SAFVET SENİH- SAMANYOLUHABER.COM
Bayram Yüksel Ağabeyimiz, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ibadetteki hassasiyetlerini şöyle anlatıyor: “Üstadımız, namazı çok huşu (derin saygı) içinde kılardı. Sureleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, ‘ALL HÜ EKBER!’ dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın ahşap bina sarsılırdı.
“Üstadımız NAMAZ VAKTİNE çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde (vaktin evvelinde) kılardı. Mesela, Isparta’dan çıktığımızda, Emirdağ’a BEŞ DAKİKA sonra varacak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, hemen namazı vakit girince kılardı. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda şöyle buyuruyor: ‘Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde lem-i İslam denilen câmide, yüz milyondan fazla cemaat-i kübra namaz kılıyor. O cemaatte her bir insan umum cemaate dua ediyor. ‘İhdine’s-sırata’l-müstakim’ (Bizi doğru yola hidayet eyle) diyor. Herbiri umum cemaate hem şefaatçi, hem duası olur. O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mîrî ve askeri kazana karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, cemaat-i kübranın mânevî mutfağında kaynayan, mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirak ile o cemaatin ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına âmin demekle olan namazı vaktinde kılmakla olabilir.”
“1954’te Isparta’da Üstad Hazretleri Arabî Mesnevi-i Nuriye’de derse başladı. Üstadımız sabah namazından sonra derse başlıyordu. Üstad bir gün, ‘Evlatlarım bu ders yalnız bizi değil, bütün kâinatı alâkadar eden bir derstir. Bu dersi mele-i âlânın sakinleri de dinliyorlar. Bu ders çok mühimdir.’ dedi. Hakikaten bizlere de acaib bir hal oldu. Yine bir gün dersten sonra, “Evlatlarım, siz zannediyor musunuz ki, biz beş altı kişi ders yapıyoruz? Biz bu dersimizle Anadolu’da binler ders yapan cemaatlerin arasına mânen giriyoruz, beraber ders yapıyoruz’ demişti.
“Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen kimse, hangi Risaleyi açsa, benimle değil, Kur’an hizmetkarı olan Üstadıyla görüşür ve imanî hakikatlerden zevkle ders alabilir. Evet, Risale-i Nur benim âdî (sıradan) şahsımla değil, Kur’an hâdimi ve Nur Tercümanı ile görüşüyor. Çünkü Nurlardaki ilim başka kitaplar gibi bir ilmî ders değil, belki müellifinin mânevî ameliyat ve tedavileri içinde ve bütün lâtife ve duygularıyla çırpındığı ve çalıştığı ve kısmen aynelyakîn kazandığı aklî ve hâlî ve kalbî hissettiği ve zevk ettiği hakikatleri onun ders aldığı yerden ders almak ve mânevî muhavere ve sual ve cevabı müstefidâne dinlemektir. Bu ise fena ve fâni şahsımla sohbetten çok ziyade faydası var. Hem meşrebimizde surî ve muvakkat sohbet esas değil, mânevî ce daimî sohbet yeter.
“Üstadımız Ramazan’ın on beşinden sonra kendisi yatmazdı, bizi de (ihyâ edelim diye) yatırmazdı. Hatta çok gece kontrol ederdi. Eğer uyurken yakalarsa, bize su döker, uyandırırdı. Bizleri uyumaya alıştırırdı. Mübarek geceleri ihya ettiğimiz zaman sabah namazının vakti girdiğinde, namazı kılar, yatardık.
“Hem ‘Rivayet-i sahiha ile, Kadir Gecesini, Ramazanın son yarısında, bilhassa son on gecelerinde arayınız, ferman edildiği için bu gelecek seksen küsur senelik bir ibadet ömrünü kazandıracak Leyle-i Kadrin gelecek gecelerde ihtimali pek kuvvetli olmasından istifadeye çalışmak böyle sevaplı yerlerde bir saadettir’ diye bize dersler verirdi.
