İktidarın üç aşamalı yok etme planı ve ‘kopya’ argümanları

Türkiye’de akıl almaz bir algı operasyonu yürütülüyor. Yeni bir rejim var ve yeni bir devlet kuruluyor. Tek lider ve tek siyasi hareket etrafında tek devlet; bütün aykırı seslerden ve renklerden arındırılmış yekpare bir düzen.

SHABER3.COM

RAMAZAN FARUK GÜZEL-  TR724.COM 


Bu doğrultuda da sisteme pürüz çıkarabilecek herkes ve her yapı tasfiye ediliyor. Devletin ana kurumları bile bu tasfiyeden, yıkımdan nasibini alıyor; 11 Eylül saldırısında İkiz Kulelerin kontrollü ve sıralı katlar halinde yıkılması gibi…

Bunu yaparken de Hitler’in büyüme, ele geçirme stratejileri kullanılıyor. Önce bir “fobi” oluşturuluyor, belli gruplar şeytanlaştırılıyor, sonra ona karşı kitleler harekete geçiriliyor, tek lider etrafında birleştiriliyor.

Şu an gördüğüm kadarıyla Hitler Almanyası’nda Yahudilere yüklenilen rol Cemaat (Gülen Hareketi)’ne yüklenmiş durumda ve bu Cemaat şimdi her şeyle suçlanıyor: Terörle, darbecilikle, paralel devlet yapılanmasıyla, soruları çalmakla, kopyacılıkla, böylece devlette yapılanmayla vs.. Havuz medyasında çıkan çok daha akıl almaz iddialar ve ithamlar da var, onlara girmiyorum bile..

Dünyada bu kadar suçlamaya maruz başka bir topluluk var mıdır, bilmiyorum. Ama sanırım bu süreç, Cemaat’in Erdoğan’a biat etmeyeceğinin kesinleşmesi üzerine Erdoğan’ın 2012’de Büyükelçiler toplantısında: “Bu Cemaat canımı sıkmasın, 1 savcı ve 2 polisle hepsini terörist ilan ederim!” demesiyle start almıştı. (Bu iddiaya halen Erdoğan cephesinden bir yalanlama gelmedi.)

Hakikaten de o andan itibaren, artan bir ivme ile öyle bir süreç başlatıldı ki, Cemaat Türkiye’nin şu son 50 yılındaki bütün kötülüklerden sorumlu tutuldu..

Geçenlerde de bir AKP’li vekilden “71 Muhtırası’nın arkasında Cemaat’in olduğu” iddiası geldi… Hatta çatı İddianamalerinden görüyoruz ki; Cemaat, “Habil ile Kabil’den beri süregelen insanlık çatışmalarının hemen hepsinden mesul” tutuluyor.

GÜNAH KEÇİSİ

“Şeytanlaştırmak” tabiri tam anlamıyla Cemaat’in şahsında zuhur etti. Cemaat’i ve her bir üyesi adeta şeytanın yerine konularak taşlanıyor her birisi..! Eski Yahudi kültüründeki “Günah Keçisi” kavramı vardır ya hani; bir toplumdaki her fert bütün günahlarını gelip, seçilmiş bir keçinin kulağına fısıldaması ve sonra da bu keçinin bir uçurumdan aşağı atılması ve böylelikle bütün o topluluğun kendi günahlarından –kendince- “kurtulması, arınması”.



Yani Türkiye devleti, toplumu ve artık onların merkezinde yer alan Erdoğan ve AKP; Bütün günahlarını Cemaat’e yıkarak, ellerini yıkayarak yollarına devam ediyorlar. Bu süreci kritize eden tarihçi Ayşe Hür’ün sosyal medya hesabında dediği gibi, AKP iktidarının en büyük başarısı, “17 yıldır iplerin hep başkalarının elinde olduğu hissini yaratması ve böylece her türlü sorumluluktan kurtulmasıdır. Bu “başkaları” bazen “derin devlet”, bazen “dış güçler”, bazen “takdir-i ilahi”, bazen “PKK”, bazen bu twitteki gibi “Fetö” olur.”

Cemaat’ten olma iddiasında olup da suçlanan bazı insanlar kendilerini sosyal medyada vs ifade etmeye ve savunmaya, iddialarla bir alakalarının olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Sayıları da gördüğüm kadarıyla çok az. Karşı tarafta ise devasa bir medya ve algı mekanizması var. Bu güçlü fırtına karşısında da hiç bir yaprağın dayanması ve dalında kalması imkanı yok.

