HÜSEYİN ODABAŞI
Değişim dönüşüm ve hicretlerin yaşandığı olağanüstü ortamlarda işimizi aşımızı ve mesleğimizi kaybedebiliriz. Türkiye'de darbe sürecinin yaşandığı günümüzde bu değişimi ve dönüşümü hemen her hizmet hareketi mensubu az veya çok yaşıyor, hissediyor. Haliyle bu tür olağanüstü durumlarda tüm organize ve yardımlaşmaları, Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre (piramit) madden ve manen hayatta kalabilmek adına zaruri ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek şekilde ayarlamamız gerekir.
Değişim ve dönüşümlerin yaşandığı zor zamanlarda her şeyimizi olduğu gibi muhafaza edip geleceğe transfer edemeyebiliriz. İnsanımızın dişinden tırnağından artırarak meydana getirdiği Türkiye’deki okullarımızı, kolejlerimizi ve medya binalarımızı kaybettik. Onları geleceğe transfer edemedik. Abdullah Aymaz ağabeyin bu konudaki şu tespitine dikkat çekmek istiyorum; “Bu hizmetin asıl sermayesi yüzde doksan belli bir kültür ve kalitede yetişmiş insan unsurudur, faktörüdür. Fakat zarf mazruf ilişkisi içinde iyi müesseselerin kaliteli insan yetişmesine; kaliteli insanların da seviyeli müesseselerin oluşmasına sağladıkları katkıyı ve aralarındaki salih daireyi görmemezlikten gelemeyiz.”
Bu bakımdan özü ve kabuğu beraber ele alıp değerlendirmeliyiz. Kabuksuz öz olmayacağı gibi özsüz kabuk da bir işe yaramaz. Yukarda yapılan tespiti tersinden okuyup da önemli olan imânî meseleler, insan o kadar da önemli değildir diyemeyiz. Çünkü burada bahis mevzu ettiğimiz imanın oluşması için bir kalbe, kalbin teşekkülü için de insana ihtiyaç olduğudur. Değişim dönüşüm ve fırtınaların yaşandığı devirlerde o şartlara göre neye öz diyeceksen o özü koruyarak geleceğe intikal ettirebilmenin çabasında olmalıyız. Örneğin Bediüzzaman Hazretleri, İşaretü’l İcaz adlı eserini, Birinci Cihan Harbi’nde atın sırtında şehitlik duygu ve düşüncesinin zerrelerine kadar işlediği bir atmosferde talebelerine yazdırarak telif etmiştir. Savaş, hayatın tehdit altına girmesidir. Ve hayatta kalma zaruretinin dışındaki her şeyden vazgeçmeyi mecburi kılan bir durumdur. Öyle ki hayat tehdit altına alındığında pek çok haram “özür” çerçevesi içine girer ve mazeret hali oluşur. Böyle bir ortamda ilim, iman, Kuran zaruretin de zarureti haline gelmiş olmalı ki Üstadımız tefsir yazma ve yazdırma işini, savaş esnasında bile ihmal etmemiştir. Hayatımız tehdit altına girse dahi “gereksizleşenlerin” arasına, içine ilimi, imanı ve ibadeti koyamayız. Çünkü başımıza bugün gelen bunca devahiye bir nokta kor ve Ashabın, Bedir Savaşı dahil katlandıklarına kadar bir çizgi uzatırsak zaten gaye ve hedefin iman, ibadet ve ahlak olduğunu görürüz. Bu bakımdan Sahabe- i Kiram Efendilerimiz, Bedir’de canlarını terk etseler de imanlarını ve namazlarını terk etmediler.
