MURAT ÇETİN
Bugün bayram… Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in sırlı imtihandan alnının akıyla çıktığı bir günün bayramı. İbrahimilerin (A.S), Hz. Yusufilerin (AS) ve Muhammedilerin (SAV) bayramı… Bu nedenle bugün siyaset yazmayacağım. 5 yıldır hücresinde Yusufi bir duruş sergileyen bir dostumun bana gönderdiği makaleye paylaşacağım sizlerle… Hz. Yakup sabrıyla Hz. Yusuf metanetiyle okumanız dileğiyle…
“Bu hücreye kapatılalı 5 yıl oldu. Ömrümde izlemediğim kadar çok televizyon izledim. Yanlış anlaşılmasın, belki akşamları iki saat. O da ilgimi çeken bir şey yakalayabilirsem. Ama özgür hayatımda neredeyse hiç televizyon izlemediğimden toplamda bu değerlendirmeyi yapabilirim. Hz. Yusuf burada izlediğim ve çok etkilendiğim bir dizi. Zaman zaman gözlerimin yaşlandığı, zaman zaman derin düşüncelere daldığım, neticede izlerken hayatı yaşadığım, keyif aldığım ender anları yaşattı bana.
Yusuf peygamberin kıssası örnek alınacak ibretlerle dolu. Bir babanın, bir annenin, bir kardeşin, bir bayanın, bir delikanlının ve nihayetinde hapishanede yaşayan bir insanın ayrı ayrı kendilerince alacakları ibretler var. Bu nedenle Kuran’da kıssaların en güzeli ifadesi kullanılmış. Bana göre bu ifade, günlük hayatımızda uygulamaya dökebileceğimiz çok sayıda örneklerin olduğu anlamına gelmektedir. Özetle, ebedi güzelliğin gerçek yüzünü görmüş bir gözün, geçici güzelliğin cilvelerine nasıl bir küçümseme ile baktığını anlatıyor.
Kıssa kısaca şöyle…
Hz. Yusuf on yaşı civarlarında annesini kaybetmiştir. Babası Hz. Yakup, annesi ölmüş küçük Yusuf’a diğer kardeşlerine oranla daha fazla şefkat göstermektedir. Hz. Yusuf, rüyasında on bir yıldızın, güneşin ve ayın önünde secde ettiklerini görür. Rüyasını babasına anlatır. Babası peygamberlik silsilesinin Yusuf ile devam edeceğini ve ileride O’nu parlak bir geleceğin beklediğini anlar.
Tüm bu konuşulanları Yusuf’un üvey annesi duyar. İki üvey anne, kendi çocuklarına sürekli Yusuf’tan daha güçlü, daha akıllı olduklarını ve babalarının Yusuf’u onlardan çok sevmesinin haksızlık olduğunu söyleyerek, on kardeşi ile Yusuf’un arasına nifak sokarlar. Annelerinin bu yaklaşımı, kardeşlerinin Yusuf’a karşı kin duymalarına yol açar. Bu haset veya çekememezlik küçük kardeşlerini kuyuya atacak ve orada ölüme terk edecek kadar akıllarını başlarından almış, sağlıklı düşünmelerine engel olmuştur. Zira kin, öfke, kıskançlık ve haset gibi duygular içerisinde olan hiçbir birey sağlıklı düşünemez ve sağlıklı kararlar alamaz.
Kardeşlerinin küçük Yusuf’ u kuyuya atmalarına sebep olan bu olumsuz duygular, insanın olduğu her yerde öylesine yaygındır ki… Dışarıdaki rütbelerin, makamların, mevkilerin, zenginliklerin bir öneminin kalmadığı, her türlü etiketlerden arınmış olarak yaşanılmak zorunda kalınan hapishane hücrelerinde bile…
İç dünyanız henüz berrakken, sakin ve düşünerek kararlarınızı verebilirsiniz. Neyi yapmanız, neyi yapmamanız gerektiğine dair düşünme eylemi henüz yolunda gider. Kalbinize kin, öfke. kıskançlık ve haset gibi duygular girdiği zaman ise artık en basit hataları bile, en basit yanlışları bile sorgulamadan yapabilirsiniz.