Dolayısıyla da toplum, Cemaat’e isnat edilen suçlamaların neredeyse hepsine inanır oldu. Zaten itham ve isnatların aksini ifade edecek kimse de yok. “Tekzip edilmediyse doğrudur” önkabulü var.

AŞAMALI TASFİYE

Sözün başında dediğimiz gibi, çok profesyonel bir algı yürütülüyor ve bu algı çerçevesinde ülke genelinde ince ayar bir tasfiye ve ayıklama yürütülüyor. Şu an devletin bütün kurumlarının başında/ hakim kişi R. T. Erdoğan gözükse de, bu tasfiyenin arkasında bilinçli ve tecrübeli bir devlet bilinci var. Yani Siyasal İslamcı/ Milli Görüşçü çizgiden gelen, devletle en büyük tecrübeleri belediyecilikten öğrendikleri yüzde 10 komisyonunu alıp yolunu bulmak olan bir avuç haraminin işi değil aslında bunlar!

Ahmet Altan’ın tabiri ile “Hırsızlar ile katiller/ darbeciler anlaştılar” ve karşılıklı birbirini görme ile iş yapıyorlar. Komisyoncu ortakları ile iş yapan ve 60’lardan beri Özel Harp Teknikleri ile pişmiş Avrasyacı bir kesim, kendisine sorun çıkarabilecek kimseleri onlarca yıldır takip edip fişlemekteydiler. Halk çoğunluğunun desteğini almış bu iktidar ile uzlaşınca, şimdi ellerindeki listeler doğrultusunda tasfiyelerini sürdürüyorlar. Nitekim bir TV programında Perinçek de bütün bu tasfiyelerin kendi adamlarının yaptığı listelemeler üzerinden yapıldığını itiraf ve ilan etmişti.

Oluşturulan bir “Fetö” Fobisi var ortada. Bunun isim babasının da kendisi olduğunu söylüyor yine Perinçek… Yok etmek istediklerini de bir şekilde bu torbaya dahil ediyorlar. (Böyle bir terör örgütünün varlığını kabul etmiyorum ve kesin olarak reddediyorum, bunu da ifade edeyim. Zira teröre ve silaha başvurmayan hiç bir dini, sosyal, siyasi grup terör örgütü kapsamına alınamaz. Bu konuda TCK ve TMK açıktır. AİHM içtihatları da ortadadır. Devlet içinde kadroları oldu diye Gülen Cemaati’ni terör örgütü ilan ederseniz, Türkiye’de terör örgütü kapsamına alınmamış kimseyi bırakmazsınız. En başta da AKP’lileri!)

Evet, önceden fişledikleri ve yok etmek istedikleri kişiyi 3 aşamada suçlayıp pasifize ediyorlar:

1-CEMAAT ile İLTİSAK, İRTİBAT İDDİASI: Cemaat, bu toplumun içine nüfus etmiş, hayatın her aşamasında yer almış bir topluluk idi. Bunda mevcut iktidarın da etkisi vardı, onlardan oy devşirmek için bir yere kadar onları tolere etmişlerdi. Onların Türkçe Olimpiyatlarına iştirak ediyorlar, Bank Asya’nın açılışına, Zaman Gazetesi’nin hemen her yıl kuruluş yıldönümlerine katılıyorlardı. En başta da Erdoğan.

Cemaat’in okullar açmasına ses çıkarmayan hatta teşvik eder gözükenler de iktidarın başındaki Erdoğan’ın bütün çocukları, damatlarının ve hısımlarının hemen hepsi bu okullardan mezun.

Bu kadar toplum içinde yer almış ve hemen herkesle mülaki olmuş Cemaat’ten dolayı şu an Türkiye’deki hemen herkes suçlanabiliyor. Cemaat’e karşı tavrının keskinliği bilinmesine rağmen Emin Çölaşan, Hikmet Çetinkaya, Ahmet Şık gibi gazeteci ve yazarlar bile bu yaftalamalardan nasibini alabiliyor!

