[Hüseyin Odabaşı] Toplumu Okuma

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15)

SHABER3.COM

HÜSEYİN ODABAŞI

Birkaç sene önce ABD’de Hoca Efendi'yi ziyaret için yanına gittiğimizde salondan içeriye girdi. Üç arkadaş olarak biz de saygımızdan ayağa kalktık. Aslında kendisine saygı olsun diye ayağa kalkılmasından rahatsız olduğunu biliyorduk. Biliyorduk fakat gayr -i ihtiyari ayağa kalkmış olduk. Hoca Efendi, kendisine ayağa kalkılmasından neden rahatsız olduğunu bize bir güzel izah etti.  Müslüman dünyasındaki zalimleri aşırı saygı ve tazimin yoldan çıkardığını birkaç kez tekrar ederek ifade etti.    
Büyüklerimize saygı göstermek ve bunu ayağa kalkarak ortaya koymak aslında dinimizde yasaklanmış bir mevzu değildir. Dinimizin biricik Peygamberi(sav) der ki; “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15)

Yine Resûlullah(sav) bir hakemlik vazifesiyle görevlendirdiği Sa’d bin Muaz hakkında Ensâr’a hitâben: “Efendiniz (veya en hayırlınız) için ayağa kalkınız” buyurmuştur. (Buhârî, Meğâzî, 30)
Aslında Hocamız da Sahabe Efendilerimizin Peygamberimiz(sav) içeri girdiği her seferinde ayağa kalktıklarını bilmekte ve bildirmektedir: 

“O, Medine’de bulunduğu devre içinde de tavrını hiç değiştirmemişti. Sahabe, O içeriye girdiğinde ayağa kalkardı! Kalkmalıydılar da.  Hatta o girdiğinde cenazeler dahi kabirlerinden fırlayıp O’na ihtiram etmeliydiler... O bütün bunlara fazlasıyla layıktı. Ancak kendisi, sahabenin böyle ayağa kalkılmasında ciddi rahatsızlık duyar ve her defasında: “Acemlerin (büyüklerine) ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın” der ve tekdir ederdi.” (Sonsuz Nur, Peygamberlerin Özellikleri, ihlas)

Fakat Hoca Efendi'nin özellikle kendisine ayağa kalkmak şeklinde saygı gösterilmesini istememesi hatta daha da ileri giderek bu hususta yasak getirmiş olması biraz daha derin sosyolojik bir tahlili gerektiren konudur. 

Şöyle son bir asra geriye doğru bakarsak Doğusundan Batısına pek çok devlette liderlik yapan karizmatik karakterli insanların yüksek bir tazime maruz kalıp tanrısal bir güçle kutsandıklarını görürsünüz. Özellikle Ortadoğu coğrafyası sefalet ve cehaletin de etkisiyle kendini ilah sanan liderler bataklığına döndü. Demek toplumda az başarılı olan az milletine faydası dokunan insanları tanrısal seviyeye çıkarma eğilimi var. “Birine dokunmanın ibadet sayılması”, başarılarını anlatırken “bakın peygamber şımardı fakat biz şımarmadık” diyebilen gurur ve kibir abidesi liderleri besleyen bir bataklıktan, çürümüşlükten bahsediyorum.

Evet bir toplumda makul bir saygı bile tapınmaya dönüşebiliyorsa orada durmak ve düşünmek gerekir. Üstadımızın; “hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet ene’ye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor. (29. Mektup, Mektubat) dediği yerde eneler aşırı tazim ve saygı ile şişerek firavunlaşabiliyor demektir.  

