HÜSEYİN ODABAŞI
Hicret edene, yollara düşene vatanından çıkarılana veya kendi isteği ile çıkana yardım edilmesi gerektiğini anlatmak için Mekke’den hicret edenlere muhacir; Medineli yardım eden kahramanlara da ensar dendi. Muhacirin olduğu yerde Ensar da olur, olmalıdır. Çünkü muhacir yolcudur, hatta Kuran’ın ifadesiyle; “yolun oğludur”; vebnissebil.
Tevbe Suresi 60. ayete göre annesine bağlı olduğundan onsuz yaşayamayan çocuklar gibi “yolun evlatlarına”; yani yolcuya da zekât verin denir. İsra Suresi'nde de yolda olan veya yolcu anlatılırken “yolun oğlu” tabiri tercih edilir. “Ve atizel kurba hakkahu vel miskini vebnissebili ....” (İsra, 26) Bir çocuğun annesine muhtaç olması gibi yola bağımlı yaşamak zorunda kalanlara verin, yardım edin. Yolcuya yapılacak en büyük yardım da onun yolculuğunu bitirmesine matuf olanıdır. Ensar olarak verdiklerimiz ve yaptıklarımız muhacir bir yolcunun yolculuğunu kolaylaştırmalıdır.
Yolculara yardım etme, onlara saygı gösterme bir Allah ahlakıdır ve o ahlakla ahlaklanmamız gerekir. “Tehallaku bi ahlakıllah. (Allah ahlakıyla ahlaklanın)” (Hadis). Allah yolculara ve muhacirlere lütufta bulunarak onların ibadetlerini hafifletti. Mesela yolcuya Allah zekâtlarımızdan bir pay ayırdı. Daha sonra kaza etmek şartıyla yolcuyu oruç tutmaktan da muaf tuttu. Dinin direği namazı yolculuk esnasında 4 rekât yerine 2 rekât kılmalarına müsaade etti. Kazası olmayan bayram namazlarını dahi yolcular kılmama ruhsatına sahiptirler. Ya abdest ondada bir hafifletme söz konusu. Yolcu olan ayağını yıkama zahmetine katlanmayıp isterse mesh etme yolunu tercih edebilir. Allah ve Resulü her durum ve şartta yolculara ikramda yardım ve muavenette bulunmamızı istemiştir.
Fakat Hicret, bir kimsenin kendi vatanına geri dönüşü olmayan bir yolculuğudur. Bu bakımdan hem kullar hem de Allah katındaki mükafatı kat be kattır: “Ve Rabb'leri, onlara cevap verdi: "Ben, sizden; erkek olsun, kadın olsun -ki hepiniz birbirinizdensiniz- iyi şeyler yapanların yaptıklarının karşılığını boşa çıkarmam." Onlar ki benim yolumda hicret edenler (iradi), yurtlarından çıkarılanlar (cebri), yolumda eziyet görenler (işkence gibi...), savaşanlar ve öldürülenlerdir. İşte bunların kötülüklerini örterim. Onların yaptıklarının karşılığı Allah'ın yanındadır. Kuşkusuz, onları içinden nehirler akan Cennetlere koyacağım. Karşılıkların en iyisi, Allah katındadır.”(Ali İmran, 195)
Evet, normal bir yolcuya zaten ikramda bulunmamız gerekirken hele bu yolcu muhacirse o zaman bu ikram, bakım ve görüm vacip derecesine yükselir. Diğer taraftan ensarlık ve muhacirlikte mutlaklık değil mukayyetlik vardır. Yani izafidir. Yola erken çıkan ve tecrübesi bir parmak ilerde olan yola daha geç çıkan ve tecrübesi ve imkânı bir parmak da olsa geride olana göre ensardır. Kardeşlerine yardım etmekle mükelleftir.