Rahmetli Hekimoğlu İsmail abi pek çok konferansında azınlık vatandaşı bir yaşlı kadının; “Çocuklar çalışın çalışın! Ne kurtarırsanız kardır.” dediğini defalarca anlattığını bilirim. Aslında Risale- i Nur hareketi de Osmanlının yıkılış, meşrutiyet, cumhuriyet derken inkılap hareketleriyle yanan yıkılan kültür hazinemizden en muteber ve ihtiyaç duyduğumuz kısımlarını alelacele alevler arasından kurtarma hareketidir. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri; “Karşımda bir yangın var içinde evladım ve imanım yanıyor” demişti. Muasır medeniyetler seviyesine çıktık diyenlere inan bu elim (acı verici) bir tespitti. Fakat “son devrin mustaripleri,” bu yangını gördüler ve söndürmeye koştular. Hocamızın iman ve kültür dünyamıza karşı yapılması gereken vazifemizi ifade ederken “yangın var tulumbanı al yetiş, yangın var” temsili teşbihi ne kadar da yerindedir. Çünkü yangınlara müdahale eden her aklı başındaki itfaiye memuru, “yangında ilk kurtarılması gerekenlere” hemen müdahale ederek işe başlar. Risaleler ve Hocamızın eserleri, üç asırdır devam etmekte olan iman, kültür, ahlak ve mektep yangınlarından ilk kurtarabildiklerimizdir. Risale ve hocamızın eserleri iman ve kültür dünyamızın özeti hükmündedir. Tek bir ilim dalıyla ilgili değildirler. İhtiyaç oranında her ilim dalına ait konulardan bahseder. Bu bakımdan bu eserler ve hocamızın çabaları, şimdilerde yıkılmakla yerinde yeller esen 1000 yıllık Alem i İslam’ın kültür ağacının çürümüş meyvelerinden arta kalan çekirdekleri, tohumları hükmündedir.
Bu iman ahlak ve fazilet tohumlarını geleceğe transfer etmeliyiz
Manevî kültürümüzün taşıyıcısı olan tohumların zayi edilememesi için Kuran, Medine’nin dışında yapılacak olan savaşa dinde fakih olanların katılmasını eleştirir: “Bununla beraber müminlerin hepsinin birden topyekün savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım insanlar da din ilimlerinde derinleşmeli (fakih) ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır (bilgilendirmelidir) ki, böylece Allah'ın azabından sakınırlar.”(Tevbe,122) Çünkü savaş sebebiyle fakihlerin ölüp bir toplumda rehberliğin akim kalması küçük cihadı kazanayım derken cihadın büyüğünden olmak demektir. Yemâme Savaşı’nda Hz. Ebu Bekir döneminde ümmetin uleması mesabesindeki hafızların şehit olması müminleri alarma geçirdi. Çünkü, hafızların şehit olması daha henüz iki kapak arasına getirilip de kitap haline gelmemiş olan Kuran-ı Kerim’in varlığını tehdit altına aldı. Çünkü kültür ve kimliğimizin geleceğe transferi yetkin rehberler ve etkin kitaplar vasıtası ile mümkündür.
Günümüze gelince; hemen her 10 sene aralıklarla yapılan darbelerde has Anadolu insanının bağrından kopup gelen beyin insanların bir türlü hedef alınması, çeşitli fitne hareketleriyle birbirine düşürülmesi ve yasaklılar listesine alınıp tırpanlanması tesadüf değildir. Bu hazin durum Tanzimat'la başlayan ve günümüze kadar devam eden Anadolu coğrafyasında derin problemlerimizin olduğunun en açık alameti ve işaretidir. Hizmet hareketinin en büyük suçu da Anadolu insanını eğitime dahil edip beyin insan yetiştirerek bu derin problemleri ve darbe görünümlü gizli işgalleri ortadan kaldırmak istemesidir. Bugün entelektüellere açılan savaşın, her darbede üniversitelerin tarumar edilip yerle bir edilmesinin altında bu gerçek vardır. Darbeler ve gizli işgaller maddi ve manevi varlığımızın geleceğe transfer edilmesine engel olmak içindir. Çözümü de bu tür dönemlerin her türlüğü varlığımızı yok eden bir yangın olduğunu bilip herkesin seferberlik mantığıyla bu yangına usulünce müdahale etmesidir.
Ne kurtarırsak kardır!