İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı muazzam tahribatın ardından ödeme zorluğu çeken ülkelerin diğerlerine olan borçlarını ödeyebilmeleri için onlara vadeli kredi açmak üzere 1944 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF) kurulmuştu. Bu sayede mali istikrarın yerine gelmesi, küresel işbirliğinin gelişmesi, ticaret ve büyüme hızının artması ve fakirliğin azalması umuluyordu.
IMF'nin hedeflerine varmak için başvurduğu yöntemler giderek artan bir şekilde tartışılıyor. IMF'nin kurtarma programlarını savunanlar kuruluşun likidite sağladığını ve talep ettiği reformlarla daha büyük mali riskleri önlediğini belirtiyorlar.
Karşıtları ise istenen uygulamaların, zor durumdaki ülkelerin Para Fonu'na olan bağımlılığını arttırdığını, halkı ise daha da fakirleştirdiğini savunuyorlar. Tanınmış bir iktisatçı olan ve geçen yıl yaşamını yitiren Carnegie Mellon Üniversitesi öğretim üyesi Allan Meltzer "IMF tarafından dikte edilen programların zor durumdaki ülkelerin sosyal riski ile bankerlerin üstlendiği özel risk arasındaki farkı açtığını" söylemişti.
"Washington mutabakatı"
Araştırmacılar IMF reçetelerinin ilk yıllarda başarılı olduğu sonucuna varmışlar. IMF'nin Ortadoğu ve Orta Asya Direktörü Mohisin S. Kahn 1973 – 1988 yılları arasında kalkınma halindeki 69 ülkeye uygulanan kurtarma operasyonlarını etüt etmiş ve uygulamaların kısa ve uzun vadeli sonuçlarının yardım alan ülkelerin ödemeler dengesi ve enflasyon oranı üzerinde nispeten olumlu etki yaptığını ortaya çıkarmış. "IMF'nin başarı öyküsü" olarak adlandırılan 1980'li yıllardaki kredilendirme programına Meksika, Hindistan ve Kenya örnek gösteriliyor.
IMF, Latin Amerika ülkelerinin 1990'lı yıllardaki mali krizinde ise politikasını değiştirerek, acil yardım karşılığında yapısal reform ve piyasanın liberalleştirilmesi gibi şartlar öne sürdü.
Britanyalı ekonomist John Williams'ın imzasını taşıyan yeni uygulama büyük açıkları önlemek amacıyla kamu borçlanmasının ve devlet teşviklerinin azaltılmasını ve kurumlar vergisi oranlarının düşürülmesini öngörüyor.
Tavsiyeler arasındaki diğer "yapısal ayarlamalar" para kurunun dalgalanmaya bırakılması, serbest ticaret kurallarının benimsenmesi, yabancı sermaye yatırımları ile rekabeti önleyici uygulamalara son verilmesi ve kamu sektörünün özelleştirilmesi olarak özetlenebilir.
"Washington mutabakatı" olarak adlandırılan neo liberal ekonomik politikalar doğrultusundaki yardım programları IMF'ten sonra Dünya Bankası'nın uygulamaları arasına da girdi.
Tek tip uygulama
1997–2000 yılları arasında Dünya Bankası'nın baş iktisatçılığını yapan Profesör Joseph Stiglitz yeni doktrinin işletilebilir olduğundan ciddi kuşku duyuyor. Stiglitz bu politikanın o yıllarda bazı Latin Amerika ülkelerine uygun olduğunu ancak "körü körüne diğer ülkelere de uygulanmasının anlamı olmadığını" söylüyor.
IMF'nin vergi mükellefinin parasıyla finans edilmesine rağmen onların çıkarlarına hizmet etmediğini belirten Stiglitz, temsil edilmeden vergilendirme konusunun IMF'nin en önemli sorunlarından biri olduğu görüşünde.
1995 yılında Meksika IMF'nin yeni politikalarının kurbanı olmuş ve 52 milyar dolarlık yardım kredisini geri ödedikten birkaç yıl sonra uygulamadaki hataların acısını çekmişti.
1998 yılında Meksika'nın kişi başına milli geliri 1974 seviyesine gerilemişti. 1994 sonlarından 1996 yılı sonlarına kadar hükümetin ticari bankaların 545 milyar dolarlık karşılıksız kredilerini devralması ülkenin dışa olan borcunu 560 milyar dolar arttırmıştı.
Bazı iktisatçılar, Asya ülkelerinin 1990'ların sonlarında sürüklendiği krizin Latin Amerika ülkelerine uygulanan yardım programlarının mirası olduğu, IMF'nin işler yolunda gitmediğinde yatırımcının imdadına koşacağı sinyali verdiği görüşünde.