Hissettiğiniz kinin sizi boğmasından kaçmak için daha fazla öfke duymak, daha fazla haset etmek, daha fazla gıybet veya dedikodu yapmak, daha fazla iftira atmak zorunda olduğunuzu zanneder ama böyle yapmakla sadece bir anlık rahat bir nefes almaktan daha fazlasını elde edemezsiniz.
Üstelik nefsiniz böyle yaparak daha fazla kin ve öfke kusmayı arzu edince, aklınızın ve vicdanınızın karşı çıkışlarını bertaraf etmek ve nefsinizin talep ettiği şeye kavuşmak için, aklınıza ve vicdanınıza makulmuş gibi görünen gerekçeler de bulursunuz.
Hapishane hücresinde; bir insanın elinden makamı, mevkii, rütbeleri ya da parası alındığında, geriye bir şey kalmıyorsa, aslında o insanın hiçbir şeye sahip olmadığını gördüm. Herkesin kusurunu arayarak, onun bunun hakkında kötü düşünceler ileri süren kimsenin, aslında kendi içinin pis olduğunu, kendi iç pisliğinin dışına sızdığını gördüm.
Hapishane hücresinde bile, birbirimizin hatasını bulmaya harcadığımız emeği, birbirimizi düzeltmeye, anlamaya, kucaklamaya harcayacak kadar erdemimiz olmadığını gördüm. İnsanların aşamadığı demir kahverengi kapıları, uzun sarı duvarları dedikoduların rahatlıkla aşabildiğini gördüm.
Dedikodu veya gıybet; hasetçi, kıskanç ve kindar insanların en çok kullandığı silahtır. Aklını nefsinin emrine vermemiş ahlaklı insanlar bu pis silahı kullanmaya tenezzül etmez. Başkası hakkında onu kötüleyen konuşmalar yapıldığında konuşulan doğru ise zaten gıybettir, doğru değilse bu sefer iftiradır. Ve iftira da on kat daha çirkin bir günahtır.
Kıskançlık veya haset işte böyledir. Hasetçi insan, güzel erdemlere sahip olmak suretiyle kendini kanıtlamayı değil de, başkalarını çelmeleyerek, köstekleyerek ya da saf dışı bırakarak öne geçmeyi tercih eder. Zira birinci yol ona zor, ikincisi ise kolay görünür.
Haset çoğumuzun sandığının çok daha ötesinde bir tehlikedir. Nitekim Şeytan kâinatın ve her canlının yaradılış maksadını bilmesine, Allah’ı gözleriyle görmesine, O’nunla muhatap olabilmesine, Allah’ın emrini açık açık duymasına rağmen, topraktan yaratıldığı için kendisinden daha alt kademede olması gerektiğine inandığı insana secde etmemiştir. Böylelikle Allah’ın emrine karşı gelmiş ve ebedi olarak Cehennemde kalmayı seçmiştir. İlk haset eden, ilk kıskanan olmuş ve sonrasında da insanlar üzerindeki etkisini bu duygularla kolaylaştırmıştır. Biraz irdelendiğinde görülecektir ki; sonunda büyük pişmanlıklar yaşanılan olayların arkasında genellikle bu his vardır. Kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya attıklarında aslında kendilerini kuyuya attıklarının elbette farkında değillerdi. Yusuf peygamber çocuk yaşta ve nihayetinde insan olması nedeniyle karanlık kuyu içerisinde, üzüntülerin en derinini, çaresizliğin en beterini ve korkunun en şiddetlisini hissetti.
