Gazete Duvar'dan Serkan Alan'a konuşan AKP'li Çelik, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş amacıyla kurulan 6'lı muhalefet masasına işaret ederek, "Otoriterleşme zıtları birleştirir. Birbiriyle bir araya gelmesi mümkün olmayanları otoriterleşme bir araya getirir. Şimdi, Sayın Ali Babacan, Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Temel Karamollaoğlu, Sayın Gültekin Uysal ve Sayın Meral Akşener. Beş isim sayıyorum. İnançları, dünya görüşleri, hayatlarını tanzim etme biçimleri bakımından AK Parti’ye mi daha yakın CHP’ye mi? AK Parti’ye ama CHP’yle ittifak kuruyorlar. AK Partililerin bunu oturup düşünmesi lazım. Şapkamızı önümüze alıp düşünmemiz lazım" diye konuştu.
'MİLLİ EĞİTİM BÜTÜN İKTİDARLAR DÖNEMİNDE ADETA ATEŞTEN GÖMLEKTİR'
Ben AK Parti iktidarının ikinci Milli Eğitim Bakanı’ydım. Benden önce 5,5 ay kadar Sayın Erkan Mumcu bu görevi yapmıştı. 59’uncu Hükümet kurulunca Millî Eğitim Bakanlığı’na getirildim. Benden sonra da altı arkadaş geldi. Dolayısıyla AK Parti döneminde sekiz Milli Eğitim Bakanı oldu. Maalesef bu durum Millî Eğitim Bakanlığı’nın kaderidir. Benden önce bakanlık yapan, seleflerim olarak kabul ettiğim 32 bakan bir yılı doldurmadan ayrılmıştı. Milli Eğitim bütün iktidarlar döneminde adeta ateşten gömlektir. Bütün tartışmaların odağındadır. Bütün toplumu ilgilendiren bir bakanlıktır. Böyle olunca herkesin Millî Eğitim Bakanlığı'yla ilgili söyleyecek sözü var. Bilse de bilmese de.
‘BENDEN SONRAKİ BAKAN ARKADAŞLAR YAPTIĞIMIZ KÖKLÜ REFORMLARIN ÇOĞUNLUĞUNA MÜDAHALE ETTİLER’
‘MİLLİ EĞİTİM’DE KURUMSAL HAFIZA KAYBI EN ÇOK DİNÇER DÖNEMİNDE YAPILDI’
Benden önce altı yıl boyunca Millî Eğitim Bakanlığı DSP’li bakanlar tarafından idare edilmişti. Ben geldiğim zaman Millî Eğitim Bakanlığı’nın tavrı, tarzı, eğitime bakış açıları tamamen farklı bir kadrosu vardı. Benim onlarla yola devam etmemem, üst düzeydekileri değiştirmemin tabi hakkım olduğunu düşünüyorum. Ancak benden sonra gelen arkadaşlarımın, sanki iktidar değişmiş gibi tepeden tırnağa yeniden değişikliğe gitmeleri Millî Eğitim Bakanlığı’nda bir çeşit kurumsal hafıza kaybına yol açtı. En büyük kurumsal hafıza kaybı Sayın Ömer Dinçer zamanında yapıldı. Sayın Dinçer, Millî Eğitim Bakanlığı teşkilat kanununu değiştirdi. Daha doğrusu Meclis’ten alınan KHK yetkisine dayalı olarak Millî Eğitim Bakanlığı için bir teşkilat KHK’sı hazırlandı. Millî Eğitim Bakanlığı’nda ne kadar üst düzey yönetici varsa, bakanlığın kurumsal hafızası diyebileceğimiz ne kadar tecrübeli eğitim yöneticisi varsa hepsi havuza atıldı.
'BU İNSANLAR BANKAMATİK MEMURU’
'TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ALANI YAZBOZ TAHTASINA DÖNÜŞTÜ’
Bu kadar bakan değişikliğinin eğitim politikalarını olumsuz etkilediğini düşünüyorsunuz.
Kesinlikle.
‘ANAYASA MAHKEMESİ EN MİLİTAN DÖNEMİNDEYDİ’
Adından başlayayım. Üç-Beş Nöbeti, askerlikteki en zor nöbettir. Niye kitabımın adını böyle koydum? Ben Milli Eğitim Bakanı’yım Sayın Ahmet Necdet Sezer de Cumhurbaşkanı. Sayın Sezer, biz kanun çıkarırız bunu veto eder. Ben bir bürokrat kararnamesi gönderirim bunu iade eder. Bizim yaptığımız eğitimle ilgili her uygulamaya Sayın Sezer ana muhalefet gibi karşılık verirdi. Bu benim için bir problemdi. Anayasa Mahkemesi en militan dönemindeydi. Türkçesini söylüyorum bundan rahatsız da olabilirler. Anayasa Mahkemesi son derece ideolojik bir yaklaşım içerisindeydi. Yargıtay benim üst düzey bürokratlarımı içeriye atmak için pusuda bekliyordu. Danıştay beni çalıştırmamaya adeta yeminliydi. Yargı iktidara karşı bir sopa olarak kullanılıyordu.
