İhlas ve huzur-ı daimi

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz'ın bugünkü yazısı 'İhlas ve huzur-ı daimi' başlığını taşıyor.

SHABER3.COM

         Yirmi Birinci Lem’a’da ihlası kazanmanın sebeplerinden birisi ele alınıp Râbıta-i Mevt ile izah edildikten sonra ikinci sebep ele alınıyor.

         “İkinci Sebeb:  İman-ı tahkîkinin kuvvetiyle ve Marifetullah’ı netice veren Allah’ın yaratmış olduğu sanat eserleri üzerindeki imanî tefekkürden gelen lemaat (parıltılar) ile bir nevî huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahim Cenab-ı Hakkın hâzır-nâzır olduğunu düşünüp, O’ndan başkasının teveccühünü aramayarak huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhâlif olduğunu düşünmek ile o riyadan  kurtulup ihlası kazanır.”

         Risale-i Nur’un gösterip öğrettiği derin tefekkür iman-ı  tahkikiye götürür  ve  artık derince bir Allah huzurunda olma şuuru ve mânevî zevki kazandırır. Bu da huzur-ı dâimi hazzı verir…

         Edremit Kampları sırasında Arif Çağan Ağabey  her sene Risale-i Nur Hizmetiyle Tarikatlar arasındaki farkı sorardı. Ne söylesem ve anlatsam  öbür  sene tekrar aynı soruyu sorardı. Bir sene dedi ki: “Artık sormayacağım ben cevabını aldım… Ben her sene ailemi alır bir Türkiye turu yaparım. Bu sene de Urfa, Erzurum, Isparta derken İslâmköy’e gittim. Orada Hafız Ali Ağabeyin talebesi saatçi Hasan Efendi var. Çok Risale okuyor ve yazıyor. Ona da sordum. Dedi ki: “Tarikatta huzuru daimiyi zaman zaman yakalarsın ama ihlasla Risaleyi ele alırsan baştan sonra huzuru daimiyi yakalarsın.”

         Bir kaç sene sonra Saatçi Hasan Ağabeyi iki defa ziyaret etmek nasip oldu. Bana da aynı cevabı verdi. Hafız Ali Ağabeyden ilk okula giderken ders almış. Hem Kur’an dersi hem de Risale-i Nurları yazma dersi…  “Bir sabah ilk okula gitmeden önce ona uğramıştım. Namazdan gelmiş, sesli ağlıyordu. Dedi ki:  “Sabah namazından sonra Yâsin okumak için Kabristana gittim. Birden perde açıldı mezarlardakilerin hallerini gördüm. Dünya işleri ile uğraşmaktan ve gaflet yüzünden öbür tarafa hiçbir şey götürmemişler, hiç azıkları yok ve çok perişanlar. Bağırıp ağlaya ağlaya dağlara vurup çıkmak istedim… Dayanılır gibi değil Hasan!..’ dedi.”

Üstad Hazretleri  tefekkürle huzur bulup ihlas kazanmayı anlattıktan sonra diyor ki:

“Her neyse, bunda çok dereceler ve mertebeler var. Herkes kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse, o kadar kârdır. Risale-i Nur’da riyadan kurtaracak, ihlası kazandıracak çok hakikat  zikredildiğinden ona havale edip burada kısa kesiyoruz.

“İhlası kıran ve riyaya sevkeden pek çok sebepten iki üçünü muhtasaran beyan edeceğiz:

“Birincisi:  Menfaat-ı maddiye cihetinden gelen rekabet yavaş yavaş ihlası kırar. Hem hizmetin neticesini de zedeler. Hem de o maddi menfaati kaçırır.

“Evet, hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muâvenet fikrini daima beslemiş. Bilfiil onları hakikatı ihlaslarına ve sâdıkâne olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle onların maddî ihtiyaçlarının tedariki ile meşgul olup, vakitlerini zâyi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddi menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip beklenti içinde olmakla, lisan-ı hâl ile dahi verilir. Yoksa,, ihlası zedelenir. Hem ‘Âyetlerimi az bir fiyatla (yani dünya menfaati karşılığında)  satmayın.’ (2/41)  âyetinin yasağına yanaşır, ameli kısmen yanar.

“İşte bu maddî menfaati arzu edip beklentide kalmak, sonra nefs-i emmâre, bencillik cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için hakiki bir kardeşine ve o hususî  hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeden Ehl-i hakikat nazarında sakil bir  vaziyet alır. Maddi menfaati de kaybeder. Her ne ise, bu hamur çok su götürür. Kısa kesip yalnız hakiki kardeşlerimin içinde sırr-ı ihlası ve samimi ittifakı kuvvetleştirecek iki misal söyleyeceğim:

“Birincisi: Misal Ehl-i dünya büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hatta bir kısım ehl-i siyaset  ictimaiye-i beşeriyenin (insanlığın toplum hayatının)  mühim âmilleri ve komiteleri, iştirâk-i  emvâl (mallarda ortaklık)  düsturunu kendilerine rehber etmişler. Bütün suiistimalleri ve zararlarıyla beraber, harika bir kuvvet ve menfaat elde ediyorlar. Halbuki iştirak, emvâlin çok zararlarıyla beraber, iştirakle mâhiyeti değişmez. Her birisi umuma gerçi bir cihette ve nezarette mâlik hükmündedir, fakat istifade edemez. Her ne ise…  Bu iştirak-i emvâl düsturu uhrevî amellere girse, zararsız azim menfaate medardır. Çünkü bütün mallar, o iştirak eden her bir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor.

“Çünkü nasıl ki dört beş adamdan iştirak niyetiyle, biri gazyağı, biri fitil, biri lamba, biri şişe, biri kibrit getirip lambayı yaktılar. Her biri tam bir lambaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir aynası varsa, her birinin noksansız  parçalanmadan birer lamba oda ile beraber aynasına girer.

“Aynen öyle de, emvâli uhreviyede sırr-ı ihlas ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesânüd ve sırr-ı ittihad ile teşrîkü’l-mesâî (bir işte, bir hizmette beraber çalışarak bir işbirliği neticesinde) o güzel amellerden ve hizmetlerden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur, her birinin amel defterine tamamiyle gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde meşhuddur (keşifle müşâhede edilmiştir)  ve  vâkidir. Hem Allah’ın geniş rahmet ve kereminin muktezasıdır.”

Cemaatle kılınan namazların tek başına kılınan  namazlardan kat kat sevap yönünden üstün ve yüksek olması gibi, Kur’an ve iman hizmetinde de ayrı ayrı imkân ve kabiliyette kardeşlerin  bir araya gelerek ortak akıl ve mesaileri tanzim ve müşterek hizmet ve hareket etmeleri de inşaallah biri  binlere ulaştıracak, güzellikler her tarafa yayılacak.
<< Önceki Haber İhlas ve huzur-ı daimi Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER