HÜSEYİN ODABAŞI
Laubali sözlükte umursamaz, aldırışsız, ilgisiz demek. Laubalilik bu bakımdan pek çok emeği berbat eden kötü bir haslettir. Bu kötü haslet donanımı yüksek ve etkin fertlerde veya toplumlarda da olabilir. Olabilir fakat laubalilik rutubetini yemiş sosyal bünyeler bundan dolayı bir türlü gerçek kurtuluşa ve bahar günlerine ulaşamazlar.
Bu tür topluluklarda yaşayan fertlerin resmini yapmak gerekirse riskler umursanmaz. Bundan dolayı da zamanla telafisi mümkün olmayan ihmaller oluşur. Arabasından meydana gelen arıza seslerine zamanında kulak verip de müdahale etmez laubali. Arıza büyüdükçe büyür derken motor iflas eder. Aynen bunu gibi halk, oy verip başına idareci yaptığı insanların rüşvet, adam kayırma gibi kulağa hoş gelmeyen seslerine lakayt kalır. “Olsun be” umursamazlığına düşer. “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” ile lakaytça teselli olur. Gelen veya büyüyen belayı göz yumarak veya başını kuma sokarak atlatma yolunu seçer. Ben görmesem belayı o da beni görmez diye düşünür. Fakat heyhat tek adam hırsız olur. Hırsız herkesin cebini hortumlamaya başlar. Derken bu laubalilik o umursamazlık o millete pahalıya mal olur. Yani fakirlik bir karabasan gibi şehirlerin üzerlerini örter, ovalardaki obalardaki canlılığı yok eder.
Diktatörlerin idaresi altındaki her toplum laubalidir, lakayttır. Zulme haksızlığa lakayttır. Yağan bela yağmurlarının kendi başına yağana dek felaket yaşayanların ne sesini duyar ne de feryatlarını işitir. Bir gün felaket yağmurları kendi başına yağdıranlardan yani zalimlerden hıncını almak ister fakat çok geç kalmış olur. Çünkü atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Gaflet ve laubalilik bir memeden beslenirler. Ve Allah gafiller topluluğuna hidayet etmez. Hemen her dönem darbe yapanların önüne koydukları sandıktan yüzde seksen zalimlere çıkan desteği gaflet ve laubaliliğin dışında hiçbir gerekçeyle izah etmemiz mümkün değildir.
Tercihlerimizin neye mal olacağını önemsememek. Anadolu insanının bugün yaşadığı felaketin bir cümlede izahıdır bu. Çare çözüm ise ciddiyettir. 90’lı yıllarındaki vaazlarından birinde Hocaefendi’nin kürsülerden var gücüyle haykırdığı, “el emrü ciddün” sözünü unutmam mümkün değildir. İş çok ciddi şakaya gelir tarafı yok demektir. Hz. Ömer (a.s) hilafet makamı için tavsiye edilen birini şakasının fazla olmasını gerekçe göstererek uygun bulmadı.
Müslüman laubaliliğin ilerlemiş hali olan malayaniyi de terk eder. Bunun için de içte ihsan olmalı ki dışta itkan olsun. İtkan özene bezene ciddiyetle iş yapmak demektir. Ciddi olmayan insanlar yıldız görünme sevdasında bir ateş böceğidir. Karakter gizlenemez ancak temrin ve sıkı kontrolle bu seviyeyi yakalamak mümkündür. Ciddi olursak “olma” “görünmenin” önüne geçebilir. Bu bakımdan ihsan sırrına ancak laubaliliği terk ederek ulaşabiliriz. Min husnil islamul mer’u terkuhu mala yani. “Malayaniyi terk etmek İslam'ın güzelliklerindendir.”( Tirmizi, Züht, 11)
Her iş Allah ve Resulüne(sav) teftişine arz ediliyor gibi yapılırsa itkan olur, ciddiyet olur. Ciddiyet, laubalilik ve malayani ile aynı anda beraber bulunmaz. “İnsan daima yüce ve yüksek meselelerle meşgul olmalı uğraştığı her mesel ya doğrudan doğruya ya da dolaysıyla hem kendine hem ailesine hem de cemiyetine faydalı olmalıdır. Bir cihetle ciddi insan olmanın tarifi de budur...”(Sonsuz Nur 1. Cild, 304)