‘BİZ YARGIYI MUHALİFLERİMİZE KARŞI SOPA OLARAK KULLANMAMALIYIZ’
‘BENİM DÖRT TEKERİME ON DÖRT FREN TAKILMAYA ÇALIŞILIYORDU’
‘HAYATIM BOYUNCA ZİLLETE DÜŞMEDİM’
‘TARİHE NOT DÜŞMEK İSTEDİM’
Söz uçar yazı kalır. Ben tarihe not düşmek istedim. Bu kitap bir otobiyografi değil. Hayat hikâyemi anlatan bir şey değil. Bakanlık dönemimde ülkemde olup bitenler, bir siyasetçi gözüyle, bir eğitim uzmanı, öğretim üyesi gözüyle ele alındı. Bu olup bitenlerde baş özne bendim elbette. Olabildiğince objektif kalmaya çalıştım. Birileri buna itiraz edecekse de, ben buraları resmi belgelerle doldurmak istemedim. Söylediğim iddiaların hepsinin resmî belgeleri de var bende.
‘TÜSİAD’IN BAZI EKONOMİK GELİŞMELERE İTİRAZ ETMESİNİ NORMAL BULUYORUM’
Bugün ekonomik zorluklar, ekonomi politikaları fakir fukarayı da ilgilendirir fakat iş dünyasını daha fazla etkiler. TÜSİAD üyesi dediğimiz insanlar büyük yatırımları, sermayeleri olan insanlardır. Hükümet politikaları eğer onları sıkıntıya sokacak türdense onlar da zaman zaman hükümete tepkiler gösteriyorlar. Onların demokratik tartışma çerçevesindeki tepkilerini hiçbir zaman yargılamam. Askerin yanında saf alarak, meşru hükümetin devrilmesi için üzerine düşeni yapmak başka bir şeydir, ama mevcut hükümetin beğenmediğiniz uygulamalarına karşı usul ve erkan dahilinde itirazlarınızı dile getirmeniz başka bir şeydir. Bu çerçevede TÜSİAD’ın bazı ekonomik gelişmelere itiraz etmesini normal buluyorum. Bunu yadırgamıyorum. Buna tepki gösterilmesini yadırgıyorum. O günkü ile bugünkü çok farklıydı.
‘CUMHURİYET DÖNEMİ BOYUNCA DEVLETİMİZİN KÜRTLERE UYGULADIĞI POLİTİKALAR GAYRİ İNSANİ’
Bugünü eğer geçmişle mukayese ederseniz bir hayli mesafe kat edildiğini ifade etmek lazım. AK Parti hükümetlerinin bu konuda hakkını yememek lazım. Kürtler ve Kürtçe ile ilgili AK Parti birçok olumlu adım attı. Birçok demokratik gelişme sağladı. Cumhuriyet dönemi boyunca oldum olası bizim devletimizin Kürtlere uyguladığı politikaları gayri insanı buluyorum. Bu politikaları üç kelimeyle ifade ederseniz, inkâr, asimilasyon ve yeri geldiği zaman imhadır. Takrir-i Sükûn Kanunu'ndan sonra, ondan önce TBMM’de Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, her konuşmasında bütün etnik unsurları sayarken onların başında Kürtleri de sayıyor. Kürtler Millî Mücadele'ye olması gerektiği gibi destek veriyorlar. Birinci Dünya Savaşı’nda herkes yoluna giderken Kürtler Türklerle, devletle birlikte kalıyorlar. Millî Mücadele bitip yeni devlet kurulunca Takrir-i Sükûn Kanunu’na kadar anormallik görülmüyor. Bu kanunla bizim devletimizin mantığı şu: Herkes Türk olacak. Herkes Müslüman olacak. Herkes Sünni olacak, herkes Hanefi olacak ama herkes Alevi gibi yaşayacak. Alevilerin dini algılaması, yaşama biçimleri farklı biliyorsunuz. Bizim devletin kurgusu budur. Dolayısıyla "Herkes Türk olacak, Kürt diye bir şey yoktur" dönemi başladı. 12 Eylül Darbesi’nden sonra Kenan Evren Paşa bunları dillendirdi. "Kürt yoktur, Kürdün dili de yoktur, örfü adeti de yoktur" dedi. Bir insanın karşısına geçip "Sen yoksun" deyince "Ben varım" diyecektir.
