“Ramazan'a dair” bizde bir cadı avının hikayesidir, oruçla çok da alakası yoktur. Bu risalelerin ne şartlar altında yazıldığını bu işi yapanların hapishane dahil her türlü zorluklara nasıl göğüs gerdiklerinin anlatıldığı bundan yıllar önce bir sohbette duydum “Ramazan'a dair” hikayesini...
Belki 50’li 60’lı yıllarıdır. Risale -i Nur okunan bir mekâna kolluk kuvvetleri tarafından baskın yapılır. Eli silahlı kitapsızların kitap okuyanlara karşı yaptığı baskınlardan bir baskındır bu. Fikirler kurşunların hedefindedir. Halbuki kitapların bağrından yükselen fikirler, insanlar gibi avlanamazlar. Neyse...! Baskında ele geçirilen kitaplardan birinin üzerinde “Ramazan'a Dair” veya “Ramazan -ı Şerife Dairdir” yazmaktadır. Bu ramazan hangi ramazandır, kimdir? Jandarmaları bir telaş kaplar. O karyeyi, köyü beldeyi ellerinde “Ramazan'a Dairdir” kitabıyla dolaşır önüne rastladıklarına adını sorarlar. Ve sonunda “Ramazan'a Dair” kitabına uygun bir Allah kulu Ramazan'ı bulurlar, celp edip hapse götürürler. Adı Ramazan olsun da ne olursa olsun. Tabi Ramazan’ın bundan haberi yoktur, masumlar ötesi bir masumdur Ramazan. Fakat, kitapla aynı ismi taşıyor olması başını yakmıştır, Onu derde sokmuştur.
Bu olayı aslında Ramazan ayına girdiğimiz için yazmadım. Gerçi her “Ramazan -ı Şerife Dairdir” dersini Mektubat’tan okurken yukarda bahsini ettiğim cadı avı anonimini hatırlamayanımız yoktur. Çünkü Ramazan risalesinden dolayı Ramazan isimli bir vatandaşın sırf isim benzerliğinden dolayı tutuklanıp hapse gönderilme olayını çok ağızlardan farklı zaman ve mekanlarda pek çok kez duydum işittim. İşin garibi, suçların şahsilik ilkesini darman duman ederek yaşatılan bu tür acı dramları, aradan 60 sene geçmesine rağmen bu çağda hâlâ yaşıyor ve şahit oluyoruz.
Üstadımızın Barla’ya sürgün edilmesi de aslında başka bir “Ramazan'a dair” olayıdır işte. İsyan eden Şeyh Said ile aynı isimi taşıyor olmasından dolayı Burdur’a ardından Barla’ya sürgün yer. Bu isim benzerliği, Mahkeme mahkeme zindan zindan dolaşarak geçecek olan eziyetli bir hayatın kapısı hükmüne geçer. Senin adında mı Said, sen de o zaman onun gibi asi ve şakisin, hainsin. Burdur, Barla, Denizli ve Kastamonu derken memleketi bir baştan bir başa; hapishane hapishane bir kandil gibi dolaşır Bediüzzaman. Ama nur saçar, ama ışık saçar...
Ve 2016’da darbe bahanesi ile “Ramazan'a dair” türündeki olaylar yeniden hortlar. Aynı bankaya para yatırmışınız, aynı dergiye abone olmuşunuz, aynı dershaneye gitmişin. Hatta 2018’in 29 Mart’ında Kosova’da bu tür olayların daha da ilerisi yaşanır. “Hasan Hüseyin” adlı bir öğretmenin yerine aynı adlı başka bir öğretmen altı kişiden biri olarak yanlışlıkla kaçırılır. Bu esnada Hasan Hüseyin Hoca; “Elinizdeki listedeki şahıs ben değilim, adım aynı fakat soyadım başka, beni bırakın gideyim” demiş olsa da sırtlanlara bir kere paçayı kaptırmıştır. Hiçbir şey fayda vermez.
Hani suçun şahsiliği ilkesi vardı! Birinin işlediği suçun cezası başkasına çektirtilemezdi hani. Aslında ortada ne suç vardı ne de suçlu. Fakat cadı avıydı işte! Cadı avı ne demektir, suçluyu bulmak değil suçlamaktır. Şahsa ait olan suçu, irtibat ve iltisak bahanesi ile çok da alaka gözetmeden genele yayarak cezalandırmaktır. Suçla ve suçluyla irtibatı birbirine karıştırmaktır. Suçlunun irtibatta olduğu akrabaları suçlu kabul edilemez. Fakat suçlunun suçu ile irtibatı delil ile sabit olanlar suçludur ve cezalandırılması gerekir. Suç ve suçlunun birbirinden farkını anlayamayan avam halkı da makyevalist siyasetçiler kendi menfaatleri hesabına çok rahat kandırabilirler.
Bizde eskiden suçu değil de suçlu üzerinden yürüyerek alakasız insanlara ceza vermeye kalkan hakimlere Karakuşi denirdi. Çünkü her cadı avının bir Karakuşi hâkimi, kadısı vardır. Karakuşi hakimleri bugün iradelerini siyasetçilerin eline teslim ettiler ve Türkiye'de 2 milyona yakın insana soruşturma açma cinayetini işlediler. Ne diyelim; tarihin derinliklerindeki mitolojilerin Karakuşileri ete kemiğe büründü KHK zulmünü acımasızca reva gören günümüzün hakimleri olarak göründü. Evet bu Ramazan, bütün dünyaya adaletiyle gelir inşallah!