AZİZ KAMİL CAN - TR724..COM
Türkiye’de Hükümet istediği sonuçları elde etmek amacıyla, ulusal bazda yaptığı her çeşit sahtelik ve hukuksuzluğun benzerini uluslararası kurumlar ve devletler nezdinde de pervasızca sürdürüyor.
Bu hukuk dışı uygulamalar bazen adam kaçırma, bazen propaganda, bazen de sahte belge sunmalar ile kendini gösteriyor.
Hatırlanacağı gibi, Amerika’da görülen Reza Zarrab davasında, sahte bir belge ibraz edilmeye çalışılmıştı. İlk olarak bu belgenin varlığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ın açıklamaları ile duyurulmuştu. Sözde bu belge bir örgüt üyesinin evinde ele geçirilen dijital materyallerin incelenmesi sonucunda ele geçirilmişti.
Sunulan belgede Fethullah Gülen’in Türkiye’deki bir hakimden polislerin tahliyeleri için ricacı olduğu iddia ediliyordu. Ancak belgedeki komiklik ve ciddiyetsizlikler (tarih, imza, dil vb) belgenin sahteliği hakkında araştırma yapmayı bile gerekli kılmıyordu. Zarrab’ı kurtarmaya yönelik hazırlanan sahte belgeye Amerikan yargıcı tarafından itibar edilmeyince, o güne kadar belgeyi manşetlerine taşıyan bağlı medya da bir anda bu değerli delili(!) unutuverdi.
Benzer bir sahtekarlık bu kez İngiltere’deki bir mahkeme dosyasında yapıldı. İngiltere’de Akın İpek ve diğer iki davalı hakkındaki suçlamalar nedeniyle Türkiye’ye iade talebine yönelik dava devam ederken, Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya “delil” olarak resmi bir belge sunuldu.
Bu belge sunulmadan önce, davalıların ısrarla üzerinde durduğu başlıca argüman, davanın “siyasi nitelikte” bir dava olup hukuki olmaktan uzak olduğu ve de Türkiye’de adil yargılanma hakkının çok ciddi ölçüde ihlal edildiği idi.
Yargılama sürecinde İngiliz Mahkemesi, Türkiye’de adil yargılama hakkının bulunmadığı yönünde aslında yeterli kanıtlara ulaşmıştı. Bu durumu fark eden Adalet Bakanlığı, Türkiye’de “adil yargılama ilkesinin” var olduğu ve davalıların “ayrımcılığa” maruz kalmayacaklarını ispatlamak için dosyaya ‘sahte bir delil’ sunmaktan çekinmedi.
Mahkeme hakimi, Bakanlığın sunduğu bu belgenin “delil” olarak dosyaya girmesini kabul etti. Gerekçeli karardan Hakimin bu belgeden etkilendiğini şu sözleri ile anlıyoruz:
“Ne var ki, Türkiye Adalet Bakanlığı, dikkatle incelenmesi gereken 8 Kasım 2018 tarihli önemli bir evrak sundu. …adaletin tecellisi adına böyle olması gerektiğini düşündüğüm için, bu evrakın kanıt olarak kabul edilmesine izin verdim.”
8 Kasım 2018 tarihli belgede özetle; Türkiye’deki mahkemelerin ‘Fetö’ üyeliği ve yöneticiliği suçlamalarıyla ilgili 10,657, Anayasal düzene karşı işlenen suçlarla ilgili 632 beraat kararı verdiği, Yargıtay’ın 2018 yılının başından beri yerel mahkemeler tarafından verilen mahkumiyet kararlarının (bylock, sempati, banka, vd dahil) yaklaşık olarak yüzde 40’ını bozduğu şeklindeki bilgilere yer verilmişti.
Mahkeme, mektubun içeriğini gözardı etmesinin mümkün olmadığını kabul etmiş ise de aşağıdaki nedenlerle adil yargılanma için ikna olmadığını belirterek hükümetin talebini geri çevirdi:
– Türkiye’deki ceza yargılamalarının adil olduğuna ilişkin Türkiye’ye karşı verilmiş herhangi bir örnek karar bulunmamaktadır.