Hilafetin kaldırılmasına Diyanet Reisi sıfatı ile mührünü imzasını “öylesine şey ettirerek” bastığını ifade eden Rıfat Börekçi tam bir laubalilik örneğidir. Sonunu düşünmeden attığımız her adım laubaliliktir. Nem almış kibrit nasıl yanmazsa laubalilik ruhuna işlemiş olan insanlarda hak ve hakikat, tam olarak tesirini etkisini gösteremez. Hak din İslamiyet karşısında müşriklerin ve münafıkların alaycılıklarına bir de bu gözle bakmak gerekir. Peygamberle (SAS) alay ederler, kitapla alay ederler, hakkını isteyenle alay ederler. Bu istihza gönüllerde hak şeminin yanmasına engel oldu: “İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik.” derler. Şeytanlarıyla baş başa kalınca ise: “Biz sizinle beraberiz, ancak biz (iman edenleri) alaya almaktayız.” derler.” (2/Bakara 14) Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını duyduğunuz zaman, başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber (aynı mecliste) oturmayın. (Nisa 140) “Onlara hangi resul gelmişse, mutlaka onunla alay ederlerdi.” (15/Hicr 11)
Bir insanın hayatında laubalilik direksiyon boşluğu gibidir. İstikameti bozar, zamanla yoldan çıkartır. Doğu şark klasiklerinde anlatılan hikâyede olduğu gibi ecel celladı ile karşı karşıya olduğunu söyleyen Tolstoy'un ölüm karşısındaki ciddiyeti ne kadar da etkileyicidir. Üstadımızın, “her gün başımı kesseniz bu baş teslimi silah etmeyecektir” samimiyeti gönüllere direk tesir eden bir keramet gibidir. Necip Fazıl’a göre bu ülkede demokrasi, sosyalist, dinli dinsiz sorunundan daha ziyade samimiyet yani ciddiyet sorunu vardır. Dün ak dediğine bugün kara diyenlerde müthiş bir laubalilik, alay veya ciddiyet sorunu vardır.
Kendi koydukları yasalara ve kurallara kendileri uymayan laubali insanlar sırtımızda yük; bir milletin bahtını karartan ciddi bir afettir. Söz verdiği için üç gün pazarda arkadaşını bekleyen Peygamberimizdeki (SAS) bu ciddiyet tek başına bizleri kendine hayran bırakan bir davranış değil midir! Üstad, bize sadakat lazım der. Sadakat ciddiyet zemininin gülü çiçeğidir. İbn ı Haldun'a göre kabilelerin muvaffakiyeti sebat içinde ciddiyetle yılmadan yollarına devam etmelerine bağlıdır.
Michelangelo, San Lorenzo Bazilikasını yaparken haftalarca çıkarmadığı çizmesini çekip çıkarmak istediğinde derisi de çizmesiyle beraber yapışarak çıkar. İşte samimiyet ve işte ciddiyet... Haçlı zulmü karşısında vatanının toprağını kaybeden Selahattin; “Allah’ın evi işgal altındayken benim bir evim olamaz” diyerek çadırda kalmayı tercih etti. Ve Onu Allah düşmanları karşısında muvaffak etti. I. Murat Hüdavendigar Sırp zulmüne karşı binlerce kilometrelik yolu at sırtında geldi. Ve düşmanıyla karışılacağı günün akşamında ciddiyet sadakat ve samimiyetin nirvanasına ererek Rabbine şöyle yalvardı: “Allah’ım askerimi muzaffer, beni de şehit eyle.”
Hocaefendi'nin Mesuliyet Duygusu vaazının, ruhi hastalıklarımıza karşı bir ilaç olduğunu unutmamak gerekir. İmamı Azam’a aşırı bal yiyen bir çocuğa nasihat etmesini istediler. 40 gün bal yemeyi kesmeden koca imam, böyle bir nasihati yapmak istemez. Osmanlı’nın nam salmış muhteşem Süleyman'ı bir dostuna name ile “bu devlet bu millet ne zaman zeval (son) bulur” diye sordu. “Neme lazım” dedi hünkarım. Bir toplumda nemelazımcılık ve lakaytlık arttıkça o toplum ölmeye adım adım yaklaşıyor demektir. Ciddiyet Müslümanların dertleriyle ihmale getirmeden ilgilenmektir.