Kanımca, kıssanın bu kısmında, önemli olan Hz. Yusuf’un yaşadıklarından ziyade, peygamber evlatları olmalarına rağmen hasedin kör ettiği kardeşlerinin yaşadıklarıdır. Annesi çok erken yaşta vefat ettiği için küçük yaşlarda yetim kalan kardeşlerine babalarının daha fazla şefkat göstermesini anlayamayacak kadar insani duygulardan uzaklaşmışlardı. Onlar için tek erdem makam, mevki, güç ve kuvvetti.
On kardeşin Hz. Yusuf’u kıskanmalarının temelinde babalarının sevgisini elde etme dürtüsü ve Hz. Yakup’tan sonra peygamberlik ile onurlandırılma ümidi yatıyor gibi görünse de, hasetten kararan ve katılaşan taş yürekleri, onları peygamber babalarını delaletle suçlayacak noktaya ve küçük kardeşlerini kuyuya atacak kadar çılgınlık çizgisine sürükledi. Üstelik bu yaptıklarına pişman olmaları için Hz. Yusuf’un Mısır’a Aziz olması gerekti.
Bu olay şeytanın peygamber evlatlarını bile olumsuz duygulara, düşüncelere ve davranışlara sürükleyebildiğini, onların ihtiras ve haset damarlarını kabartabildiğini göstermektedir. Kıskanç, sevgisiz ve kibirli kardeşlerin kendilerini yalana, hileye ve azgınlığa kaptırışlarını simgelemektedir.
Sonunda yoldan geçen bir kervan küçük Yusuf’u buldu ve köle olarak satmak üzere Mısır’a götürdü. Köle pazarında Mısır Azizi, güzeller güzeli eşi Züleyha’ya hediye etmek için, güzeller güzelinden de güzel küçük Yusuf’u satın aldı. Böylelikle Hz. Yusuf’un Mısır Aziz’inin sarayındaki hayatı başlamış oldu.
Kardeşleri kuyuya atarak aslında O’nu zirvelere, Mısır’a Aziz olmaya yolcu ettiler. Yusuf’un kanlı gömleğini getirerek babalarına O’nu kurdun yediğini söylediler. Hz. Yakup bu masala inanmadı. Yusuf’unu çöldeki kurdun değil, kardeşlerinin içindeki haset kurdunun yediğini biliyordu.
Yıllar boyu hasretle ve sabırla Yusuf’una kavuşacağı günü bekledi. Yusuf’um Yusuf’um diye dertlendi. Üzüntüsünü içine gömdü, yalnızca Rabbine sığınarak, halini, çaresizliğini yalnızca O’na anlatarak derin bir sessizliğe büründü. Yusuf’unun kanlı gömleğini alıp kokladı ve sürekli ağladı. Sonunda gözlerine ak düştü. Derin sessizliğe bu kez, derin bir karanlık da eklendi. Ama açık olan kalp gözü sayesinde asla umutsuzluğa düşmedi ve bitmek, tükenmek bilmeyen bir sabrın en güzel örneğini gösterdi.
Hz. Yusuf Mısır Aziz’inin sarayında ki Mısır Azizi Firavun’dan sonra ülkede en yetkili kişidir, iyi bir eğitim aldı. Büyüdü ve delikanlılık çağına geldi. Gerek fiziki güzelliği, gerekse ahlaki güzelliği bakımından insanlık tarihinde eşine az rastlanılacak bir durumdaydı. İşte belki de bu yüzden çetin bir sınavdan geçmesi gerekiyordu. Delikanlılık çağını yaşayan bir genç için en zor imtihanlardan biri, belki de başarılması en güç olanı, cinsel arzu ve istekleri tahrik edilerek sınanmaktı.
