Safvet Senih | samanyoluhaber.com
Yunus Sûresinin 38. âyetinde şöyle buyuruluyor:
"Yoksa O'nu Peygamber kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? De ki, öyle ise eğer iddianızda doğru söyleyenlerden iseniz, siz de ona benzer bir sûre meydana getirin. Bu hususta Allah'tan başka gücünüzün yettiği, güvendiğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın".
Tarihen sâbittir ki, Kur'ân'ın bu meydan okuyuşu cevapsız kalmıştır, kalacaktır da. Aslında artık "GEÇTİ ZAMAN-I İMTİHANI..."
Kur'ân'ın bu meselede yüzü aktır. Evet Kur'ân, o gün bu gündür üslub üstünlüğü ile her devrin edebî dehalarını ezip geçerek cevap veremez halde bırakmıştır. Çünkü bu meydan okuma bütün haşmetiyle günümüzde de vardır ve ilelebed de devam edecektir: "Kendine güvenen ortaya çıksın'"
O devrin anlayışını ele aldığımız zaman görürüz ki, bedevî, nağme meftunudur. Temayülleri, hareketleri, hamleleri, derhal ahenkli bir nağmeye döner. Arap nazmının ölçüsü yani vezni, devenin kısa veya uzun adımlarıdır. Arap neşri tabiatıyla bedevî asıllı olup, Arap edebiyatı da asıl ifadesini muhakkak ki, şiirde bulmuştur.
Baştan başa, süvarilerin patırtısı, Hind çeliğinden mamul kılıçların şakırtısı, şurada burada çınlayan harp nâralarının aksisedası ile dolu bu âhenkli lisân, muhakkak ki, en fazla bir Antara'nın kahramanlık heyecanını veya bir İmri'ül- Kays'ın aşk baygınlığını ifadeye yarayacaktır. Bu lisânın teşbihleri bulutsuz bir gök, hudutsuz bir çöl ve bir kartalın uçuşu veya bir gazâlin süzülüşü
gibi o bölgelere mahsus tabiat manzaralarından alınmıştır.
Bu lisan o zaman, mistik veya metafizik mefhumları bakımından fakirdir. İlmî, dinî veya felsefî mânâda bir tecrid veya diyalektik anlayışından ise tamamen mahrumdur.
Tabirleri ise, ancak bir bedevînin iç ve dış dünyası için lüzumlu olanlardan ibaret olup asla bir medenînin lugatına mâlik değildir.
İşte Kur'ân'ın cihanşümûl hakikatleri ifade etmek için önünde boyun eğdirdiği câhiliyyet devrinin putperest, bedevî ve kit'avî lisânının ana hatları aşağı yukarı bunlardır. Ve her şeyden önce, Kur'ân-ı Kerim, cihanşümûl hakikati anlatmak için yeni bir ifade şekli ortaya atmaktadır.
Evet, Kur'ân, elbiseye göre vücudu kesip biçerek rendelemek demek olan kâfiye ve veznin mânayı hapsedip tüketen dar kalıplarını sürüp atmış fakat âhengi olduğu gibi muhafaza etmiştir.
O devre ait bir çok müşâhedeler, âyetlerin bedevî ruhuna attığı karşı konulmaz haz hakkımda geniş misaller sunmaktadır.
Hz. Ömer (r.a.), bu hazzın içerisinde eriyerek hidayete ermiştir. Devrinin edebiyat ve hitabetinin büyük dehası Velid b. Muğire de Kur'ân'ın sihirli güzelliği hakkında ne düşündüğünü soran Ebu Cehil'e ''Vallahi ona hiçbir şey benzemez. O ulaşılamayacak kadar yüksek!" demiştir.
Tabiatıyla, sadece çöl bedevîsini izah ve ifade eden bu lisân birdenbire, ilmî, hukukî, ictimâî ve metafizik problemler karşısında kalan insanın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için çok zenginleşmek zoru ile karşı karşıyadır. Böyle bir şeyin ise birdenbire olup bitmesi dünya tarihinde tektir. Bu neviden bir filolojik hâdise daha yoktur. Zira bu mevzuda Arap lisânı tedricî bir tekâmül geçirmemiş, Kur'ân'ın indirilişi gibi tepeden inme ve ihtilâl çapında bir gelişme ile ulvî seviyesini bulmuştur. Arapça, bir tek sıçrayışla, ibtidâî mantık sahasından yeni bir medeniyet ve kültürün düşünce hamlesini taşıyacak teknik tekâmüle yükselmiştir.
Böyle bir filolojik meseleyi şuurla istese bile bir ümmî değil Egiptologie'yi (Mısır antikalarına ait ilmi) mükemmel bilen bir mütehassıs bile yapamaz.
Ayrıca Kur'ân'daki mevzuların genişliği ve çeşitliliği emsalsizdir. Bizzat Kur'ân'da: "Yaş ve kuru hiçbir şey unutulmuş değildir" buyurulur. Kur'ân, atomdan hattâ atomdan daha küçük şeylerden tutunuz da, yörüngesinde tâyin olunmuş, gayesine doğru yüzüp giden seyyârelere kadar her şeyi anlatmaktadır.
İnsan kalbinin en ücrâ ve loş köşelerini tedkik eder, mümin ve kâfirin ruhlarına, en fark edilmeyecek kımıldanışları yakalayan bir bakışla dalar. İnsanlığa bugünkü vazifelerini öğretmek için, yerine göre beşer tarihinin en eski devirlerine döndüğü gibi, en uzak istikbâle de uzanır.
Üzerinde düşünüp ibret alarak hatalardan korunabilmemiz için geçmiş medeniyetlerin encamı hakkında dramatik tablolar çizer.
Kur'ân'ın ahlâkî tâlimi, insan tabiatı hakkında derin psikolojik tedkik mahsullerinin bile ötesindedir. Bir taraftan insanın tabiatını, küçültücü zaaflarını teşrih ederken, diğer taraftan da semavî destanın muhteşem kahramanları olan Peygamberlerin (s.a.) hayatlarındaki faziletlere karşı hayranlık duymaya davet eder.