“Üstadımız mübarek Ramazan’da daima evrad ve ezkârıyla meşgul olurdu, her gün bir cüz okurdu. Bizleri de teşvik ederdi. Bizler Ramazan’da muhakkak cüzlerimizi okurduk. Üstad fitresini bize verirdi. Bizlere de ‘Siz ilim talebelerisiniz, fitrenizi, birbirinize devredebilirsiniz’ derdi. Biz de birbirimize devrederdik, o parayla buğday alırdık. Sav’da bazan Kuleönünde ekmek yaptırırdık, nafakamızı iktisadlı, olarak harcardık.
“Üstadımız arabaya bindiğinde şu yet-i Kerimeyi okurdu: ‘Sübhanellezi sehhara lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukrınîn.’ Ayrıca yedi defa yetü’l-Kürsî’yi okurdu. İki öne, iki sağa, iki sola, bir arkaya…
*Konya’dan Nur Talebelerinden iki ayrı grup gelmişti. Üstadımızı ziyaret ettiler. Bir grup diğer grubu şikayet etti, ‘Tedbirli hareket etmiyorlar, camide ders yapıyorlar’ diye. Diğer grup da öbür grubu şikayet etti. Üstadımız onlara şöyle dedi: “Kardeşim, sizin hizmetinize ihtiyaç yok. Sizin aranızda TESANÜDE İHTİYAÇ VAR. Sizler arasıra İhlas, Uhuvvet ve Hücamat-ı Sitte Risalelerini mâbeyninizde beraber okumalısınız. Sizin şimdiye kadar fevkalade sebat, metanet ve ittifakınız bu memlekete iftihar vesilesi olacak.”
*Mustafa Kırıkçı Ağabeyimiz diyor ki: “Üstadımız Emirdağ’da ziyaretimiz sırasında ‘Mevlevîler, ehl-i dalâlete mütemadiyen tokat vuruyorlar. Konya’da bulunan Mevlevilere selâmımı söyle’ demişti.”
*Muhyiddin Yürüten Ağabeyimiz diyor ki: “Üstadın odasından içeri girdiğimizde fevkalade sade bir manzara ile karşılaştık. Yerde bir hasır ve bir de Üstadın karyolası vardı. Üstad, karyolanın üzerinde idi. Eşikten içeri adımımızı atar atmaz, kalbim bir motor silindiri gibi hareket etmeye ve âdetâ ‘Allah Allah’ demeye başlamıştı. İçeride o kadar güzel bir gül kokusu vardı ki, ben o kokuyu başka bir yerde duymadım.”
*Demokrat Parti milletvekillerinden ve Şeyh Maruf Efendinin oğlu Gıyaseddin Emre diyor ki: “Bir sefer, Bekir Berk Muş’a geldiğinde bizim evde namaz kılıyorlar. Benim peder (Şeyh Maruf Efendi) ‘Bunlar kim?’ diye sordu. ‘Bediüzzaman’ın talebesidir’ dedim. O zaman dikkatle bakıp şöyle demişti: ‘Bunların namazında SAHABÎ NAMAZI KOKUSU VAR.’ Ve hadis okumuştu. (Meâlen: Ümmetimden bir tâife var ki, onlar kıyamete kadar hak üzere gâlibane gidecekler.) İşte o tâife bunlardır. Nur Talebeleri.”
*Mustafa Acet Ağabeyimiz diyor ki: “Afyon Mahkemesinde Üstad Bediüzzaman NAMAZ için İZİN ve müsaade istediği halde adamlar razı olmuyorlardı. (…) Üstad savcıya şöyle gürlemişti: ‘Biz namazın hukukunu müdafaa için burada bulunuyoruz. Bizim bundan başka bir suçumuz yoktur.”
Üstadımızın namazla ilgili hassasiyet ve mülahazalarını bu günlerde bir daha gözden geçirelim. Hem de kendimizi ve namazlarımızı da bir gözden geçirelim.