Mısır Aziz’inin eşi, Mısır’ın en güzel kadını Hanımefendi Züleyha, genç Yusuf’u yanına çağırdı, bütün kapıları kilitledi. Güzelliğini, kadınlık hünerlerini, cazibesini gözlerinin önüne serdi ve O’nunla beraber olmak istedi. Hz. Yusuf’da insandı ve delikanlılık çağındaydı. Bu teklife evet dememesi için Allah korkusundan başka hiçbir engel yoktu. Böyle bir durumda, böyle bir teklife hayır demek gerçekten babayiğitlik isterdi, kararlılık isterdi. Böyle bir insandı Hz. Yusuf ve kendisine çok iyi bakan efendisi Mısır Aziz’ine karşı da nankörlük etmedi.
Züleyha, kelimenin tam anlamıyla hem suçlu hem de güçlü gibi davrandı. Hz. Yusuf kaçmak istediğinde, tutup kendisine çekmek isterken gömleğini arkadan yırttı. Tam o sırada kocası kapıda belirince, bu kez mağdur rolü oynayarak, Hz. Yusuf’un kendisine ahlaksız teklifte bulunduğunu iddia etti.
Neticede, Hz. Yusuf’un gömleği arkadan yırtıldığı için saldıranın Züleyha olduğu anlaşıldı ve O’nu zinaya zorladığı ortaya çıktı. Ama gerek bu olayın yayılıp, Mısır Azizi’nin itibarının daha fazla zedelenmemesi, gerekse Züleyha’nın beklentisinin devam etmesi ve Hz. Yusuf’un bu beklentiyi karşılamaması gibi nedenlerle çare O’nu zindana atmakta bulundu.
Dizide anlatıldığı şekliyle Hanımefendi Züleyha’nın Hz. Yusuf’a olan sevgisi nefsani arzunun çok daha ötesindeydi. Züleyha bir zevk düşkünü değil, koskoca bir âşıktı. Aşkı yürektendi, gerçekti. Züleyha, Hz. Yusuf’un iffetine, ahlakına, günahsızlığına öyle hayran kaldı ki, yıllarca diz çöküp kendi günahına ağladı. Züleyha’nın aşkı nihayet onu olgunlaştıran, kemale erdiren içsel bir yolculuğa dönüştü. Nitekim devamındaki uzun yıllar gözü sahip olduğu zenginliği ve ihtişamı görmedi. Yusuf, Yusuf diye yaşadı ve her şeyini kaybetti.
Avluda, yukarıdaki paragrafı yazarken, hafiften yağmur çiselemeye başladı. Gittikçe büyüyüp irileşen, hızlanan damlalardan defterimi, sandalye ve masamı hızla kaçırdım ama ben kaçacağıma onlara sığındım. Sık sık yaptığım gibi…
Ruha ve bedene bulaşmış kirleri en iyi arıtan şeyin gözyaşı ve yağmur damlası olduğuna inanırım. İyiden iyiye ıslanmıştım ama umurumda bile değildi. Saçlarıma süzülen sulara aldırmadan, ağır adımlarla bir saat yürüdüm. Kıssanın bu kısmından çıkarabileceğim dersleri ve ibretleri düşününce aklıma ilk gelenler şunlardı; Aşk, sevgi gibi kulağa hoş gelen bir duygu dahi, meşru zemin üzerine bina edilmiyorsa, hoş veya masum olmayıp çirkinliğin ta kendisi olur.
Züleyha’nın Hz. Yusuf’a olan sevgisi çok büyüktü ama O’nun Allah’a olan sevdası, Züleyha’nın kendisine olan sevdasından çok daha ötelerdeydi. Eğer öyle olmasaydı, Züleyha’nın defalarca baştan çıkarma çabaları karşısında nefsine hâkim olamazdı.
Hz. Yusuf için zindan, Züleyha’nın ve diğer Mısırlı kadınların şerrinden sığınabileceği emin bir limandı. Belki de, kendisinden önce zindanın karanlığında yaşayan insanlara ışık gerekiyordu. Çünkü zindanda kaldığı uzun zaman zarfında, örnek ahlakıyla, fedakârlığı, bilgisi ve irfanı ile zindan arkadaşlarını çok etkiledi. Hapishaneye, adeta bir eğitim merkezine dönüştürdü. Onlar için ışık oldu. Hz. Yusuf zindana girdikten sonra dışarısı karanlık, zindan aydınlık hale geldi.
Hapishanede yedi sene kaldı. Ta ki, Mısır Firavun’u bir gece rüya görüp de, ertesi sabah bunu yorumlayacak bilge bir zat arayana kadar. Hz. Yusuf’un, Firavun’un rüyasını doğru yorumlamasıyla başlayan süreç, Firavun’un O’na kesin bir güven duyup danışman yapması ve nihayetinde ülkede her istediği icraatı gerçekleştirebileceği en üst makama ulaşması ile neticelendi. Köle olarak geldiği Mısır’a Aziz oldu.
Kardeşlerinin kendisini attığı ölüm kuyusundan kurtulan, Hanımefendi Züleyha’nın tuzağını alt eden Hz. Yusuf, yedi yıllık çileli zindan hayatından sonra Mısır’da en yetkili ve etkili makama geldi ama istikametini asla şaşırmadı, insanlığını yitirmedi, değişmedi ve dönüşmedi. Çünkü yaşadığı her zorluğa Rabbine güvenip dayandığını ve O’nun lütfuyla bugünlere geldiğini asla unutmadı.
Bir yıldır bir hapishane hücresinde yaşıyorum ve daha ne kadar yaşamaya devam edeceğimi bilmiyorum. Fakat başıma gelen ve gelecek musibetlere katlanmak zorunda olduğumu, çetin bir irade ve zorlu bir sabır sınavına tabi tutulduğumu biliyorum. Büsbütün çaresiz, büsbütün perişan kalsam da yine de sabretmem gerektiğinin farkındayım.
Hz. Yusuf’un eşsiz mücadelesinin kendi durumuma uyan aşamasını örnek almaya ve o aşamaya uygun olarak hücremi bir eğitim merkezi haline getirmeye çalışıyorum. Adaletsizliğe ve zulme karşı dik durduğum ve eğilmediğim takdirde, Allah’ın lütfu, ihsanı, yardımı ve desteği ile özgürlüğüme kavuşacağımı düşünüyorum.
Nasıl ki; ıstırap çeken, zorlu sınavlardan geçen Hz. Yusuf, ilim ve hikmetle olgunlaşmış, sabrı, iradesi, kararlılığı ile yetişmiş ve artık Mısır’ı yönetmeye hazır hale gelmişse, özgür kaldıktan sonra yaşayacağım hayata hazırlanmak için, burada zorlu tecrübeler yaşayarak olgunlaşmam gerektiğine ve burada bulunmamım bir nedeni olduğuna inanıyorum.
Kıssanın bundan sonraki kısmında Hz. Yusuf, yıllardır evlat hasretiyle yanıp tutuşan babası Hz. Yakup’u ve bütün kardeşlerini Mısır’a getirdi. Onlara Mısır’da verimli topraklar verdi. Böylece İsrailoğulları’nın Mısır serüveni başlamış oldu.
Kur’an’da da detaylı anlatılan bu kıssa, inancın, sevginin, sabrın ve umudun zaferi olarak okunmalıdır. Henüz okumayanlara veya diziyi izlemeyenlere şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü bu kıssa da, hayatlarımızın her aşamasında karşılaşabileceğimiz zorlukları aşmada önemli ipuçları, örnek tutum ve davranışlar, bugünün ve geleceğin inanan insanları için sayısız dersler ve ibretler var.