Ensarlığımızı daha çok nerede göstermeliyiz? Yola çıkan muhacirin bu hicretten bu yolculuktan takip ettiği maksadı vardır. Her yolculuğun bir hedefi ve maksadı olduğu gibi. Yani bu yolculuk bir yere ulaşmak içindir. İşte ensarlığımız, daha çok bu mübarek yolcuyu hedefine ulaştırmak noktasında yoğunlaşmalıdır. Muhacirlerin her türlü ihtiyaçlarını giderebiliriz fakat en önemlisi onu ayakta kalmasını sağlayan ve gideceği yere taşıyan yardımlardır.
Şimdi bir tarihten Hz. Osman (r.a) efendimizin hicret zorlukları yaşamış olan Ümmü Seleme (r.a) annemize nasıl yardım ettiğini anlatacağım sonra da günümüzde Türkiye'den Avrupa'ya hicret etmekte olan bir ablamızın yolda beklediği bir ülkede gördüğü ensarlık ve dolaysıyla memnuniyetini konu edineceğim. Nisa Suresi 97. Ayetle Mekke'de yaşayan Müslümanlara Medine'ye hicret emiri verildi. Ayrıca Peygamberimiz (sav) bir hicret rüyası da gördü. Bu sebeple Medine'ye ilk hicret edenler daha önce de Habeşistan’a hicret etmiş olan Ebu Seleme (r.a) idi. Bu defa ailesi Ümmü Seleme ve oğlu Seleme ile Medine’ye doğru yola koyuldu. Ancak bu hicrete Kureyş’in zalim nasipsizleri engel oldu. Bu yolculuğa kesinlikle müsaade etmeyeceklerini ifade ederek devenin yularından tutup Ümmü Seleme ve kucağındaki oğul Seleme’yi çoktan deveden aşağı indirildiler. Ortada bir aile faciası oluştu. Ebu Seleme’nin akrabaları Selemey’i; Ümmü Seleme’nin akrabaları da Ümmü Seleme’yi bu yolculuktan alı koyup zorlan yanlarında tuttular. Ebu Seleme, çaresiz yolculuğa tek başına devam etmek zorunda kaldı.
Bundan böyle Ümmü Seleme validemiz, hemen her gün Ebtah denilen yere geliyor ve ayrı kaldığı çocuğu ve eşine ağıtlar yakarak ağlıyordu. Bu hal tam bir yıl devam edecekti. Taki bir akrabası: “Şu miskin kadına niye bunu yapıyorsunuz; çocuğuyla kavuşması için bırakın da gideceği yere gitsin,” diyecekti. Bu vicdanlı çağrı üzerine serbest bırakılan anamız oğluyla beraber gün gece yol aldı ve Temim’e kadar geldi. Burada Osman Bin Talha’yı görmüş ve ondan gideceği yeri sormuştu. Hz. Osman (r.a) tanımıştı Ümmü Seleme’yi.
-Yalnız başına nereye gidiyorsun?
-Medine'ye kocamın yanına.
-Yanında kimse olmadan mı geldin buraya kadar?
-Evet vallahi de şu çocuk ve Allah’tan başka kimse olmadan.
-Vallahi de artık gideceğin yere kadar ulaştırmadan ben seni bırakmam.
Hz. Osman (r.a) devenin yularından tuttu ve nihayet Kuba’daki Amr İbn Avfoğulları yurduna; kocasına ulaştırana kadar Ümmü Seleme’ye yardım etti. Ve böylece bir aile faciası Hz. Osman’ın bu fedakarlığı neticesinde son buldu ve hicret tamamlandı.
Günümüzde de zulümlerden dolayı terkedilen Mekkelere döndü vatanımız. Ebu Cehillerin zulmünü aratmayan bir cehennem meydana geldi orada. Ebu Seleme’nin ailesi gibi bölük pörçük olduk. Seleme misali hapishane köşelerinde çocuklarımız, bebeklerimiz... Fakat bir yıl ağlayan Ümmü Seleme’ye acıyan akrabalarından daha merhametsiz akrabalarımız, daha vicdansız yakınlarımız...
