Câfer bin Ebû Talib’in Habeş Necaşîsi’nin huzurunda, muhacirleri temsilen yaptığı meşhur bir konuşma vardır. Bir belagat harikası olan o muhteşem hitapta Hazreti Câfer, Mekke müşriklerinin gönderdiği diplomatik heyetin iftiralarına cevap verirken “cahiliye” kavramına da açıklık getirir ve der ki:
“Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Akrabalık bağlarına riayet etmez, komşularımıza kötülük ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi.” (İbn Hişam)
Fetih Suresinde geçen “Cahiliye taassubu” (hamiyyetü’l-cahiliyye) da, cahil bir toplumun hayatına hakim olan şiddet, kin ve nefrete işaret eder.
Kısaca cahiliye, bir “barbarlık dönemi”dir ve Efendimiz’in (as) işaret ettiği gibi her asır ve coğrafyada kendini tekrar edebilir.
Cehl-hilm kelimelerinin anlamlarını inceleyen Japon araştırmacı lzutsu, cahiliye dönemi ve İslam devrindeki insanların sıfat ve davranışlarını birbiriyle kıyasladıktan sonra cehlin fiili tezahürünün zulüm olduğunu, cahiliye çağı insanlarının Hazreti Peygamber (as) ve ashabına karşı yaptıkları bütün zulüm ve işkencelerin arkasında da bu cehaletin yattığını belirtir.
Ve “cahiliye”nin asıl karşıtının ilim değil, “hilim” olduğu tespitini yapar. Hilim kelimesi, metanet, sükûnet, bağışlama, yumuşak huyluluk, ahlak ve karakter sağlamlığı, ihtiyat ve ılımlılık gibi anlamlara geldiği için halim, “medeni insan” demektir.
CAHİLİYE TOPLUMU
Kendisi de bir yönüyle cahiliyeye karşı kavga veren Bediüzzaman, fert ve toplumun çöküşü ve cahiliye toplumunun teşekkül edişini altı katmanlı bir “bozulma ölçeği” ile kritik eder:
Aklın bozulması, kalbin bozulması, sosyal hayatın bozulması, insaniyetin bozulması, insanın kendi hemcinslerine duyduğu merhametin ve akrabalık bağlarının bozulması ve en sonunda da vicdanın bozulması ki vicdanın bozulması aynı zamanda fıtratın bozulmasıdır.
Hazret-i Pir bu ölçümü Kur’anî bir metotla soru sorarak yapar. Cevaplarını ise kendisi vermeyip vicdanlara havale eder.
Ben onun sorularını bugüne ve kendi toplumunuza uyarlamak istiyorum yalnızca. Hükmü size bırakarak…
SİZE NE OLMUŞ Kİ…
Ey halkım!
Sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, “Darbeyi öğretmenler, doktorlar, avukatlar, ev kadınları, iş adamları mı yaptı?” gibi en basit soruları soramıyor, kadınların iktidarı zor durumda bırakmak için hep birlikte hamile kaldığı gibi çirkin binlerce iftirayı ihtimal dâhilinde görüyor, muhalif görünseniz dahi muktedirlerin tez ve söylemlerini satın alıyorsunuz?
Sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, azgın bir nefret dilinin benimsenmesi, ekranların gece gündüz düşmanlık pompalaması, kadınların iffetlerine dil ve el uzatılması, genç kızların başına çuval geçirilerek sürüklenmesi, doğumhanelerin önünde polis bekletilmesi gibi en menfur işleri seviyorsunuz?
Toplum hayatınıza ve medeniyetinize ne olmuş ki, vakıf, dernek kurdukları, burs verdikleri, yurt, okul yaptıkları, talebeye sahip çıktıkları için insanlar hapsediliyor, mallarına el konuluyor, kitaplar yakılıyor da siz susuyorsunuz? Sosyal hayatınızı zehirleyen, medeniyetinizi darmadağın eden, fert ve kamu hukuku ile hiçbir şekilde tevil edemeyeceğiniz amelleri kabul ediyorsunuz?
İnsaniyetinize ne olmuş ki, kendi kardeşinizin cesedini dişler gibi gıybetler ediyor, iftiralar atıyor, münafıkların ürettiği yalanları çoğaltıyor, sistemin mağdur ettiklerini siz de sorgusuz sualsiz mahkûm ediyorsunuz. Kardeşlerinize, gelinlerinize, hatta çocuklarınıza düşman olmak gibi en mide bulandıran bir işi yapıyorsunuz?
Kendi cinsinize merhametiniz, akrabalık bağlarına hürmetiniz yok mu ki, pek çok yönüyle kardeşiniz, evladınız, ana babanız hükmünde olan mazlumların şahs-ı manevîsine insafsızca saldırıyorsunuz? Akrabalarınıza sahip çıkmıyor, meslektaşlarınızın işlerinden atılmasına, güvencesiz, ekmeksiz bırakılmasına seyirci kalıyor, onlardan boşalan yerleri doldurmak için yarışıyor, komşularınızı ihbar ediyorsunuz.
Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, 668 bebek, 17 bin kadının hapiste oluşundan rahatsızlık duymuyorsunuz?
Bilmiyor musunuz ki vicdan bozulunca her şey bozulur ve insanın bozulması başka şeylerin bozulmasına benzemez!
Simalarınızın karardığını, kalplerinizin katılaştığını, bereketin üzerinizden kalktığını, kötü bir akıbete doğru koştuğunuzu gören, yaptıklarına pişman olan kimse yok mu aranızda?
BİR CAHİLİYE ADETİ OLARAK BEBEKLERE ZULMEDİLMESİ
“Diri diri gömülen kız çocuğuna hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulur (Tekvir, 8-9) da, hapisteki bebeklere hangi suçtan ötürü zindanda tutulduğu sorulmaz mı sanıyorsunuz?
Toprağa gömülür gibi zindanlara atılan,
Üzerleri bitimsiz bir kin, öfke, haset ve nefretin toprağıyla örtülen, en hafifinden unutulmuşluğa terk edilen,
Sadece muktedirler tarafından değil, onların şamatacıları tarafından da zulmü hak ettikleri düşünülen,
Yeryüzünün en masum varlıkları bebeklere…
Hangi suçlarından ötürü babalarından ayrı düşürüldükleri, anneciklerinin iniltilerine şahit tutuldukları, haklarından mahrum bırakıldıkları sorulmaz mı?
Müfessirler, ilgili ayette sorunun bu cürmü işleyenlere değil de diri diri toprağa gömülene sorulmasına tebkit (=susturma) diyorlar. Yani, mazlum bebeklere bu zulmü reva görenlerin, Hakk’ın huzurunda hiçbir savunma yapamayacak şekilde gazap ve cezayı hak edeceklerini anlatan şiddetli bir uyarı. Koruyucusuz olarak gördükleri için zulmettikleri mazlumların haklarının ise Allah katında saklı tutulduğunun teminatı.
“Ey halkım! Şimdi söyleyin bakalım!” Kur’an’da tekrar edilen bir soru kalıbı.
Aynı kalıpla ve peygamber dilince sormak istiyorum:
Ey halkım! Şimdi söyleyin bakalım, O’nun cezasından sizi kim kurtarabilir?