Hayatıma örnek teşkil etmesi bakımından aldığım derslerden cümlelere dökmeye muktedir olduklarım şunlardır: Hz. Yusuf (a.s) için anne babasından hiç ayrılmadan doğduğu mahalle de büyüdü, rahat ve her türlü imkana sahip bir çocukluk geçirdi, sıkıntısız, dertsiz bir şekilde dünyadan göçüp gitti denilebilir mi? Elbette hayır. Kuyuya atılan, köle olarak satılan, nefsin en zayıf yerinden sınanan, iftiraya maruz kalan ve nihayet sonunda hapse konulan o değil miydi?
Üstelik sadece Hz. Yusuf (a.s) da değil, başka peygamberlerin de hayat sayfalarına göz atıldığında, hemen hemen hepsinde zorlu sınavlardan geçme durumu görülebilir. Hz. Adem (a.s) yasak elmadan yedi, cennetten kovuldu, oğlu Kabil diğer oğlu Habil’i öldürdü ve yıllarca hüznü yaşadı. Hz. İbrahim (a.s) mancınıkla ateşe atıldı. Hz. Eyyup (a.s) hastalıkların en ağırını gördü, bedenini kurtlar kemirdi. Hz. Yunus (a.s), balığın karnını kendisine yurt edindi. Hz. Musa (a.s) doğar doğmaz sepetle nehre atıldı. Hz. Zekerriya (a.s) başını testere kestiği halde ses çıkarmadı. Hz. Yahya (a.s)’ın başı topluluk önünde kesildi. Hz. İsa (a.s) Yahudilerden kaçtı, çarmığa gerildi. Peygamberlerin en büyüğü, Efendimiz (s.a.v) daha doğmadan babasını, doğduktan sonra annesini, müteakiben dedesini, ardından amcasını, biraz feraha kavuşunca eşi Hz. Hatice’ üyi kaybetti. Çocuklarını kendi elleri ile toprağa emanet etti. Savaştı, yaralandı. Kendisine mecnun, şair denildi, başına taşlar atıldı, şehrinden çıkarıldı. Kafirlerden ne cefalar gördü!
Bugün de adaletsizliğin ve zulmün egemen olduğu bir dönemde, hapislere atılan, türlü iftiralara maruz kalan, terörist damgası yiyen kader kurbanı, güzel gönüllü insanlar, yalnızca Rabbine inanıp güvenmeli ve Allah’ın yardım elinin bir gün mutlaka kendilerine ulaşacağının bilincinde olmalıdır. Özgür yaşantılarında edepleriyle, iffetleriyle, namuslarıyla nezih bir hayat yaşamak için direnen insanlar, gerektiğinde zindanı rezilliğe tercih edecek bir Yusufi duruş sergileyebilmelidir.
Hz. Yusuf yıllar süren sabrının mükâfatını bu dünyada iken gördü ve Mısır Azizi oldu. Ahiret mükâfatı ise, elbette bu dünya makamıyla asla kıyaslanamaz. Zorlu imtihanlarla dolu bir ömür geçiren herkesin bu dünyada mükâfatlandırılması gerekmiyor. Dolayısıyla, Hz. Yusuf’un bu dünyada ulaştığı makam ve mevkilerden ziyade, ahirette ulaştığı mükafatlar hedeflenmelidir.
Allah zulme uğramak suretiyle mağdur edilen erdemli, dürüst, namuslu kullarına mutlaka yardım eder. Onların sabır ve sebatlarını karşılıksız bırakmaz. Karşılığını bazen bu dünyada verir, bazen ahirete bırakır. Yüce Allah, sevdiği kullarını en dar yollardan, en sıkı imtihanlardan geçirir. Sevdiklerine en ağır yükleri yükleyip taşıtır. Onların arasından yaşadığı onca acıya rağmen, istikametini şaşırmayan, samimiyetinden, ihlasından bir şey kaybetmeyen, sabreden ve şükredenleri de katında ayrıcalıklı olanlar arasına koyar. Düşünün o zaman dışarısı mı zindan yoksa içerisi mi? Dışarıda mı zindan, yoksa içimizde mi?