Ne hikmetse, hakkında ‘fetö’ iddiası olanlar içinde bir tane AKPli siyasi bile yok! Halbuki hemen hepsi çok yakın zamana kadar Cemaat ve lideri ile aynı karede yer alabilmek için adeta birbirini eziyorlardı. Fakat şimdi “şüpheli” belirleyenler, ByLock listeleri hazırlayanlar, çok steril listeleri oluşturuyorlar ve içlerinde bir tane bile iktidar yanlısı yok.

Siyasi gücü olmayanlar ise bugün Erdoğan’ın açtığı “Bank Asya’ya para yatırdığı”, Erdoğan’ın hemen her yıl doğum günü pastasını kestiği “Zaman Gazetesi’nde çalıştığı veya abone olduğu için”, ya da Erdoğan’ın bütün aile efradının okuduğu “Cemaat’e yakın okullarda okuduğu için” hapislerde çürüyor… hem de on binlerce insan!

2-BİR SUÇ İSNAT ETME: Yok etmek için harekete geçtikleri kimseye, önce Cemaatten işareti ile imledikten sonra, sıra onda itham edilecek, lekeyecek bir iz bırakmakta. Toplum nezdinde de itibarlarını düşürme, aşağıya çekip vurmayı kolaylaştırmak için her ferde uygun bir suç bulmaya çalışıyorlar. MİT ve her türlü haber kaynağının, teftişin olduğu yerde, o kişi/ kurum/ ya da şirketi yok etmek için bir kulp bulmaya çalışıyorlar.

İpek Holding olayında da görüldüğü gibi, şirketlerde kara para izi, yolsuzluk- usulsüzlük bulmaya çalışıyorlar. Hiç bulamazlarsa da, “Bu kadar da temiz olmaz ki!” deyip suçluyor ve üzerine çöküyorlar.

Hedef aldıkları kişi devlet bünyesinde çalışan bir kimse ise; onu “usulsüz iş yapma”, “emniyeti suistimal”, “örgütlü hareket etme” ile suçlamaya çalışıyorlar. Hiç bir şey bulamasalar bile Emin Çölaşan ve arkadaşlarına yaptıkları gibi, “Örgüte üye olmamakla birlikte yazılarıyla örgüte dolaylı yardım etme suçu(?)” uyduruyorlar.

Bu bağlamda kullandıkları en yaralayıcı argümanlardan birisi de “Kopya iddiası” oldu. Özellikle şu son 10-15 yılda göreve başlamış kimseler üzerin de böyle bir şaibe çıkardılar. Bununla halkta da bir karşılık bulmasını amaçladılar. Çocukları devlet dairelerine giremeyen yığınların öfkesini çekmeyi amaçladılar ve bunda da kısmen başarılı oldular. Bir de, bu kopya iddiası o kadar muğlak ve soyut bir iddia ki, ortada hiç bir somut veri yok ve bir insanı sadece suçlaman yetiyor. Hukuğun en temel ilkelerinden olan ve Roma Hukuku’ndan beri süre gelen bir ilke vardır: “Necessitas probandi incumbit, illi qui agit” – Yani, “İspat külfeti iddia eden tarafa/davacıya aittir.”

Bu meyanda, “Solutionem adseveranti probationis onus incumbit” yani “İfayı iddia eden ispat külfeti altındadır” Nitekim Anayasamızda ve TCK’da masumiyet karinesi gereğince, “aksi ispat edilinceye kadar herkes masumdur.” Bütün bu evrensel, binlerce yıllık ilkelere rağmen insanlara “Seni suçluyorum, masumiyetini ispatla” deniyor. “Delilin nedir, suçlamana mesnet ne?” denilince de, “orası önemli değil, sen masum olduğunu göster” deniliyor.

Fakat bu başarılı algı operasyonları ve yapılan yüzlerce haberle öyle bir imaj oluşu ki, “Cemaatçi” diye yaftalanmış kimselerin aynı zamanda kopyacı olarak algılanmaları bir önkabul haline getirildi. Evet, bu başarıyı, işi hortumlama ve komisyonculuk olan bir grup Siyasal İslamcının başarısı olarak algılamak, resmi iyi okuyamamak olur. Derin bir devlet aklı ve anlayışı var burada ve bu algıyı öyle yerleştirdiler ki, şu anki iktidarın yanlışlıarına itiraz edenler bile bu argüman üzerinden giderek iktidara vurma ihtiyacı duyar oldu. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi de, mülakat kepazeliğine dikkat çekmek isteyen ve insan hakları konusunda duyarlılığı ile tanınan HDPli vekil Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açıklamaları… Sınavlarda yüksek not almış kimselerin mülakatlarda komik gerekçelerle elenmesini eleştirmek isteyen Gergerlioğlu, bunu yaparken de eskiden Cemaat’ten birilerinin kopya ile bunu yaptığını ileri sürmüştü. Onun gibi “masumiyet karinesi”nden haberdar, insaflı vekil bile bu retoriği kullanabiliyorsa, gelinen algı durumunun ne kadar uç boyutta olduğunu göstermeye yeter sanırım.

