Hz. Ali ve Gavs-ı Azam'ın tokadı

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni haftanın ilk yazısını 'Hz. Ali ve Gavs-ı Azam'ın tokadı' başlığıyla kaleme aldı.

SHABER3.COM

         Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İhlas Risalesinin Üçüncü Düsturunda diyor ki: “Bütün kuvvetinizi İhlasta ve hakta bilmelisiniz. Evet kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi haksızlıkları içinde gösterdikleri, ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

         “Evet, kuvvet hakta ve  ihlasta olduğuna bir delil şu Hizmetimizdir. Bu  Hizmetimiz de bir parça İHLAS, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğiniz hizmet-i ilmiye ve diniyye mukabil, burada (Barla sürgününde) sizinle yedi-sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece  fazla yardımcılarım varken,  burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî, insafsız memurların gözetimi ve tazyikatları altında yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren manevî kuvvet, sizlerdeki ihlastan  geldiğine katiyen şüphem kalmadı.”

         Düşünelim ki, 15 sene Van’da Sultan Abdülhamid’in çok  sevdiği Valisi Tahir Paşa, Üstad’ı destekliyor, hatta valilik konağında yanda bir yer vermiş orada kalıyor. Horhor Medresesinde üst seviye âlim talebelere ders veriyor. Aşiretler içinde geziyor, dolaşıyor vaaz ediyor, nasihat ediyor, problemler çözüyor, Said-i Meşhur ve Bediüzzaman namları ve şöhretiyle biliniyor. Sonra İstanbul’a geliyor. Şekerci Hanında meşhurların kaldığı, buluştuğu yerde bir oda tutuyor. Sadece din âlimlerine değil başta felsefeciler olarak bütün ilim ve fen branşlarında olanlara, “Her türlü meşkül halledilir, her soruya cevap var!”  diyerek âdeta meydan okuyor, bir anda meşhur oluyor. Ayasofya’da vaaz ediyor. 31 Martta isyan eden askerlere nutuk okuyor, itaate getiriyor. Meşhur Ferah  Tiyatrosunda, İttihatçılarla Ahrarların birbirlerine girmelerine ramak kala, tiyatroda ayağa kalkıp siz ne yapıyorsunuz. Biz nasıl Müslümanız!  Kavga etmeden gürültü çıkarmadan birbirimizle konuşmayacak mıyız?” diyerek fikrini âyetler ve hadis-i şeriflerle süsleyerek anlatıyor ve sükuneti sağlıyor. Rusyadan esaretten döndükten sonra, İstanbul’da Başkumandan ve Başbakan konumunda ülkeyi idare eden Enver Paşa tarafından karşılanıyor, paşalar elini öpüyor ve Genelkurmayın bir temsilcisi olarak Dâru’l-Hikmet-i İslâmiye âza yapılıyor. Ama Barla’da sürgünde başına bir karakol dikilmiş ve her şeyi kontrol altında yanına gelenler baskı ve ceza ile  korkutuluyor.  Ama bu ağır şartlar altında bir avuç insanla Sözler, Mektubat, Lem’alar yazılıyor ve el altından Türkiye’nin her tarafına gönderiliyor. Medreseler ve tekkeler kapatılmış ama ülke Nur Medresesine ve Nur Dergahına çevrilmiş. Allah’ın izniyle bu başarının sırrının İhlas olduğunu söylüyor Üstad…

         “Hem itiraf ediyorum ki, samimi ihlasınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlasa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlasa sokarsınız.

         “Bilirsiniz ki, Hz. Ali (r.a.) o mucizevârî kerametiyle ve Hz. Gavs-ı Âzam  Abdülkadir Geylanî  (k.s.) o hârika kerâmet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlasa binâen iltifat ediyorlar ve himâyetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri,  ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’a’daki ŞEFKAT  TOKATLARINI  hatırlayınız.”

         Risale-i Nurları, Türkçeden Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım Ağabeyimiz diyor ki: “Ben bir biyoloji fakültesinde öğrenciyken evrimcilere cevap veremediğim için Risalelerin peşine düşmüştüm. Tanıyıp, Bursa ve İstanbul’da Risale sohbetlerine katıldıktan sonra, memleketim Kerkük’te de benzer şekilde sohbetler düşündüm. Ama orada sadece Türkçe bilen bizim gibi Türkmenler yok. Araplar ve Kürtler de var. Ama onlar Türkçe bilmiyor. Fakat Türkmenler ve Kürtler dahil herkes resmi dil olduğu için Arapça biliyor. Onun için ben Risaleleri Türkçe’den okuyup Arapça tercüme ve izah ediyorum. Güzel bir cemaat  oluştu. Hatta Onuncu Söz  Haşir Risalesi gibi bazılarını da Arapçaya çevirip bastık. Hizmet böyle devam ederken, birden Irak / İran Savaşı patladı. Biz artık, sohbetleri, tercümeleri, Arapça baskıları bir tarafa  bırakıp radyolara sarıldık. Kim cepheye gitti. Kim öldü, kim kaldı, kim cepheden döndü. Gece gündüz her şeyi bırakıp radyodan bunları takip ediyoruz. Günler böyle devam ederken bir gece bir rüya gördüm. Ben bir suç işlemişim, beni Ulu bir Divan’a götürdüler. Hâkimler ise Hz. Ali ile Hz. Abdülkadir Geylânî imiş… Bir ceza kestiler. Saçları dökük olan Hâkim Zât infâzı gerçekleştirecekken, dehşet içinde rüyadan uyandım. Suçumu düşünmeye başladım. Birden aklıma Meyve Risalesinin Dördüncü Meselesi geldi. Orada Üstad İkinci Dünya Savaşı sırasında tam akşam namazı sırasında Radyo haberleri veriyor ve Hitlerin ordusu nereden nereye gelmiş diye. Onun için hacı-hoca cemaat herkes namazı cemaati bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Üstad bunun zararlarını anlatıyor. Ben de meseleyi kavradım hemen radyo dinlemeyi bırakıp tekrar cemaatimizi toplayıp Risale Hizmetlerine  başladım. Huzura kavuştuk.”

         Not: Bir konuşmasında M. Fethullah  Gülen Hocaefendi, Hz. Ali Efendimizin (r.anh)  saçlarının dökük olduğunu söylemişti…
<< Önceki Haber Hz. Ali ve Gavs-ı Azam'ın tokadı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER