Adalet Bakanlığı bir ay kadar önce “günlü-ivedi” notlu resmi bir yazıyla Cumhuriyet Başsavcılıklarına, duruşma zabıtlarının kendilerine gönderilmesi emrini verdi.
Bu, oldukça vahim bir durumu işaret eden yazı bir genelgeye atıf yapan bilgi talebi yazısı ve altında da Bakan adına Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü Aytekin Sakarya'nın imzası var. Yazının konusu olan bilgi talebi Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 5/1 nolu genelgesine dayandırılıyor ve bu kapsamda belli suç tipleri ile ilgili bilgiler isteniyor.
Bakanlığın 5/1 nolu genelgesi ve Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderdiği yazısından, örgütlü suçlar ile alakalı soruşturma ve kovuşturma dosyalarının tüm detayları ayrıntılı ve güncel olarak istenmektedir. İstenen bilgilerin niteliği ve fazlalığı göz önüne alındığında 5/1 nolu genelgenin amacı olarak belirtilen "Suç ve adalet politikasını oluşturmak, mevzuat yetersizliğine ve aksaklığına ilişkin inceleme ve araştırmaları yapmak, örgütlü suçlara ilişkin işlemleri takip etmek" hususunu fazlaca aştığı, soruşturma ve kovuşturmaların her aşamasının takip edilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Özellikle kovuşturma aşamasındaki davalarla ilgili gerekçeli karar ve genel safahatla yetinilmeyip duruşma tutanaklarına varıncaya kadar, tutuklama ve tahliye müzekkerelerinin bile ivedi olarak istenmesindeki amaç örgütlü suçlar ile ilgili davaların tüm aşamalarını takip ve kontrol etmektir. Her ne kadar başlık örgütlü suçlar ve devlete karşı işlenen suçlar dense de malum cadı avı davalarından bahsedildiği, diğer davalarla ilgilenilmediği çok açıktır.
Bakanlığın bu tür davaları yakından takip etmesindeki amaç nedir?
Birçok hukuksuz uygulama ve bu uygulamalara karşı hukuk çerçevesinde davranmaya çalışanların hukuksuzca muamelelere ve cezalara maruz kaldığı bu dönemde, artık siyası dava oldukları açık olan malum davalarda siyasi iradenin istekleri dışında herhangi bir karar verilmesinin önüne geçilmek istenmektedir. Her şeye rağmen "hukuk bunu gerektirir" demek suretiyle dosyaya göre karar veren yargı mensupları olursa onlara yargının en kutsal görevinin gelen talimatları uygulamak olduğunu(!), talimata uygun olduğu durumlarda özgürce hukuk çerçevesinde karar verebileceklerini hatırlatmak, bunu da sözlü uyarı olarak değil açığa almak veya meslekten ihraç gibi en ağır cezalarla yapmaktır.
Bunun en önemli örneğini…
Nisan 2017 tarihinde gördük. Kovuşturma aşamasında savunmaları alınan 21 gazeteci İstanbul 25. Ağır ceza mahkemesi tarafından tahliye edildikten hemen sonra, tahliye talebinde bulunan duruşma savcısı ve tahliye kararı veren Ağır ceza heyeti üyesi üç hakim derhal HSYK tarafından açığa alındı. Kamuoyundaki tepkilerin ardından HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz "yapılan tahliyelerin maksatlı olduğu, hukuka uymadığı, gerçekle bağdaşmadığı konusunda iddialar olduğunu, bu nedenle müfettişler tarafından araştırılıp rapor düzenlenmesi için soruşturma başlatılıp açığa alındıkları" şeklinde talihsiz bir açıklama yapmak durumunda kaldı.
Oysa ki söylendiği gibi dosya içeriğine göre değil de keyfi ve farklı saiklerle tahliye kararı verilmiş olduğu saatler içerisinde nasıl anlaşılmış, objektif değerlendirmeyi kim yapmıştı. Bizim hukuk sistemimizde tutuksuz yargılama esas olduğu halde ara karar olan tahliye kararı nedeniyle en ağır ceza ile yargı mensuplarının görevden el çektirilmesi hangi hukuka sığardı. Ayrıca karar söylendiği hukuksuz ve farklı saiklerle verilmiş bile olsa kovuşturma evresinin her aşamasında tekrar tutuklama kararı verilebilirdi. Ancak tahliyeden bir kaç saat sonra henüz işlemler tamamlanıp sanıklar cezaevinden çıkmadan önce İstanbul C. Başsavcılığı "işlendiği iddia edilip soruşturma başlatılan suçun varlığını o anda öğrenmiş gibi" sanıklar hakkında yeni bir örgüt soruşturması başlatıp hepsini gözaltına aldırdı ve birkaç gün sonra da bir sanık hariç tüm sanıklar yeni suçtan tekrar tutuklanarak ceza evine konuldular.
Hukukun ABC'sini az çok bilen herkes, burdaki amacın hukuk oladığı, ne olursa olsun sanıkların cezaevinde kalmaları için uğraşıldığını, bunun için hukukun olaya özgülendiğini görür ve bilir.
Yakın zamanda yaşanan vahim örnekten de anlaşıldığı üzere yargı mensuplarının özgürce ve hukuk çerçevesinde karar verme imkanı kalmamış olmasına rağmen her şeyi göze alıp dosya içeriğine göre karar verenler çıkmaması için bakanlığın bu yazısı savcılıklara gönderilmiş, yazının gönderilmesinden bir kaç gün sonrada ilk müdahale yapılarak 4 yargı mensubu verdikleri tahliye kararı nedeniyle açığa alınmıştır. Bakanlık yazısını görmeyen veya dikkate almayan hakim savcılar ilk uygulaması olan bu olayı gördükten sonra artık karar verirken aynı muameleleri göze almadan gelen talimatlar dışında karar veremeyeceklerdir.
Bakanlıktan gönderilen bu yazı ile hakim savcılara, her hareketiniz kontrol ediliyor, her kararınız inceleniyor mesajı verilmekte ve bağımsızlıkları ellerinden alınmaktadır. Oysa ki mahkemelerin kararlarını ve esasa ilişkin işlemlerini üst mahkeme dışında hiç bir kurum ve merci denetleyemez. Bu anayasada güvence altına alınmış ve bağımsız olmanın da yansımasıdır.
Artık hakim savcılar en küçük bir karar verirken bile siyasi irade tarafından kontrol edildiğini bildiği için o düşünce ve baskının vesayeti altında karar verebilecektir. Dosyaların esasını çok etkilemeyen ve usule ilişkin olan küçük ara kararlarda bile verirken bir gün sonra meslekten ihraç edilmeyi göze almadan sanık ve şüphelilerin lehine karar veremeyeceklerdir.
Bakanlık kaleme aldığı yazıda bu kadarla yetinmemiş, yazının sonuna "Başsavcılığınızca eklenmesi düşünülen, önemli görülen detaylar eklenebilir.” denmek suretiyle resmi belgelerde gözden kaçabilecek veya resmi tutanaklara yansımamış olan hususların ayrıca bilgi notu olarak bakanlığa gönderilmesi istenilmiş ve resmi bir fişlemenin yolu açılarak yargıya bir darbe daha vurulmuştur.
Samanyoluhaber.com / AMALİZ