Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Gurbet
Gurbet için “Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” diyenler, “Bazen vatan gurbetlenir” diyenler vardır ama çağın büyük gariplerin güzel sözleri vardır: Bunlardan birisi olan Asrın Büyük Garibi Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bidatlar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsi bir vazife-i imâniye ve Hizmet-i Kur’aniye omuzumuza İhsan-ı İlahî tarafından konulmuş.” diyor ve bir avuç talebeleriyle eserler yazıp, muhtaçlara göndererek hizmet etmeye çalışıyordu. Bediüzzaman Hazretleri bazen Barla’nın Çam Dağlarına çıkar orada kalırdı. Bir mektubunda şöyle diyordu: “Gayretli kardeşlerim ve dünya denilen diyar-ı gurbette teselli sebeplerim! (…) İşte gece vakti, garibâne, şu dağlarda sessiz, sedasız, yalnız ağaçların hazinane hem hemeleri içinde kendimi birbiri içinde BEŞ MUHTELİF RENKLİ GURBETLERDE gördüm. Birden ‘Fesübhânallah!’ dedim, bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır diye düşündüm, kalbim feryad ile dedi: ‘Yâ Rab! Garibem, bîkesem (kimsesizim), zayifem, nâtüvânem, alîlem (hastayım), âcizem, ihtiyarem (yaşlıyım): Bî-ihtiyarem (iradesizim), el amân-gûyem (el aman diyorum), af-cûyem (af diliyorum), meded-hâhem (medet istiyorum) zidergâhet (dergâhından) İlahî!’
“Birden nur-u iman, feyz-i Kur’an, lütf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nurânî ünsiyet dairelerine çevirdiler. Lisanım, Hasbünallah ve ni’mel-Vekîl söyledi. Kalbim, Fe in tevellev fe kul Hasbiyallahü Lâ ilâhe illâ Hû. Aleyhi tevekkeltü ve Hüve Rabbü’l-Arşi’l-Azîm’ âyetini okudu.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde diyor ki: “Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki: ‘Cenab-ı Hak nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir. Gariplerin kim olduğu sorulunca da Efendimiz (S.A.S.) ‘Din ve diyanetleri adına halktan uzaklaşabilenlerdir ki, Meryem oğlu İsa ile haşrolacaklardır.’ şeklinde cevap verir. Hz. Mesih Efendimiz ile uhrevîliğin ilk basamağını paylaşmak, Hz. İsa Aleyhisselam'ın GURBET DERİNLİĞİ’ni ifade etme bakımından mânidardır.
“Garip olarak ölenlerin şehit olacağına dair de rivayetler vardır ki, (yurttan-yuvadan ayrı düşme mânâlarına da hamledilmesi mahfuz)- hâlinden –dilinden anlamayan insanların içinde hâl ehlinin gurbeti; fâsık ve fâcirlerin arasında sâlihlerin gurbeti; mülhid ve münkirler karşısında iman ve iz’an ehlinin gurbeti; câhil ve görgüsüzler dünyasında ehl-i ilim ve irfanın gurbeti; suret ve şekil erbabı beyninde mâna ve hakikat erlerinin gurbeti…. Gibi garipliklere işaret eder ve; ‘İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi), günü gelince yine o gurbete avdet edecektir. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun.’ Farklı bir rivayette şöyle bir ilavesi söz konusudur ki: ‘Halk, iman ve takva açısından zaaf gösterdiği gurbetler gününde onlar, keyfiyet olarak sürekli köpürür dururlar.’ nurefşan beyan ile her devrin kudsilerini nazara verir.”
“Ebrar ve mukarrebînin de gıbta ettiği bu garipler, halkın dinden yüz çevirdiği bir dönemde, Sünnete sımsıkı sarılır… bidatlara karşı savaş ilan eder… duygu, düşünce ve hissiyatlarını hep tevhid anlayışı etrafında örgüler… ömürlerini Allah’a intisabın zevki, şevki ve hazları içinde geçirir. Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a iktidayı, insanları Allah’a ulaştıran bir geminin kaptanına teslim olma şeklinde görür… ve diğer nisbî intisapları da bu nakş-ı azamın bir ipliği, bir izdüşümü, bir varyantı ve bir müşiri sayarlar.
“Asr-ı Saadet ve âhir zaman velâyetinin en önemli ve en bereketli kaynağı sayılan bu mânadaki GURBET, cazibesi az, kıymeti çok, sıkıntı fazla, derecesi yüksek, şatahat ve iddialara kapalı bir ululuk yoludur.. ve her devirde bu tertemiz kaynak etrafında bir avuç nezih gönül ve pâk vicdan bir araya gelmiş, cemiyeti saran terslikleri göğüslemiş, ruhlara karşı pusu kurup bekleyen gulyabanîlerle savaşmış; insanları sevgiyle kucaklamış; onları, dünyevî-uhrevî beklentilerine ulaştırmaya çalışmış; sonra da mutluluk adına hiçbir şey tadıp duymadan çekip öbür âleme gitmişlerdir.. çekip gitmelidirler de; zira refah, maddî mutluluk, dünyanın gâye-i hayal haline gelmesi, onlar için öldüren birer zehir ve onların vefa telakkilerine karşı da bir ‘çelişki’dir. Böyle zıtlar arenasında ‘teâruz-tesâkut’ deyip yaşamaktansa, -ki bu kabil yaşayış gurbet içre gurbet mânasına bir İĞTİRAB’dır ve ömürlerini yaşatma zevkine göre plânlanmış kimseler için ölümden de beterdir –beraetlerini alıp dostların bulunduğu diyara göç etmeyi tercih ederler.” (Kalbin Zümrüt Tepeleri Gurbet)
“Bir şair şöyle demiştir: “Benim bu halimi gören GARİPLER, bir gün gelip benim mezar toprağıma otursunlar; otursunlar zira, GARİPLERİ ANCAK GARİPLER ANLAR. Evet GARİPLER birbirlerine yâdiğar ve emanettirler. EY RABBİM! SEN Çaresizlerin ÇARESİSİN; benim de başkasının da çâresini ancak SEN BİLİRSİN. Geceden apaydın gündüzü çıkardığın gibi, bu kederden de benim neşe ve sürurumu çıkarabilirsin…’
“İstiğrabın hâl televvünlüsü ‘Ne mutludur garipler! Onlara müjdeler olsun!’ beyan-ı Nebevisiyle tebcil edilmiştir. Fesada uğramış bir zaman diliminde, çağın getirdikleriyle boğuşan çaresiz bir SÂLİH insan, cehalet girdabına katılmış bir toplum içinde hakikat-âşina bir âlim; nifakın kol gezdiği bir dünyada sadakate kilitlenmiş bir vefa insanı, İÇ İÇE BÖYLE BİR GURBET YAŞAMAKTADIR ve fesadın AZGIN KÖPÜRÜŞLERİNİ, câhil yığınların zebil olup gidişlerini, nifak ve nifakçıların prim alışlarını gördükçe iliklerine kadar kendini yalnızlık içinde hissederek ‘KEŞKE BU İNSANLARA BİR ŞEYLER ANLATABİLSEYDİM!’ der inler.” (K.Z.T. İstiğrab)
Biz yine çareyi, Risale-i Nur Külliyatının ve Pırlanta Serisinde aydınlık beyanları mütalaa ve müzakere ederek arayıp bulmaya gayret edelim…
Abdullah Aymaz