Asya finans krizi
1990'lı yıllarda Asya'da patlak veren finans krizi Güney Kore, Tayland, Filipinler, Malezya ve Endonezya'nın sıcak paraya kapılarını açmalarından ve kısa vadeli dış kredilere olan ihtiyaçlarından kaynaklanmıştı. 1997 yılında özel sektörün borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğu anlaşılınca döviz piyasaları paniğe kapılmış ve Asya paraları tepetaklak olmuştu.
Uluslararası Para Fonu Asya'daki batışa diğer acil durumlara gösterdiği tepkiyi göstererek yardım karşılığında yapısal reformlar talep etmiş, hükümetleri kamu harcamalarını azaltmaya zorlayarak krizin daha da derinleşmesine yol açmıştı.
Milli geliri Avrupa düzeyinde olan Güney Kore'de işsizlik yedi puan artarak yüzde 10'a fırlamış, işini kaybeden ve onuru zedelenen işçiler arasında "IMF intiharları" başlamıştı.
Krizden en fazla etkilenen Endonezya'da fakirlerin oranı yüzde 11'den yüzde 40 ila yüzde 60'a çıkmış ve ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası bir yılda yüzde 15 oranında azalmıştı.
Malezya hükümeti ise IMF'nin yardım ve tavsiyelerini geri çevirerek ülkeyi yabancı sermayeye daha fazla açmak yerine milli parayla spekülasyon yapılmasını önlemek amacıyla sermaye denetimi başlatmıştı. IMF bu uygulamayı eleştirdiyse de daha sonra başarılı olduğunu teslim etmişti.
Euro Bölgesi'nin borç krizi
2010 yılında Euro Bölgesi'ni yakalayan benzeri görülmemiş borç krizi sırasında IMF'nin bağımsız denetçisi bile kreditörün yaklaşımını sert tarzda eleştirmişti. Bağımsız Değerlendirme Ofisi (IEO) 2016 yılında yayımladığı raporda "IMF'nin aşırı iyimser tahminleriyle problemin boyutlarını görmezden gelip, Avrupa'ya farklı yaklaşım gösterdiği izleniminin doğmasına yol açtığını" dile getirmişti.
Yunanistan'da patlak veren kriz İrlanda, Portekiz, İspanya ve Kıbrıs'a da sıçramış, 19 üyeli Euro Bölgesi'ni dağılmanın eşiğine getirip, halkı büyük sıkıntıya sokmuştu.
Yunanistan 298 milyar euro tutarında yardım kredisi almasına rağmen işsizliği yüzde 22,5'in altına indirmek mümkün olmadı. Asgari ücret 863 eurodan 684 euroya düşürüldü, sağlık hizmetlerine ayrılan kaynak yarı yarıya azaltıldı.
Yunanistan'a yardım eden IMF ve Avrupa Birliği ise faiz dışı fazlayla borcunu ödeyebilmesi için Yunanistan'dan gelirinden daha azını harcamasını talep etmeye devam ediyor.
Son aylarda Washington'daki IMF temsilcileriyle buluşan maliye bakanlığı uzmanlarının sayısı oldukça arttı. Kalkınma halindeki ülkelerden ABD'ye akan Dolarlar Amerikan parasının değerini arttırırken, genç sanayi ülkelerinin paraları erimeye devam ediyor.
Gelişmekte olan ülke piyasalarındaki dalgalanmaların odağındaki ülke Türkiye olsa da Arjantin, Macaristan, Mısır, Angola, Ukrayna ve Endonezya'da da yatırımcı riskli hisse senetlerini elden çıkarıp parasını Amerikan varlıklarına yatırıyor.
Arjantin Ekonomi Bakanı yatırımcının, sadece geçen hafta sonu bir günde yüzde 20 oranında değer kaybeden Peso'ya güven duymasını sağlamak amacıyla IMF ile revize edilmiş yardım programının pazarlığını yapmak üzere Washington'a gitti.
Uluslararası Para Fonu ise dikte ettirdiği tasarruf programı doğrultusunda Arjantin hükümetinin enerji teşviklerini azaltıp 95 bin kamu görevlisini işten çıkarmasıyla durumun düzeleceğine güveniyor.
Liranın yüzde 40 oranında değer kaybetmiş olmasına rağmen Türkiye finans krizinin üstesinden gelmek için çabalıyor. Hükümet, halkın sıkıntılarını daha da arttıracağı gerekçesiyle IMF'den yardım istememekte diretiyor. Hangi ülkenin krizi daha sağlıklı atlatacağı merak konusu olmaya devam ediyor.