Ümmü Seleme’ye mukabil bir Selma ablamız
Ümmü Seleme’ye mukabil bir Selma ablalarımız geçti bulunduğumuz coğrafyadan. Onun da ailesi parçalanmıştı. Ebu Seleme’si Hollanda’daydı ailesini bekliyordu. Fakat, üç çocuğu ile kendini zor atabilmişti Balkan topraklarına. Balkanlar onun için Ebtah gibi bir geçiş yeri veya bir araftı. Zalimlerin pençesinden yakayı kurtarmış fakat henüz Medine’sine varamamıştı. Daha Balkanlardayken alamet ve işaretleriyle kendini gösteren Ensarlık, kalbi hüzün dolu Selma ablamızı ve ailesini ziyadesiyle memnun edecekti. Daha yakınlarda uçağına binip Hollanda’ya varan ablamız Hz. Osman gibi Balkanlı kardeşlerinin ensarlığı karşısında duygularını kaleme almadan edemedi:
“Kalbimden bir ülke geçti. Bir valiz, üç çocuk, biraz korku, biraz umut.”
Gelirken getirebildiklerim sadece bunlardı. Ama dönerken kazandığım, hissettiğim, yaşadığım şeyler valizime sığmadı. Onları kalbimin derinliklerine ve zihnimin unutmaya en uzak köşelerine katlayıp lavanta kokulu bohçalara sardım. Ve ipek bohçalara sarılacak kadar değerli bu hazinenin adını "Güzel İnsanlar Ülkesi "koymak istiyorum izniniz olursa.
Sayenizde acıyı, kederi, karamsarlığı, umutsuzluğu, hatta gurbeti yaşamadım. Var olduğunuz her yer memleket oldu benim için. Hollanda’y ulaşmadan önce geldiğimiz bu ülkede bize açılan her bir kapı baba ocağının sıcaklığını ve samimiyetini taşıyordu. İtiraf edeyim çocuklarımın ve benim doğum günlerimiz hiç bu kadar kalabalık, sürprizli, coşkulu kutlanmadı. Hele de Ramazan ayı... Yıllardır geçirdiğimiz en hareketli, en kalabalık, en coşkulu Ramazan'ı oldu. İftar sofralarına sığmayan ve sahur gecelerine uzanan muhabbet sofralarını asla unutmayacak, onları hatıralarımın inci mercan koleksiyonu gibi ipek bohçalarda saklayacağım. Hele de o birlik beraberlik coşkusunu son noktada yaşadığımız Ramazan Bayramı'nı unutmak mümkün mü? O gün tüm eksiklerimizi birbirimizin varlığıyla nerdeyse tamamlamış gibi mutlu idik. Bayramların gerçek bayram olacağı günlere ne kadar da yaklaşmıştık...
Çocukların at sırtında, salıncak tepelerinde, harçlık kuyruğunda, köpek şeklinde balon peşinde, kaykay üstünde attıkları mutluluk kahkahaları o günün gökyüzüne yükselen tüm seslerini bastırdı. Keşke çocuklar için o anların duygusunu sabitleyebilseydik ama ne çare. Türkiye’de, kendi ülkesinde mazlum bütün çocukların güldüğü coşkulu bayramlar umutlarımız kadar yakındır inşallah.
Hakkınızı helal edin gülen yüzlü, umut yolcuları, bana çoook şeyler öğrettiniz. Acının değil muhabbetin, bir bardak çayın etrafında kurulacak dostluğun peşinde olmayı, her daim hayata tebessüm edecek bir enerjiyi yüreğinde büyütüp beslemeyi, umudun zerresini ziyan etmemeyi, kutlanacak müjdelenecek, sevinilecek şeyleri kaçırmamayı ve daha nicelerini... Hakkınızı helal edin. Ve lütfen Bu coğrafyanın kalbinde açmış çiçekler gibi hep öyle güzel olmaya, güzel kokmaya, güzel kalmaya devam edin.
Selma Erarslan