Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Huneyn Savaşı ve...
Cenab-ı Hak, Huneyn Savaşı'nda Müslümanlara ettiği nimetleri anlatmadan önce dikkat çekici bir ikazda bulunuyor: “De ki, ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesâda uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde, Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidayet etmez, umduklarına eriştirmez.” (Tövbe Suresi, 9/24) (Bu hususta, Ebu’s-Suûd Efendi, “Bu âyette öyle bir tehdit vardır ki, Allah’ın lütfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.” diyor.)
“Şu kesindir ki, Allah size bir çok savaş yerlerinde yardım etti. Huneyn günü de… O gün ki, sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti. Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız. Sonra Allah, Resûlünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı. İşte kâfirlerin cezası budur!” (9/25-26) (…) “Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise, nurunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. Kâfirler isterse hoşlanmasınlar! O’dur ki, Resûlünü, bütün dinlere üstün kılmak için hidayetle ve HAK DİNİ ile gönderdi. Müşrikler isterse hoşlanmasınlar.” (9/32-33)
Bedir’de, Hendek’te çok az sayı ve imkanlarla ama Cenab-ı Hakkın inayetiyle zaferler kazanılmış nihayet vahyin başlangıç merkezi Mekke fethiyle bütün bunlar zaferle taçlanmıştı. Huneyn Savaşına çıkarken, artık sayı ve nisbetlere göre çok iyi bir durum görünüyordu. Onun için bazılarında “Artık bu koca ordunun karşısında kimse duramaz!” gibi bir kuruntu oluşmuştu. Maalesef İlahî desteğin yani inayet-i İlâhiyenin zaferlerdeki büyük payı unutulmuştu. Onun için Âyette geçen ‘(Huneyn) günündeki sayıca çokluğunuz sizi aldatmış; böbürlenmişti.’ ifadesinde, büyük bir gerçek ve ikâz bulunmaktadır. Bakara Suresinde “Nice küçük topluluklar vardır ki, ‘Allah’ın izniyle’ büyük cemaatlere galip gelmiştir.” (2/249) ifadesi, “Allah’ın izniyle” şartını öne çıkarıyor. Yani “Kendi çokluğumuzla, kendi gücümüzle, kendi stratejimizle, kendi cesaretimizle” gibi gerekçeyle değil, sadece Allah’ın izniyle ve inayetiyle… Bu gerçek unutulduğu takdirde Allah’ın inayeti kesilir ve tabiî O’nun izni de olmayınca hiçbir zafer ve galibiyet elde edilemez. Bu husus, her zaman geçerli olduğu gibi günümüzde de elbette geçerlidir. Bu süreçte başımıza gelenleri bu âyetin nuru ile bakabilirsek pek çok hikmet ve ibretleri görebiliriz.
Âyet (Tevbe Suresi, 9/25) çokluğun ve böbürlenmenin fayda vermediğini ifade ettikten sonra “Olanca genişliğine rağmen, dünya başımıza dar gelmişti.” diyor. Bununla da yetinmiyor ve ilave ediyor: “Sonra da bozguna uğrayarak, düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız.” Âyetin bu ifadeleri yaşandı ama Efendimiz (S.A.S.) tek başına düşmanın üzerine yürüdü! Merkezi canlı tuttu. Önce kendisi DİK DURDU… Hak yolunda dik duranı Cenab-ı Hak yalnız bırakmaz… 26. Âyette yani hemen yukarıda geçen ifadelerin devamında “Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekineti, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de. Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı.” buyurulmaktadır ki, çok önemlidir.
Dikkat edilirse, müminlere insanlık hasebiyle yaptıkları hatâ ve kusurları gösterilip şiddetli bir uyarma yapıldıktan sonra yine rahmetle sarıp sarmalamanın gerçekleştiği de gösteriliyor. Yani hata yaptınız öyleyse yok olun, def olun gidin, der gibi bir ceza kesilmiyor. Ama burada önemli olan Merkezi tutan Efendimizin (S.A.S.) DİK DURUŞ TAVRI’dır…
Günümüze gelecek olursak benzer şeyler görürüz. En yakınların ifadesiyle, 16 Temmuz 2016’ta yanına gidenler diyorlar ki, “Dört beş gün önce Hocaefendi, abdest alırken kaymış, sol elinin baş parmağı tutunduğu demiri eğmiş olduğundan kan oturmuş, düşerken mermere gelecek yüzünü ve başını korumak için yere koyduğu ellerinin parmakları dirseğine kadar şişmiş ve günlerce acı ile kıvranmıştı. Konuşmuyordu. Fakat 15 Temmuz'dan bir gün sonra yanına girdiğimizde sanki hiçbir olmamış gibiydi. Dedi ki: ‘Bu elimdeki rahatsızlık sürpriz şekilde başıma geldi. Ama bugün bir sekine indi sanki! Bakın aynı şişlikler ve morluklar duruyor ama hiç acı-sancı hissetmiyorum; sürpriz şekilde yok oldular. Ümit ediyorum ki, başımıza sarmak istedikleri bu ihanet ve musibetler de inşaallah sürpriz şekilde def’ ve ref’ olup giderler.”
İnşaallah aynen dediği gibi olur, Cenab-ı Hak bizleri rahmet ve şefkati ile sarıp sarmalar da daha önceleri de kurtardığı gibi bu son tuzak ve musibetlerden de halâs eyler…