Bu yazı ile Palmira antik kenti üzerinden farklı din, kültür ve medeniyetlerin mücadele yeri olmuş Suriye’de tekrar başa dönülmesini, Hz. Süleyman ile başlayan ve hem Yahudiler hem de Müslümanlar için ehemmiyet arz eden kutsal topraklar yaklaşımını günümüze getirmeye çalışacağım. Üç ayrı başlık altındaki bu seride tarihi Levant topraklarına bazı devletlerin/halkların ilgi sebebi daha iyi anlaşılmış olacak. Ayrıca Sovyetler Birliği - Rusya ilgisini ve Beşar Esad’ın Moskova’ya sığınmasının yansımalarını anlatarak son vereceğim.
Şam Eyaleti veya Şam Beylerbeyliği, 1516'daki Mercidabık Muharebesi'nin kazanılmasının ardından, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bir eyalet oldu. İşte tarihi antik kent Palmira, bu eyalet içerisinde bulunuyordu ve Osmanlı döneminde gereken ehemmiyet gösterilmişti. Şehir, şimdiki Suriye topraklarının orta yerinde ve hemen başkent Şam’ın 215 km kuzey doğusunda yer alıyor.
MÖ antik zamanların önemli dini ve ticari merkezi olan, UNESCO tarafından da 1980 yılında Dünya Mirası listesine alınan şehir, tarihi kayıtlarda (özellikle dini metinlerde) Hz. Süleyman tarafından kurulduğu anlatılmaktadır. O zamanın önemli ticaret yolları üzerinde bulunması ve Hz. Süleyman’ın yönettiği devletin stratejik konumunda bulunması nedeniyle MÖ 970 ile 931 yılları arasında inşa edildiği düşünülmektedir.
Hz. Süleyman ve Hz. Davut hatırası Yahudiler ve Müslümanlar için kutsal
Hz. Süleyman’ın Yahudilerin tarihindeki yeri ve Müslümanlar için adı Kuran’da geçen bir peygamber olması yönüyle bu toprakların her iki dinde de kutsallığı bulunuyor. Kral olarak Süleyman'ın hükümdarlığının varsayılan tarihleri MÖ 970-931 arasındadır. Ölümünden sonra oğlu ve halefi Rehav'am kuzey kabilelerine karşı sert bir politika benimseyecek ve sonunda İsrailoğullarının kuzeydeki İsrail Krallığı ile güneydeki Yehuda Krallığı arasında bölünmesine yol açacaktır. Bölünmenin ardından onun soyundan gelenler Yahuda'yı tek başlarına yönetti.
Kitâb-ı Mukaddes, Süleyman'ın Kudüs'te Birinci Tapınağı inşa ettiğini ve tapınağı Yahova'ya ya da Yahudilikteki adıyla Tanrı'ya adadığını söyler. Hz. Süleyman zengin, bilge, güçlü ve 48 Yahudi peygamberden biri olarak tasvir edilir. Bunların en dikkat çekeni, birinci yüzyıla ait apokrif Kutsal Kitap metinleri arasında yer alan Süleyman'ın Ahdi'dir. Dini kaynaklara göre Hz. Süleyman, Kudüs yakınlarındaki Gazze şehrinde doğdu. Babası (Peygamber) Hz. Davud'un on dokuz kadar oğlu vardı ama ilahi beşaretle, oğulları arasından Süleyman'ı kendisine varis kıldı.
Süleyman isminin İbrânîce’deki karşılığı olan Şelomoh’nun (Şlomo) “barış, selâmet, sükûnet” mânasındaki şalom kelimesinden geldiği ve “barışsever, barışçı” anlamını taşıdığı belirtilir. Ahd-i Atîk’te yer alan bilgiye göre Hz. Dâvûd, Allah’dan, oğlunun döneminde barışın hâkim olacağı müjdesini aldığı için ona bu adı vermiştir (I. Tarihler, 22/9).
Ahd-i Atîk’te yer alan bilgilere göre Dâvûd, oğlu Süleyman’a Mûsâ’nın şeriatından ayrılmamasını, krallığını güçlendirici tedbirler almasını öğütlemiş, bu çerçevede yapması gerekenleri hatırlatmıştır (I. Krallar, 2/1-9). Süleyman babasından sınırları Fırat nehrinden Mısır’a kadar uzanan bir krallık miras almış, bütün İsrâil üzerinde kral olmanın yanı sıra bölgedeki ülkeleri vergiye bağlamak suretiyle emri altına almıştır (I. Krallar, 4/1, 21). Tahta oturunca babasının tâlimatını uygulamaya başlamış, öncelikle düşmanlarını ortadan kaldırıp krallığını kuvvetlendirmiştir. Diğer taraftan zamanındaki Firavun’un kızını alarak Mısır’la ittifak kurmuş, ülkeyi bu yönden gelecek tehlikelere karşı güvence altına almıştır (I. Krallar, 2/19-46; 3/1). Ülkenin yönetiminde babası Dâvûd’un oluşturduğu yönetim kadrosunun bir kısmını muhafaza etmiş, diğerlerini yenilemiş, ayrıca yeni görevler ihdas etmiştir.
Hz. Süleyman’ın gerçekleştirdiği büyük işlerin başında bugünkü Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu yerde mâbedin (Bet ha-Mikdaş) inşa edilmesi gelmektedir. Hz. Dâvûd, mâbed yapma işinin Yahova’nın emriyle oğlu Süleyman’a verildiğini belirterek Rab tarafından kendisine bildirilen inşaat planı ve malzemeleriyle ibadet araçlarını oğlu Süleyman’a vermiş, ayrıca yüklü miktarda altın ve gümüş bırakmış, onu örnek alan ileri gelenler ve zenginler de mâbed yapımı için Süleyman’a altın, gümüş, demir ve tunç vermiştir (I. Krallar, 5/1-5; I. Tarihler, 22; 28/2-19; 29/6-9).