– Türk hükümetinin, Prof. Jowell tarafından anlatıldığı şekliyle, 2013 Aralık’taki eylemlerine ek olarak, 16 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden beri Türkiye’de meydana gelen bazı olaylar, hukukun üstünlüğüne müdahale edilmediği konusunda bu mahkemeye oldukça az güvence vermektedir.
– Gülen Hareketinin üst sıralarını oluşturduğu söylenen kişilere karşı Türkiye’de düşmanca bir atmosfer olduğu bu mahkeme tarafından açıkça görülmektedir.
Adalet Bakanlığı başta Akın İpek ve diğer üç davalıyı Türkiye’ye geri getirmek üzere bir belge sunmuştu. Ama düşündüğü gibi olmadı.
Mahkemenin, anılan bu belgeye kararında yer verip, reddetmesi üzerine durum sosyal medyaya ve bazı internet sitelerine yansıdı. Bu kez başka bir risk ortaya çıkıyordu: Madem Bakanlık böyle bir açıklama yaptı, artık Türkiye’de hakimler korkmadan İngiliz Mahkemesi ve Bakanlık yazısı içeriğine uygun herkesi beraat ettirebilirdi.
İşte böyle bir sonuçtan korkan ve daha derinlerden tepki çeken Bakanlık, henüz İngiliz Mahkemesi kararına bile itiraz etmeden ve uluslararası bir kurum nezdinde rezil olmayı da göze alarak, anılan belgenin kendi onayı dışında Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Hukuk Müşaviri Abdullah Murat tarafından gönderildiğini belirterek, Müşavir’in görevine son verildiğini açıkladı.
Bu açıklama üzerine anlaşmalı kurban seçilen Müşavir ile ilgili sağ ve soldan bağlı medyadan, maaşından yaşamına kadar birçok konular da hemen haber edilmeye başlandı.
Oysa böyle bir zamanda bürokratların siyasi üstlerine haber vermeden tasarrufta bulunabileceğini düşünmek mümkün değil. Fakat Müşavir’in bu açıklamaya karşı yapabileceği pek bir şey de yoktur. Ya susacak, ya da işten atılıp örgüt üyeliğinden hapse alınacaktır.
Belge UYAP kaynaklı
Öte yandan anılan belge incelendiğinde, tüm yönleri ile Bakanlık ve UYAP kaynaklı olduğu, durumun anlaşılması riski de düşünülerek bazı önlemlerle çıktısı alındıktan sonra İngiliz Mahkemesine sunulduğu görülmektedir. Sosyal medyada da bu konu ayrıntıları ile ispatlanmasına rağmen Bakanlığın söz konusu açıklamaları çürüten bir karşı beyanı şu ana kadar olmadı.
Aslında Bakanlık sahteciliğin anlaşılması riskine karşı tedbirini almıştı. Medyaya düşen uzman görüşlere göre, UYAP’tan belge oluşturulurken, sistem tarafından otomatik olarak tekil bir numara eklenmekte ve bunun silinmesi de mümkün değil. Dolayısıyla UYAP DYS’de (doküman yönetim sistemi) bu koda sahip olmayan bir evrakın oluşturulması olanaklı değildir.
İngiliz mahkemesine sunulan belgede Bakanlık bilgileri, adres, mühür, barkot, 28 karakterlik UYAP doğrulama kodu bulunmaktadır. Normalde verilen koddan vatandaş.uyap.gov.tr adresinden e imza veya e devlet ile sorgulama yapılarak belgenin elektronik imzalı suretine ulaşmak mümkündür. Ancak bu belgeye verilen kod girildiğinde, farklı bir belge çıktığı görülmektedir.
