir dinde bu söylemin yeri yok...
The Times gazetesi, geçtiğimiz hafta teşhisi koydu: Saray'daki şahıs Stalin'in ve Hitler'in yöntemlerini kullanıyor. Ve Stalin ile Hitler'in yalan taktiklerini... Washington Post gazetesi de Peru'nun eski diktatörü Fujimori'ye benzetti Saraydaki şahsı...
Mümin yalan söylemez. Yalan, mümin görünümlü münafıkların alameti farikasıdır.
“Savaşta her türlü hile ve yalan mübahtır” fetvalarına bel bağlıyorlar.
Bu fetvalarla, seçim sandığında hile yapıyorlar.
Bu fetvalarla masum insanlara iftira atıyorlar; kadınları ve çocukları tutukluyorlar.
Dört yıldır Türkiye'yi bu hile ve yalanlarla cehenneme çevirdiler.
Kuala Lampur'daki prestijli bir okulun müdürüne IŞİD iftirası atanların, Türkiye'de hangi yalanlarla insanlara neler yapabileceğini düşünün...
Bütün bu cürümleri işlerken, milliyetçi görünümlü din düşmanları ve demokrat kılıklı iflah olmaz cemaat düşmanları da onların destekçisi...
Koalisyonu görüyor musunuz? İslam tarihine bakın, münafık güruhun hep bu koalisyonun içinde olduğunu görürsünüz.
Bir yalan koalisyonu bu... Ve günü gelince bir rüzgarla devrilecek çürük bir koalisyon...
Cemaat düşmanlığı ile maruf, bu düşmanlığını demokrat kılığına girerek gizlemeye çalışan bir şahıs, geçenlerde şöyle diyor:
“Yurtdışındaki Cemaat yazarları, dışarıdan bize demokrasi dersi vermeye kalkıyor...”
Bu şahsa şunu sormak lazım: Aynı şeyi Can Dündar için de söylüyor musun? Onu da, dışarıdan demokrasi dersi vermekle suçluyor musun?
Türkiye'yi terk eden ilk gazeteciler ve yazarlar biz değiliz. Baskı dönemlerinde nice yazarlar, sanatçılar, entelektüeller Türkiye'yi terk ettiler. Bu baskı rejimlerinin bir an önce sona ermesi için dışarıda mücadele verdiler.
İflah olmaz Cemaat düşmanlarının derdi başka... Hepimiz hapislere girsek yine nefretleri bitmeyecek. Türkiye dışında olmamızdan değil, hapishanede olmayışımızdan rahatsızlar.
Daha önce burada bir kaç kez yazdım. Keşke biraz İslam tarihinde münafıkların yedeğine girmiş insanların başına gelenlere bir baksalar.
Keşke İran'da Humeyni rejiminde yaşananları görseler... İran'da devrimin yerleşmesiyle solcuların başına gelenleri görseler...
Ama göremiyorlar. Cemaat düşmanlığı gözlerini köreltmiş. Ve çukurlaştıkça çukurlaşıyorlar bu Cemaat nefretiyle...
Dışarıda olmak, bir gazetecinin ve yazarın sorumluluğunu arttırır. Ülkesi baskı altında inleyen dışarıdaki bir gazeteci, bir yazar sessiz kalamaz, köşesine çekilemez. Böyle zamanlarda dışarıda olmanın sorumluluğu çok büyüktür. İçeride zindanlara atılan, işkence görenlere karşı, her türlü baskıya maruz kalan onların aileleri ve çocuklarına karşı bir sorumluluktur bu...
Tarihe karşı, gelecek nesillere karşı, kendi çocuklarımıza karşı bir sorumluluktur bu...
Susmayacağız. Yazmaya, konuşmaya devam edeceğiz.
Güzel bir ülkeyi cehenneme çevirenleri ve onların yedeklerini yazmaya, bu yalan koalisyonunun cürümlerini deşifre etmeye devam edeceğiz...
Ve bir gün bu güzel ülke bu yalan koalisyonun tasallutundan kurtulacak, biz de merhum Cem Karaca gibi ülkemize geri döneceğiz.
“Döndümse, ülkeme döndüm...” diyerek...
Ve o dönüş gününe kadar, “Allah Yar...” diyerek...
Faruk Mercan