3- DARBECİLİKLE, DEVLETE KARŞI GELMEKLE SUÇLANMA: Bu son aşamaya gelindiğinde ise, hedefteki kişiye kulp da bulunduysa bir şekilde “darbeye kalkışma ve devlete karşı gelme suçu” ile irtibatlandırılıp linç edilme noktasına geçiliyor.

Burada “15 Temmuz Darbe girişimi” mizanseni çok etkili oldu. Muhalif kimseleri devletten tamamen temizlemek için mevcut yasalar buna elverişli değildi, ihraçların yaşanabilmesi için Olağanüstü bir döneme ihtiyaç vardı. Erdoğan buna “Allah’ın bir lütfu!” dese de, Allah’tan bir lütuf değil, kendilerinden menkul bir kumpas imiş!



“Araştırmacı gazeteci” tanımını tam hak edenlerden Ahmet Dönmez, patreon ve kendi sayfasından bir belge paylaştı ve bu belge bile tek başına kumpası açıklamaya yetiyordu. 15 Temmuz resmi tezini çökertecek bu belge, Akıncı dava dosyasında bulunan resmi bir tutanak ve altında, o sırada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı olan Serdar Coşkun’un imzası vardı.

İlk soruşturmalara dayanak teşkil etmesi amacıyla hazırlanan ve ilgili yerlere gönderilen tutanağın tarihi 16 Temmuz 2016. Saati ise 01.00. Yani kalkışmanın fiilen başlamasından 3 saat sonrası…  Bu çok tuhaf bir tutanak, zira o gece hiç yaşanmayan olaylar da sanki cereyan etmiş gibi tutanağa yazılmıştı; MİT yerleşkesinin askeri birliklerce kuşatılması, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın ve Emniyet İstihbarat Dairesi’nin bombalanması gibi…

Dönmez’in de yazısında ifade ettiği gibi; tutanakta, daha henüz gerçekleşmemiş olaylar sanki olmuş gibi yazılmıştı; TBMM’nin ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi kavşağının bombalanması gibi… Ve de bu olayların saatleri hep yanlış!

Bu skandal belgenin içeriğinden, “Tutanağın önceden hazırlanmış bir plana göre” ve “bir başkası tarafından hazırlandığı” anlaşılıyor.

Hedef alınan insanların ve toplulukların 3 aşamada itibarsızlaştırılıp tasfiye edilmesini kısaca özetledik. Sonraki yazımızda ise, bu tasfiye sürecinde kullanılan “Kopya” argümanını, şahsi tecrübe ve yaşadıklarımızdan yola çıkarak ortaya koymaya çalışacağım. Zira bunu bir insani vazife olarak görüyorum. Hem de böyle bir dönemde…  Hadika der ki: “Müslümanlara suizan, zuIüm etmek, mallarını gasp etmek gibi ve haset, iftira ve yalan söylemek ve gıybet etmek gibi haramdır.” Burada adeta günümüzün fotoğrafı çekiliyor; insanlara zulmetmek, haklarını ve mallarını gasp etmek için türlü iftiralar ve yalanlar üretiliyor. Kitleler de koşulsuz, bunları kabulleniyor.

İftira, kılıçtan daha zalim silahtır, çünkü “iftiranın açtığı yaralar hiç kapanmaz.” (Henry Fielding) ve bir iftira başka iftiralar doğurur ve “yerleştiği yerde ebediyen kalır.” (William Shakespeare)

Ama haddizatında iftira dediğin, “kötü köpek gibidir, kaçanın ardından ürür, pervasızlıkla yüzüne baktın mı sesini keser.” (G. Csiky) ‘İftira kötü köpeği’nin ve kötücül sahiplerinin yüzüne bakarak diyeceklerim var.
<< Önceki Haber İktidarın üç aşamalı yok etme planı ve ‘kopya’... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER