Safvet Senih / [email protected]
Bediüzzaman Hazretleri, İslâmın cibillî düşmanlarının sinsi hilelerinden ikincisi olan korku hissini kullanarak mafyanın yaptığı gibi “ihâfe ve ızrar” (Yani korkutma ve zarar verme) ile insanların uhrevî hayatlarını mahvettiklerini şöyle anlatıyor. “İnsanda en mühim ve esaslı bir his, korku duygusudur. Dessas, hilekâr zâlimler, bu KORKU DAMARI’ndan çok istifade etmektedirler. Onunla KORKAKLARI GEMLENDİRİYORLAR. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ULEMÂNIN bu damarından çok istifade ediyorlar. Korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar. Meselâ, nasıl ki, damda bir adamı tehlikeye atmak için bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şeyi gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi; çok ehemmiyetsiz evham ile, çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hatta ‘biri beni ısırmasın’ diyerek, yılanın ağzına girer.”
Üstad Hazretleri, “riyazî düşünce” yoluyla korku hissini, dostu Van Mebusu Seyyid Tâhâ Efendiden nasıl izale ettiğini şöyle anlatıyor: “Bir zaman, Allah rahmet etsin, mühim bir zât, kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti, İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim. Dedi: ‘Korkuyorum, belki batacağız!’ Ona dedim: ‘Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?’ Dedi: ‘Belki bin var.’ Dedim: ‘Senede kaç kayık batar?’ Dedi: ‘Bir-iki tane, bazı sene de hiç batmaz.’ Dedim: ‘Sene kaç gündür’ Dedi: ‘Üç yüz altmış gündür.’ Dedim: ‘Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. (…)
“Hem ona dedim: ‘Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?’ Dedi: ‘Ben ihtiyarım, belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.’ Dedim: ‘Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyleyse, 3600 günde her gün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi 300.000 den bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimal ile bugün muhtemeldir ki, titre, ağla, vasiyet et!.’ Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: ‘Cenab-ı Hak, korku damarını, hayatı korumak için vermiş, hayatı tahrip için değil! Ve hayatı, ağır, müşkil, elim ve azap yapmak için vermemiştir. Korku; iki, üç, dört ihtimalden bir olsa … hatta beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatlı bir korku, meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile korkmak, evhamdır, hayatı azaba çevirir.
“İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmakla kudsî, mânevî cihadınızdan vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz: ‘Biz Kur’an cemaatiyiz! (Kur’an’ı hiç şüphe yok ki, Biz indirdik. Onu koruyacak olan da Biziz. 15/9) âyetinin sırrıyla Kur’an’ın kalesindeyiz. (Allah bize yeter. O, güzel vekildir. 3/173) âyeti etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimal ile, şu kısa fanî hayatımıza küçük bir zarar gelmesi korkusundan, ebedî hayatımıza yüzde yüzbinler zarar verecek bir yola, bizi irademizle sevk edemezsiniz!’ Ve deyiniz “Acaba Kur’an hizmetinde arkadaşımız ve o kudsî hizmetin tedbirinde üstadımız ve ustabaşımız olan Said Nursî’nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve onun has talebelerinden kim belâ görmüş ki, biz de göreceğiz? Ve o görmek ihtimali ile telaş edeceğiz? Bu kardeşimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi –otuz senedir dünyanın ictimaî hayatına tesirli bir surette karıştığı halde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik. Bilhassa o zaman elinde siyaset topuzu vardı. Şimdi o topuz yerine Hakikat Nuru var. (…)
“Madem hakikat budur. Hem madem zâlim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam, eğer o vahşî zâlimin ayağını öpse; o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar vicdansız zâlime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşvik etmiş ve cesaret vermiş olur. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse; kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi mazlum bir şehid olur. Evet tükürün zâlimlerin hayasız yüzlerine!..
“Bir zaman İngiliz Devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip edip İstanbul’u istila ettiği hengâmda; o devletin en büyük dînî dairesi olan Anglikan Kilisesinin başpapazı tarafından Meşîhat-ı İslamiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman (Şeyhülislamlığa bağlı) Dâru’l-Hikmeti’l-İslamiyenin âzası idim. Bana dediler: ‘Bir cevap ver.’ Onlar altı suallerine, altı yüz kelime ile cevap istiyorlar. Ben dedim: ‘600 kelime ile değil, 6 kelime ile de değil, hatta bir kelime ile dahi değil; belki bir tükürük ile cevap veriyorum! Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz ayağını BOĞAZIMIZA bastığı dakikada, onun papazı MAĞRÛR bir şekilde üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..’ demiştim.
Şimdi diyorum:
“Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbâr bir hükümetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbuat (medya) lisanıyla onlara mukabele etmek, tehlike yüzde yüz iken, Kur’an’ın muhafazası bana kâfi geldiği halde; size de yüzde bir ihtimal ile, ehemmiyetsiz zâlimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir.
“Hem ey kardeşlerim! Çoğunuz askerlik yapmışsınızdır. Yapmayanlar da elbette işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki: “En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.’ ‘De ki: Sizin kaçtığınız o ölüm var ya, o mutlaka sizi karşılayıp size ulaşacaktır.’ (62/8) âyetinin işârî manasıyla gösteriyor ki: Firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar!” (Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale, İkinci Desise)
O gün yaşananlardan, biz de bu süreçde ders ve ibretimizi almalıyız. Yolun Kaderi bu olduğunu hiç unutmayalım. Sonu selamet olan bir yolda bulunuyoruz elhamdülillah…