‘BÜTÜN FARKLI KÜLTÜRLERİ İMHA EDEN BİR ANLAYIŞ VAR’
ÇÖZÜM SÜRECİ: MASAYI MAALESEF PARAMPARÇA ETTİLER
‘MHP GELİP İŞİN İÇİNE GİRDİ, DURUM ORTADA’
Aksine. Benim bakanlığım döneminde de parti sözcüsü olduğum dönemde de Sayın Bahçeli her toplantıda AK Parti’ye, AK Partililere ve Sayın Cumhurbaşkanına ağız dolusu hakaretler ediyordu. Bir ara Sayın Bahçeli dozu o kadar artırdı ki, ben ona genel merkezde yaptığım bir toplantıda karşılık verirken şunu söyledim. "Eğer saygı görmek istiyorsanız saygılı davranacaksınız. Ben bugün kullanacağım bütün kelime ve cümleleri Sayın Bahçeli’den ödünç alarak kullanıyorum" dedim. Onun hakaretlerine karşılık vermem gerekiyordu, "O bunları çok seviyor" dedim. Sayın Erdoğan’ın, AK Parti’nin MHP’ye yönelik tutumu belliydi. Ama sonra tabii MHP gelip işin içine girdi. Durum ortada.
ÖĞRENCİ ANDI
And meselesiyle ilgili Alanya’da, Bodrum’da yaşayan Almanlar, İngilizler var. Bana mektuplar yazdılar. “Biz sizin ülkenizde yaşıyoruz, Türk değiliz, çocuklarımız, torunlarımız sizin okullarınıza gidiyor. Her sabah bunlara and içeriyorsunuz, bu doğru mu” diye sordular. Daha sonra Milli Eğitim Bakanı olan Sayın Ziya Selçuk benim Talim Terbiye Kurulu Başkanımdı. Çağırdım, “Bu ne saçma bir şey. Biz elin çocuğuna her sabah yalan söyletmek zorunda mıyız” dedim. Bir Alman çocuğu “Türküm” diye başladığında bu yalan mı, yalan. Bir de arkasından “Doğruyum” diyor. Birincisi yalan olunca, ikincisi otomatikman yalan.
‘YARGI ŞARTLARA GÖRE, İKTİDARLARA GÖRE KARAR VERMEMELİ’
Yargının dönemsel karar vermesi çok doğru değil. Biz iktidardık ama yargı başka telden çalıyordu. Şu anda durum farklı. Yargı, şartlara göre, kişilere göre, iktidarlara göre karar vermemeli. Hukukun temel mantığı neyi gerektiriyorsa ona göre karar vermeli. Yarın diyelim ki yargı üzerinde etkinliği olan başka bir iktidar gelirse yargı onlara göre mi hareket edecek? İşte bizim yargımızın büyük problemidir bu. O gün başka bugün başka karar, doğru değil.
‘GÖRDÜĞÜM EKSİKLİKLERİ SÖYLEDİM’
Ben Fatih projesinin bir cinnet olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı’na anlattım. Nabi Bey (Avcı) o zaman Milli Eğitim Bakanıydı, çağırdı. “Bak Hüseyin Bey böyle diyor” dedi. Nabi Bey, “Ben de aynı görüşteyim” dedi. Bunun üzerine “Peki sen neden Milli Eğitim Bakanı olarak bunu söylemedin” sorusu üzerine Nabi Bey de, “Bakan arkadaşlarımın icraatlarını kötüleyen bir duruma düşmek istemedim. Devr-i sabık oluşturan bir Bakan olmak istemedim” dedi. Sonraki dönemlerde Sayın Ziya Selçuk’la görüştüm. Kendisi bu projeye karşı olduğunu, göreve gelmeden önce Sayın Cumhurbaşkanı’yla bir görüşme yaptıklarını, Fatih projesini kesinlikle uygulamayacağını Sayın Cumhurbaşkanına arz ettiğini söyledi. Ben Millî Eğitim Bakanlığı’ndan 1 Mayıs 2009’da ayrıldım. Kısa bir aradan sonra altı yıl Parti Sözcüsü’ydüm ve Sayın Cumhurbaşkanına o dönem en yakın olan, çok rahat görüşme fırsatı olan birisiydim. Gördüğüm eksiklikleri, aksaklıkları tabii ki her vesileyle söyledim. Onların kaçı yerine geldi, gelmedi kamuoyu karar verecek.
‘KOMPLO TEORİLERİNE İTİBAR ETMEYEN BİRİSİYİM’
Gezi olayları başlangıçta çok masumaneydi. Ben öyle arkasında büyük komplo teorileri arayan birisi değilim. Ayrıca komplo teorilerine de itibar etmeyen birisiyim. Sonra hareket büyüyünce, malum kurt puslu havalarda avlanır, Türkiye’de ne kadar illegal örgüt varsa bunlar gelip işin içine girdiler. Atatürk Kültür Merkezi’ni illegal örgütlerin sloganlarıyla doldurdular. Herkes kendi açısından bu işten nemalanmaya çalıştı.
‘DIŞ GÜÇLER BUGÜN İCAT EDİLMEDİ’