Öte yandan çıkan belge DYS’den oluşturulmuş olmasına rağmen altında 28 karakterli doğrulama kodunun olmadığı saptanmıştır. Bunun anlamı şu: Bakanlık, belgenin kamuoyuna yansıması üzerine apar topar UYAP’tan evrakı değiştirmiş ve evrak ID’ye dışardan ID’sız farklı bir evrak oluşturup koymuştur. Fakat bu yapılırken, doğal olarak kod olayını gözden kaçırmıştır.
Diğer taraftan, bu sahtelik de tespit edilince, Bakanlığın UYAP’a yaptığı müdahale sonucunda anılan kod girilse dahi artık hiçbir evraka ulaşılmamaktadır. Yine uzmanlara göre, teknik olarak UYAP sisteminde bu kod ile eşleşen evrakı, ancak CM (Content Manager –IBM’nin bir ürünü, tüm evrakların tutulduğu sistem elemanı) yönetim yetkisi bulunan bir kişi değiştirebilir ya da kaldırabilir.
UYAP CM yönetim yetkisi sadece bir kaç kişi gibi sınırlı bir ekipte bulunmaktadır. Sistem loglarından gerek orijinal evrakın, gerekse yapılan değişikliğin kim tarafından, nerede ve ne zaman, hangi bilgisayardan yapıldığını kolaylıkla tespit etmek mümkündür.
Bu teknik bilgilerden anlaşılıyor ki, Bakanlığın resmi açıklamasının aksine anılan belge Akın İpek ve diğer davalıların iadesini sağlamaya yönelik olarak bizzat Bakanlığın bilgisi dahilinde ‘sahte içerikle’ düzenlendi. Durum anlaşılınca da dışarıdan oluşturulan başka belge UYAP’a aktarıldı. Bu kez de kod kısmı tespit edilince belgeye veya koda ulaşım tamamıyla kapatıldı. Kamuoyunu aldatmaya yönelik de Müşavir Ankara’ya çağrıldı.
Herkes biliyor ki, şayet belgenin dosyaya sunulması tamamıyla Müşavir’in iradesiyle olsaydı çoktan bu zat ya ihraç edilmiş veya örgüt üyesi iddiasıyla hapse atılmıştı. Ama bu olmadı.
Peki bundan sonra ne olacak?
Bana kalırsa bu sahtelikten dolayı, Bakanlığın, İngiliz Mahkemesi kararına itiraz etme yüzü artık kalmamıştır. Şayet o yüz varsa, ki olma ihtimali yüksek, bu kez da itiraz mercii bu sahteliği göz önüne alacak ve muhtemelen Türkiye’ye yönelik en ağır eleştirileri dile getirecektir.
Diğer yandan, ‘sahte içerikli’ belge ile, doğrudan mahkemenin yanıltılması hedef alınmıştır. Bir yönü ile bu devletlerarası bir kriz anlamına da gelmektedir. İki ülke açısından, adil yargılamayı etkileme, sahtecilik, görevi kötüye kullanma, delilleri gizleme, iade anlaşması hükümlerine aykırılık gibi birçok suç hükümleri ihlal edilmiştir. Bu ihlal bizzat Bakan ve sıralı memurları tarafından gerçekleşmiştir.
Bu nedenle anılan suçları işleyen kişilerin her iki ülke mevzuatı kapsamında soruşturmaya konu edilmeleri, mağdur davalıların en doğal hakkı olsa gerek. Nitekim Mahkeme gerekçesine bakıldığında Hakimin bu belgeden etkilendiği, belgedeki bilgiler nedeniyle iade durumunu yeniden gözden geçirme lüzumunu hissettiği açıkça görülmektedir.
Bu ve daha önce deşifre olan sahtecilikler gösteriyor ki, amacına ulaşmak için uluslararası kurumlara pervasızca sahte belge sunan bir zihniyet, içerdeki fabrikalardan ürettiği sahte belgelerle kim bilir kaç yüz bin insanın kanına girmektedir. Ama şu da unutulmamalıdır ki bu sahtecilikler ve sahtecilerin durumları iki dünyada da kayıt altına alınmakta ve mutlaka karşılarına çıkacak ve adalet huzurunda hesap vermek zorunda kalacaklardır.