Palmira, Levant-Suriye topraklarının merkezinde
Palmira antik kenti, günümüzde Humus Valiliği'nin, Palmira İli'ne bağlı bulunmaktadır. Şam'ın 215 km kuzeydoğusunda, Humus'un 155 km doğusunda ve Fırat'ın 120 km güneybatısında bir vaha üzerinde kurulmuştur. Suriye çölünün ticari kervanlarının geçiş noktasında olması sebebiyle "Çölün Gelini" de denilen şehrin isminin bulunan ilk bilgilere göre Tedmur, Tadmur veya Tudmur olduğu Mari'de bulunan Babil tabletlerindeki kayıtlardan anlaşılmıştır.
Tadmur, İbranice yazılan Yahudilerin kutsal kitabı Tanah'da Davud'un oğlu Süleyman tarafından kurulan bir çöl şehri olarak geçmektedir. (Tadmur; Süryanice-Aramice “Mucize” anlamına karşılık gelmektedir.) Tanah'ın "Kralların İlk Kitabı" bölümünde ise yine Süleyman tarafından kurulan Tamor veya Tamar şehri şeklinde rastlanılmaktadır. Bu tapınağın geniş ve büyük sütunlarla çevrilmesi, yapımındaki ustalık ve ihtişamı hayret vericidir. Roma vatandaşı ve Yahudi tarihçi Flavius Josephus ise Antiquities of the Jews adlı eserinde Tadmor'un Süleyman tarafından kurulduğunu yazmış ve şehrin Yunan ismi Palmira'yı kullanmıştır.
İslamiyetin Palmira’ya ulaşması
Halife Hz. Ebu Bekir döneminde, Palmira'ya ilk Müslüman gruplar 634 yılında ulaşmaya başladılar. Hz. Halid bin Velid tarafından ise aynı yıl fethedildi. Şehrin askeri önemi muhafaza edildi. 800 yılından itibaren şehri terk etmeye başlayan insanlar, 1089 yılındaki büyük depremden sonra şehri tamamen boşalttı. Yavuz Sultan Selim'in 1516 yılında doğuya yönelmesiyle Suriye, Filistin ve Mısır kısa sürede Osmanlı Devletinin birer eyaleti oldu. Osmanlılar tarafından özerklik tanınan Lübnan Prensi II. Fahreddin (1522-1635) Palmira kentine hakim tepeye Fahrettin al Maani kalesini yaptırdı.
Palmira kenti I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı. 1920 yılından 1946 yılına kadar Fransızların yönetimindeki Suriye'de ve dolayısıyla Palmira'da, birçok diğer antik kent gibi arkeolojik kazılar yapılmaya başlanmıştır. 1946 yılında Suriye'nin bağımsızlığını kazanmasıyla Fransız etkisi geçmemiş, 1980'li yıllara kadar kentin arkeolojik değeri Suriye devleti tarafından da anlaşılamamıştır. Daha sonra Suriye Hükûmeti tarafından bir müze kurulmuştur.
IŞİD zihniyeti kenti tahrip etti
Suriye iç savaşı sırasında şehri ele geçiren IŞİD tarafından 27 Mayıs 2015 tarihinde Palmira Roma Antik Tiyatrosu sahnesinde 20 esir idam edilip görüntüleri yayınlandı. Daha sonra örgütün, Palmira antik kentinde bulunan 2 bin yıllık aslan heykelini parçaladığı ifade edildi. Öte yandan IŞİD, Palmira'daki heykellerden bazılarını kaçıran bir kaçakçıyı Halep'te yakaladığını öne sürüp, kaçakçının elindeki 8 büstü halkın önünde balyozlarla parçaladığı bir fotoğraf paylaştı. Palmira Antik Kenti 1 yıl boyunca IŞİD'in himaye ettiği yerler arasında kalmış ve bu süreçte Palmira'da bulunan birçok tarihî eser ciddi derecede zarar görmüştür.
Suriye Ordusu, Rusya'nın desteği ile Palmira'yı Mart 2016'da tekrar kontrolü altına almıştır. Antik kentte yapılan incelemeler sonucunda IŞİD tarafından öldürülmüş 40 kişinin toplu mezarına ulaşılmıştır. 26 Aralık 2016 ile 10 Ocak 2017 tarihleri arasında antik kentin en ünlü yapılarından Dört Kapı (Tetrapylon) yapısı da IŞİD tarafından yok edilmiştir.
Sonuç olarak, Suriye topraklarında, tarihten günümüze yansıyan gerilimlerin kaynağını, Palmira kenti üzerinden görmek mümkün. Fakat bu toprakların tamamı (Levant) MS 7. yüzyıldaki İslamın Fethi'nden hem önce hem de sonra ve özellikle deniz ticaretinin gelişmesi sonrasında ehemmiyetini korudu. Islamiyet öncesi nüfusun büyük bir kısmı Arami olan Suriye, bu dönem itibariyle Yunan ve Roma yönetici sınıflarına ev sahipliği yapmaya başladı. MS 7-15 yy arasında Süryaniler hâlâ kuzey doğuda, Fenikeliler denize yakın kıyılarda yaşıyordu ve Yahudi ve Ermeni toplulukları da büyük şehirlerde mevcuttu. Aynı zamanda bilmek gerekiyor ki, günümüzde yaşanan savaşların kökleri o günlere kadar uzanmaktadır.