Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi:
Hani kendi müesseselerinize girmeye de bir kısım şom ağızlar “sızma” falan dediler ya!.. “Her yere sızmışlar!..” Şom ağızlar… Evet, beddua etmiyorum, “Dilleri kurusun!” diye. Zaten ona kesb-i istihkak etmişler ise, er-geç kuruyacak o diller… Kelime-i Tevhîd’i tilavet edecekleri, okuyacakları zaman, kilit vurulacak, “Lâ, Lâ, Lâ…” diyecekler ama devamını diyemeyecekler.
Firavun da öyle gitti: “Derken, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Hemen Firavun, askerleriyle beraber haksız ve saldırgan bir şekilde peşlerine düştü. Nihayet boğulmak üzere iken: ‘İman ettim. İsrailoğulları’nın inandığı İlahtan başka tanrı yokmuş. Ben de Ona teslim olanlardanım.’ dedi.” (Yunus, 10/90) ayetinde ifade buyurulduğu üzere,“İsrailoğulları’nın inandığına iman ettim.” diyor. İnanırken bile, yine esas yakalaması gerekli olan üslubu yakalayamıyor. “Hazreti Musa ve Harun’un inandığı ilaha iman ettim.” diyemiyor da “Beni İsrail” diyor. Buzağıya tapan Beni İsrail.. Kârûn’un arkasından koşan Beni İsrail.. suyu geçtikten sonra, öbür tarafta puta tapan insanları görünce, “Sen de bize bir put yap!” diyen Beni İsrail.. ? “Haydi sen Rabbinle git, ikiniz onlarla savaşın, biz işte burada oturuyoruz.” (Mâide, 5/24) diyen Beni İsrail… Dolayısıyla, Allah, tam söyleme lüzumunu duyduğu esnada bile, söylenmesi gerekli olan şeyi ona söyletmedi; ağzına fermuar vurdu, kilit vurdu, yanlış şey söyletti. Belki orada, deseydi, Allahu a’lem, Cenâb-ı Hak da geçmişteki her şeyini -Efendimiz’in Ebu Süfyân’a dediği gibi- silerdi ve yeni bir hayat faslı başlardı onun için; belki o da Seyyidinâ Hazreti Musa’nın arkasından yürür-geçerdi.
Evet… Bakın şimdi, nasıl ağza kilit vurulduğunu, bunun tedâî ettirdiği bir başka misalle anlatayım. İki idamlıkta ruhanî reis olarak bulundum, en genç imam olmama rağmen. Meclisin de imzaladığı “Artık bu, idam edilecek!” dediği bir insan; ben de hocalık kıyafeti ile girdim yanına onun. Hücresine girdim, orada “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah” dedirtmeye çalıştım; yani, “Sona geldik artık, bundan sonra çare yok!” dedim. O, başta, en büyük gördüğü adamın adını anarak, “O, gelecek, eve gideceğiz!” falan dedi. “Yahu Rasim! O gelmeyecek; bak, sen bir yere gidiyorsun, ‘Allah’ dediğin zaman -esasen- kurtulacaksın. Ne olur, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah’ de!” diye tekrar ettim. Ben belki on defa ona dedim: “Ne olur yahu, Allah aşkına, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah’ de!” Fakat o, inadına, “O, gelecek, eve gideceğiz!” dedi. Sadece bana karşı öyle demekle de iktifa etmedi. Gani bey, başsavcı idi. Rasim çıktı sandalyenin üzerine, ip sallanıyor yukarıda. Savcı, “Rasim! Son bir arzun var mı burada?” dedi. Son arzusu soruluyor. “O, gelecek” dedi, “Eve gideceğiz!..” Allah (celle celâluhu), bir aileyi öldürmüş o insana “Lâ ilâhe illallah” dedirtmedi. Aklını mı kaybetmiş, genel dengesi mi bozulmuş?!.. Kelime-i tevhîdi söyleyemedi.
Öbürü de bir cinayet işlemişti; adı Mehmet idi, “Memo” diyorlardı. Yalvardım, yakardım; yanına oturdum… Ama bir taraftan Jandarma komutanı, bir taraftan başsavcı, bir taraftan hapishane müdürü, bir taraftan da işte kılığı ile, kıyafeti ile -“ruhanî reis” diyorlar- bir din adamı, karşısında… Sandalyeye oturuyor. Bir “Âmentü’yü sonuna kadar okuyalım!” dedim; yarısına kadar geldi, gerisine dönmedi dili, telaffuz edemedi. Belli bir ölçüde inanıyordu fakat Âmentü’yü sonuna kadar okuyamadı. Melûl, mahzun; götürdü, onu da o sandalyeye çıkardılar, ipi boynuna taktılar, sandalyeyi çektiler; sallandı, bir saman çöpü gibi… Dilerim, inşallah, belli ölçüde inanmış ve sadece günahı ile gitmiştir, Cenâb-ı Hak da onu affeder.
Şimdi insan, hafizanallah, öyle mesâvî irtikâp ederse, Firavun’un diyemediği gibi, diyemeyebilir; “Lâ” der, kalır. Zira “Nasıl yaşıyorsanız, öyle ölürsünüz; nasıl ölüyorsanız, öyle dirilirsiniz.” Öyle sen zulüm yapacaksın.. insanların kanına gireceksin.. “Hak, adalet!” diyecek fakat ikisini de ayağının altına alacaksın.. adaletin üzerinde raks edeceksin.. inleyenin inlemesini duymayacaksın.. ağlayanın ağlamasını duymayacaksın.. değişik yerlerde “İlaç!” diye inleyen insanlara ilaç vermeyeceksin.. “Kalbimde aritmi var. Vücudum, onu taşımayacak; ben ölüyorum!” diyecek… İşte yakında ölen, bugün beni hıçkıra hıçkıra ağlatan, samimi, otuz-kırk senedir tanıdığım arkadaş… “İlacımı verin benim!” diyor, vermiyorlar. Bunlardan bir tanesi de benim kardeşim.. yüksek şekeri var onun.. ilaç istiyor, parmakları bozulmuş.. ilaç vermiyorlar. Sen, bunca mezâlimi irtikâp edeceksin de “Müslümanım!” diyeceksin. Ben burada yemin ederim, sen, kat’iyyen dediğin gibi değilsin! Sen, münafığın tekisin!..