Toplum olarak bu türdeki zaaflarımızı gören Hoca Efendi, örnek bir davranış sergileyerek enelerin şişmesine sebep olan saygı davranışlarından uzak durmamız gerektiğini bize hal diliyle anlattı.  Zatında temiz ve iyi olan bir davranış, neticede hakiki imanı elde etmemiş gönüllerde şirke ve küfre sebep olduğundan dolayı şerrinden emin olmak adına şerî bir mahzuru da yoksa terkedilmelidir.  Hani denir ya;
“Herkesin istidadına vabestedir asarı feyzi,
Ebr-i nisandan ef'i sem, sâdef dürdane kapar."
Aynı tür hikmetli davranışın Bediüzzaman Hazretleri tarafından sergilendiğini görürüz. Peygamberimiz(sav);  “Hediyeleşin, birbirinize sevginiz artsın.” (İmam Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 16) buyurmuş olmasına rağmen Üstadımız, bir kaide olarak kimseden hediye almadı.  Çünkü, Sünnet olan ve dinimizde sevgiye sebep olacağından dolayı teşvik edilen bu davranışı toplum çok rahat su istimal edebiliyordu.  Bu nedenle Üstadımız, hediye kabul etmeyişini altı madde halinde Mektubât adlı eserinde tek tek ele alıp izah etti. 
Birincisi: Dalalet ehli olan insanlar, İlim ehline, ilmi ve dini kendilerine geçim vasıtası yapıyorlar iftirasını atıyor olmaları. 
İkincisi: Peygamberler Hakkın neşrini ücret talep etmeden yaptılar. Onlara ittiba etmeliyiz. 
Üçüncüsü: Bugün artık verenler Allah namına vermiyor; alanlar da Allah namına almıyor. 
Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat hazine ve servet olarak yeter. 
Beşincisi: Tasannu ve riyadan kurtulmak için. 
Altıncısı: Bu zamanın insanları hırs ve tama yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalıya satıyorlar. 

Bu altı maddeden de anladığımıza göre toplumda artık su istimal edilmeye başlandığından dolayı Üstadımız, aslında Efendimiz ’in(SAV) teşvik ettiği hediyeleşmeyi biz talebelerine örnek olmak için sonlandırmak zorunda kaldı. 
Bu bakımdan bazı konularda ben doğru davranayım da millet nasıl anlarsa anlasın ne düşünürse düşünsün tavrı ve yaklaşımı yanlıştır. 

Mesela Peygamberimizin(sav) sözleri olan hadislerini bugün yazıyor çoğaltıyor ve kitaplarda baskısını yapıyoruz. Fakat bir ara Peygamberimiz(sav) kendi sözlerinin yazılıp çoğaltılmasını Kur’an-ı Kerim’le karıştırılır endişesinden ötürü yasaklamıştı. Fakat daha sonra Sahabe Efendilerimiz Kur’an’la hadislerin farkını iyice anladıklarında Peygamberimiz(sav) hadislerinin de yazılmasına müsaade etti. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, ı.cild)

Mezar ziyaretlerinde de aynı gerekçenin belirleyici olduğunu görürüz.  İman akidesinin gönüllerde henüz daha tam yerleşmediği risaletin bidayetinde Efendimiz(sav), mezar ziyaretlerini yasakladı. Ancak şirke düşme endişesinin tamamen ortadan kalkmasından sonra ise Peygamberimiz(sav) kabir ehline selam vererek mezarları bizzat ziyaret etti.  Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır." (Müslim, Cenaiz 106, (977)) 

Demek rehberlik yaparken toplumun neyi nasıl algıladığını hesap ederek hareket etmeliyiz. Zira her merhem her derde çare olmayabilir. Yaptığımız bazı iyi davranışlar yanlış tevil ve tefsire uğruyorsa orada geçici de olsa durmak gerekir. Saygı için ayağa kalkma, hediyeleşme, mezar ziyareti ve hadislerin yazılmasındaki durum ve tavır değişikliklerini toplumun algılama ve tesirinde aramalıyız.  
Evet ne anlattığımız önemli fakat anlattıklarımızın nasıl anlaşıldığı bazen daha önemlidir.  

<< Önceki Haber [Hüseyin Odabaşı] Toplumu Okuma Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER